Sayfalar

KISA KISA









...Kozmetiğin başkenti olan Paris'te, her dört yılda bir yüzüne sürülen 40 ton boyayla makyajını tazeleyen Eıffel Kulesinde, Fransız İhtilalini simgeleyen, toplam 1789 basamak vardır...
...1998 Dünya Kupası final maçını oynamak üzere hazırlanan Fransa ve Brezilya takımlarının soyunma odalarına Papa birer mesaj gönderir : "Papa'nın kalbi Barthez ve Taffarel'in yanındadır".. 2. Jean Paul'un mesajında neden yalnızca kalecilere moral verdiği, diğer futbolcuları eliyle bir kenara ittiği merak konusu olur. Bunun üzerine bir açıklama yapılır Vatikan'dan : "Çünkü Papa gençliğinde kaleciydi !"...
...Tevfik Fikret yolda yürürken, yanındakileri hep sağında yürütürmüş. Yanlışlıkla soluna geçenleri ise sağına geçmeleri konusunda uyarırmış. Dostları, onun kalbinin tümüyle eşine ait olduğunu, bu yüzden de kalbinin olduğu tarafa kimsenin geçmesinin istemediğini bilirlermiş...
...Meksika'da Zapatist Ulusal Kurtuluş Örgütünün lideri Marcos, şu altı kentte saklanırmış : Margaritas, Altamirano, Ranchonuevo, Comiton, Ocosingo, Sancrıstobal.. Bu altı kentin hangisinde mi rastlarsınız Marcos'a : Hepsinde !.. Çünkü Zapatist direnişin en güçlü olduğu bu altı kentin baş harfleri, Meksika yerlilerinin önderinin de adının oluşturur...
...Floransa'yı üç yüz yıldan fazla idare eden Medici ailesinden olan Pier de Medici, babası "Muhteşem Lorenzo" nun hayattayken özenle koruduğu bir heykeltıraştan, sarayının bahçesine bir kardan adam yapmasını ister.. Sanatçı için bu büyük bir hakarettir !.. O gün bir daha dönmemek üzere oradan ayrılır, büyük deha Mıchelangelo !...
...1856'da, İstanbul'da, Üsküdar'daki Selimiye Kışlası, hastane olarak kullanılmaktadır. Ünlü hemşire Florence Nightingale'in tedavisini üstlendiği askerlerden biri de Thomas Ashe'tir.. Bu asker, ileride çok meşhur bir oyuncu olacak olan Gregory Peck'in dedesidir !...

...3. Selim zamanında, Galata kadısı Şeytan Emin Efendi, "Bir kişi ömrünün on yılını başkasına satabilir" diye fetva vermiştir !...
...Fatih Sultan Mehmed'in yaptırdığı deli bakımevinde 70 oda, 80 kubbe vardır. O zamanlar 2.000 civarında hastası olan bu bakımevinde müzikle tedavi uygularlardı. Vakfın çok güçlü bir temele dayandığı, kuruluş yazısının şu cümlesinden anlaşılabilir : "Eğer mutfakta keklik ve sülün eti bulunmazsa bülbül, serçe ve güvercin pişirilip hastalara verile"...
...İstanbul'da hemen her kesimin hamamı ayrıydı. Örneğin Mehmedağa Hamamı kadınlara, Lütfüpaşa Hamamı eli açıklara, Kocamehmedpaşa Hamamı yaşlı ve bunaklara, Şengül Hamamı ise maskaralara ayrılmıştı. Ama kimse kendisinin bunak ya da maskara olduğunu kabul etmediğinden, bu son iki hamam 365 gün boş kalırdı !...
...İstanbul'da boy aynalarına, duvar ve konsol aynalarına düşkünlük 17. yüzyılda başlar. 1654 yılında İstanbul'a gelen Fransız gezgin Du Loır, Üsküdar Sarayındaki bir dairenin baştan aşağı aynalarla dolu olduğunu saptamıştır. Hasköy'deki Tersane Bahçesi Kasrı'nın çeşitli daireleri de 1718'de Venediklilerin verdikleri dev aynalarla donatılmış, bu yüzden de köşk, o günden sonra "Aynalıkavak Kasrı" adıyla anılmaya başlamıştır...
...Hasköy'e yakın olan Tersane Bahçesi'ne Fatih Sultan Mehmed döneminde, satranç tahtası düzeninde, 12.000 selvi dikilmişti...
...Rasuh Nuri İleri ; vakıf defterlerinde yaptığı çalışmada, Tophane'deki Kılıç Ali Paşa Camii'nin yapımında çalışan esirler arasında tanıdık birine rastlar : Mıguel de Saavedra Cervantes !.. Cervantes'in esir düştüğü dönem olan 1572-1580 yılları arasında Kaptan-ı Derya olan Kılıç Ali Paşa' nın Mimar Sinan'a yaptırdığı caminin bitim tarihi 1580'dir. Bu, Cervantes'in Türkler elindeki esirliğinin sona erdiği tarihtir. Son derece ciddi kayıtlar olan vakıf defterlerini inceleyen Rasuh Nuri İleri tarafından ileri sürülen bu belgeye göre, Cervantes ve Mimar Sinan, aynı eserin yapımında bir arada bulunmuşlardır !...
...Osmanlılarda, sokaklarda kap-kaç yoluyla öteberi çalan hırsızlar, yankesiciler, suçları sabit görüldüğünde, elleri arkalarından bağlanarak semersiz bir eşeğe ters bindirilir ve üç gün boyunca sabahtan akşama kadar dolaştırılarak halka teşhir edilirdi. Bir yandan da adı bağırılarak, kim olduğu halka duyurulurdu. Cezanın son günü, "yüzü ak olsun" diyerek yüzüne çanak çanak yoğurt atılırdı...
...Nasreddin Hoca'nın bir oğlu, bir kızı vardır. Kızının mezartaşı Konya'daki Mevlana Müzesi'ndedir. Sivrihisar'da bulunan mezartaşından, Fatma adındaki kızının 1327'de öldüğü anlaşılır. Fatma Hatun'un oğlu Mevlene Celaleddin Sivrihisar'da kadılık yapmıştır. Celaleddin Bey'in oğlu Hızır Bey de şair ve bilim adamıdır. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'u alınca Hızır Bey'e şehremini görevini verir. Yani sizin anlayacağınız, fetihten sonraki ilk İstanbul Belediye Başkanı, Nasreddin Hoca'nın torunudur...








...1799'da Kabe yakınındaki mübarek taşlardan birinin çalındığının ertesi günü Mekke'de bulaşıcı bir hastalık başgöstermiş, birkaç kişinin birden ölümüne neden olmuştu. Hastalığın etkisi günden güne arttı, Ramazan ayı sonlarına doğru ölenlerin sayısı günde kırk kişiyi bulmuştu. Bu taş,aklı pek başında olmayan birinin evinde bulundu ve yerine konar konmaz hastalık kesildi, o günlerde artık hiç ölen olmadı. Taşın çalındığı yer, Kabe'nin sol tarafında çukur bir yer olup, Hazreti İbrahim'in Kabe'yi yaparken çamur kardığı çukur olarak tanınırdı. Burası şimdi mermerle döşenmiş olup ortasında ise Hacer-i Ahmer (Kırmızı Taş) denilen bir taş durmaktadır. Sarılık olanlar bu taşı dilleriyle yalayınca renkleri ve sağlıkları yerine gelmektedir...
(Ahmet Cevdet Paşa Tarihi)
...Abbasi Halifelerinden Mu'tesim sekiz ay sekiz günde doğmuş, sekizinci halife olmuş, hilafette sekiz yıl kalmış, sekiz harfli bir mühür kullanmış, sekiz erkek sekiz kız çocuğu olmuş, sekiz şehir fethetmiş ve sekiz köşk bina etmiştir. Bunun için kendisine "Sekizli Halife" (Halife-i Mü-semmen) derler...
..."Bahti" mahlasını kullanan 1. Sultan Ahmed, 14. padişahtır, 14 yaşında tahta çıkmıştır, 14 sene saltanatta kalmıştır. Adına yaptırılan Sultanahmed Camii'nin 14 tane şerefesi vardır...
...Müderris Bursalı Haşim Efendi bir Kadir gecesi ölmüştü. Oğlu olan Şam kadısı Mahmud Efendi de bir Kadir gecesi ölmüştür !...
...Sultan 3. Mustafa devrinden 2. Abdülhamid'e kadar gelen sadrazamların hepsinin adı Mehmed'dir...
...ABD'de, Tennessee Üniversitesi tarih profesörü Palmira Brummett'in Osmanlılarla ilgili verdiği bir derse yeni kaydolmuş bir öğrencisi, bu dersi seçmesinin nedenini "Osmanlıların tarihin kara deliği olmasıyla" açıklamış.. Profesör diyor ki, "Bu saptamasının ne kadar çarpıcı olduğunun farkında değildi. Osmanlılar bizim tarihsel tahayyülümüzde, gerçekten de çoğu zaman bir kara deliktir. Bizim için iç işleyişinin sırrına varamadığımız güçlü ve merak uyandırıcı bir devlettir Osmanlı.."...
...Padişahların harita yapımını himaye ettiklerini biliyoruz, ancak osmanlı haritalarını kullananların sayısı, özellikleri ve beklentileri konusunda neredeyse hiç belge bulunmamaktadır. Evliya Çelebi, 17. yüzyıl İstanbul' unda sekiz harita yapım atölyesinin bulunduğundan kısaca bahseder, ancak ne bu atölyelerin isimlerini, ne de hamilerini ve üretim miktarlarını verir...








...Hariciye Nezaretinin kıdemli memurlarından birinin oğlu ve Osmanlı kentinin son dönem tarihçilerinden olan Said Nahum Duhani şöyle yazıyordu : "Sevgililer, bankerler, nazik beyler, ihtiraslı baştan çıkarıcılar ; herkes birbirine sadece buna alışık olanların doğru anlayabileceği işaretler gönderirdi. Piyasaya çıkmak Levanten gratin (seçkinlerin krema tabakası yani Mavrokordato, Zarifi, Testa ve Ostrorog aileleri) arasında her iki cins için de yararlı bir faaliyetti. Erkekler ayaküstü iş bağlayabildiği gibi, bekar kızlar da sefaret ataşelerinin gönlünü çelip müstakbel kocalarını bulmak için bundan daha iyi fırsat yakalayamazdı...
...Robert Kolej isimli yeni bir okul da Bulgar kimliğinin pekiştirilmesine yardımcı oluyordu. 1 Temmuz 1869'da, mahalle imamının karısının başını çektiği Müslüman ahalinin protestolarına rağmen, Rumeli Hisarı yakınında, Ahmed Vefik Paşa'nın tahsis ettiği bir alanda temeli atıldı ve 4 Temmuz 1871 tarihinde eğitime başladı. Derslerin İngilizce okutulduğu okul, Amerikalı misyonerlerce idare ediliyordu. Okul, çok sayıda Bulgar öğrenciyi kendisine çektiği gibi, milliyetçiliği de körüklüyordu. Rum ve Bulgar öğrenciler arasındaki kavgaları sadece birkaç yıl sonra, 1876'da, Robert Kolej mezunu Bulgar öğrencilerin önderliğinde Osmanlı karşıtı ayaklanmalar izleyecekti. Hiçbir şehir, Londra bile, başkenti olduğu imparatorluğa karşı milliyetçi ayaklanmaların başını çekecek daha çok sayıda lider yetiştirmemiştir...
...Fransız ve İngiliz askerleri sokaklarda aylaklık ediyor ; subaylar bıçaklanıyor ve dükkanlar yağmalanıyordu. Asayişi sağlamak üzere İngiltere ve Fransa kendi polislerini getirdiler. Öyle bir noktaya gelinmişti ki, İngiliz sefaret mahkemesi dolup taşıyor ve İngilizler ellerindeki suçluları Boğaz'da kullanılmayan bir gemiye hapsediyordu. Savaş ve kapitülasyonlar, yabancı tacirlerin, İstanbul'un ekonomik yaşamında, hala etkin bir güç olan loncalar tekeline saldırmasını mümkün kılıyordu. 1855 yılının sonuna gelindiğinde, limanda yüzlerce Slav ve Maltalı kayıkçılar çalışıyor ve şehrin pek çok köşesinde yabancıların işlettiği şaraphaneler açılmış bulunuyordu. Amerikalı bir siyasi gözlemci, Nassau Senior, 1857 Ekim'inde, "Bu dükkanların sahiplerinden daha alçak ve vicdansız bir kişi ya da bizzat bu dükkanlardan daha korkunç bir rezalet yuvası yoktur" diye yazacaktı...
...1882 yılına gelindiğinde 237.293 kişinin yaşadığı Galata, tüm İstanbul'un nüfusunun dörtte birini oluşturuyordu. Şehrin toplam nüfusu yaklaşık olarak 1844'te 391.000'den, 1856'da 430.000'e, 1878'de 650.000'e ve 1885'te 873.565'e yükselmişti. Galata nüfusunun dörtte üçünü, esasen yabancı pasaportların himayesinde yaşayan Hıristiyanlar oluşturuyordu. Fakir Yahudi ve Müslümanlar, ekonomik ve sosyal baskılarla dışarı itilmişti. 16 Kasım 1868 günü, Osmanlı'nın yeni gazetelerinden 'Hürriyet' te şöyle yazıyordu : "Ticaretimiz, alışverişimiz ve hatta kırık dökük evlerimiz bile yabancılara verilirken, biz sadece seyirci kaldık.. Çok yakında, geçinmek imkansız bir hal alacak ve (şehir halkı için) Bursa,Kütahya ya da Konya'ya göçmekten başka çare kalmayacak, İstanbul boşalacak ve bizim yerimizde Avrupalılar oturuyor olacak". Altı sene sonra ise, şunları söylüyordu Edmondo de Amicis : "Şehrin görkemli cephesine hakim mimari anlayış ve sütunlarda, kutsal toprakları yeniden fetheden Hıristiyanlar ile onu bütün güçleriyle savunan Müslüman evlatlarının mücadelesi göze çarpıyor. Bir zamanlar sadece bir Türk şehri olan İstanbul, şimdi kendisini Haliç ve Marmara kıyılarından yavaş yavaş kemiren Hıristiyan mahallelerinin hücumu altında. Diğer yanda ise fetih bu kadar yavaş ilerlemiyor. Kiliseler, saraylar, hastaneler, halka açık bahçeler, fabrikalar ve okullar bir tepeden diğerine uzayıp giderken, Müslümanların yerleşim birimlerini ezip geçiyor, kabristanları istila ediyor...
...Ahmed Cevad 1892'de Azerbaycan'da doğdu.. 1912' de Kafkas Gönüllü Kıtası ile Balkan harbinde savaştı. 1914'te "Çırpınırdın Karadeniz" i yazdı. 28 Mayıs 1918'de bağımsızlığını ilan eden Azerbaycan Cumhuriyeti'nin milli marşını da o yazmıştır. Üzeyir Hacıbeyov'un bestelediği marş, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra yeniden Azerbaycan Milli Marşı oldu. 12 Ekim 1937'de, Stalin döneminin en "azgın" zamanlarında, karşı devrimcilikle suçlanarak, on beş dakikalık bir duruşmadan sonra ölüm cezasına çarptırılır ve kurşuna dizilir...















...İsveç'te beden eğitimi ihtisası yaparak yurda dönen 35 yaşındaki Selim Sırrı (Tarcan) Bey, Cağaloğlu'nda genç kızlar için ilk kez bir jimnastik salonu açtı. Şeyhülislamın karşı çıkmasına rağmen, 12 Mayıs 1916'da Türkiye'de ilk defa Darülmuallimin öğrencileri, Kadıköy'de İttihatspor sahasında (bugünkü Fenerbahçe stadının olduğu yerde) Selim Sırrı Bey yönetiminde gösterilerini sundular. "Jimnastik Şenliği" adıyla sergilenen oyunlarla ilgili çok önemli bir olay daha vardır ; Selim Sırrı Bey'in İsveç'te eğitim görürken öğrendiği, "The Trallande Santor" (Tral la la Diyen Üç Kız) adlı bir halk şarkısına, okulun müzik öğretmeni Ali Ulvi Bey tarafından Türkçe sözler yazılmış ve meşhur "Dağ Başını Duman Almış" isimli marşımız bu şekilde doğmuş ve yine ilk defa bu gösteriler sırasında öğrenciler tarafından söylenmişti...
...Yeni yüzyılla birlikte Büyük Bulgaristan peşinde koşan rakip grupların yarattığı ilhamla, yeni bir terörizm dalgası başladı. En sansasyonel eylem 1901 Eylül'ünde, Amerikalı misyonerlerden Helen Stone'un IMRO tarafından kaçırılarak Doyran gölü çevresindeki dağlarda rehine olarak tutulması ve sonunda ABD hükümetinin 60.000 dolarlık fidyeyi vermesi üzerine Strumıka'da serbest bırakılmasıydı. Bayan Stone'u kaçıran komitacılar ona ço iyi davranmışlardı. Bu olay kendi başına pek fazla önem taşımıyordu. Ama bir kadın misyonerin kaçırılması Amerikan, Fransız, İngiliz ve İtalyan basınında çok yer buldu. Gazeteler, "Rakip gruplarla IMRO komutanlarının köy ileri gelenlerini tehdit ederek kendilerini desteklemeye zorlamalarını Türkler engelleyemiyor" diye yazdılar. Helen Stone'un serbest bırakılmasından hemen sonra, Büyük Güçler Makedonya ve Trakya'da yeni reformlar gerektiği konusunda Babıali ile diplomatik ilişkilere başladılar...
...1921 Eylül'ünde hiç bir yabancı diplomat Sultan'la herhangi bir konuda bir iş görüşmesi yapamıyordu. Padişah'ın yakını olan Şerif Ali Haydar, ayın birinci günü onun bir kez daha evlendiğini hatırlıyordu. Bu yeni eşi onu o denli oyalıyordu ki, Sultan artık hiçbir ziyaretçi kabul etmez olmuştu. Vahdeddin 60 yaşında, yeni eşi Nevzad ise 19 yaşındaydı !...






...Osmanlı kentlerindeki ilk işçi gösterisi, 1 Mayıs 1909'da Üsküp'te düzenlenen "Amele Nümayişi" dir. Türkiye' deki işçi bayramı yazıtı ise Amasra' dadır. Saray mimarı Sarkis Balyan 1873' te Amasra'da kömür ocağı açma imtiyazı almış, karşılığında da dekovil hattı, dalgakıran ve rıhtım yapma işini yükümlenmişti. Ama bu işi yerine getirmeden 1899' da ölmüş, imtiyaz süresi de 1908' de dolmuştu. Sözleşmeyi yenileyen varisleri, 1911' de Amasra Kalesi' nin taşlarını söktürerek dalgakıran yapımını başlatmışlardı. Söz konusu yazıt bu tarihi taşlardan birine, Balyanlar' ın Fransızca bilen elemanlarınca, kazıma-kakma tekniğiyle işlenmiştir : 1 Mayıs 1911...


...Katolik keşişlerin Ortaçağ' da eski metinleri kopya ederek klasik bilgiyi canlı tuttukları doğru değildir. Gerçekte kilise, puta tapanlar tarafından yaratıldıkları gerekçesiyle, klasikleri ortadan kaldırmak için sistematik bir kampanya başlatmıştır. Keşişlerin çoğunun zaten okuma-yazması yoktu. 13. yüzyılda İsviçre' nin St. Gall Manastırı' nda yaşayan 1.000 keşişten hiçbiri okuma yazma bilmiyordu...


...Ortaçağ' daki tefecilerin hep Yahudi olmasının nedeni ; Katolik Kilisesi' nin tefeciliği yasaklaması ve Hıristiyanların buna inanmasından ileri geliyordu. Böylece Yahudiler dünyanın mali kurumlarını ele geçirmişlerdi. Yaklaşık 200 yıl sonra bazı din bilimcileri, bir gün başlarını İncil' den kaldırınca, kredi vermenin ekonominin büyümesi için gerekli olduğunu gördüler. Bankacılık da birden ahlaksızlık olarak görülmemeye başlandı ve birden piyasayı Hıristiyanlar ele geçiriverdi...


...16. ve 17. yüzyılda bilim, Ortaçağ uygulamaları ve kör inançlarıyla karmakarışık bir haldeydi. Örneğin ; şair Thomas Flatman bir bıçak yarası aldığında, doktoru, İngiltere' nin en yüksek bilim kurumu olan Royal Society' nin tavsiyelerine uyarak, ilacı bıçağın üzerine sürmüş, Flatman' a ise el bile sürmemişti...


...Naziler, Yahudilere olduğu kadar eşcinsellerle de mücadele etmişler ve 220.000 eşcinseli öldürmüşlerdi...


...Eğer Rus kaynaklarına inanmak gerekirse, 1914 Mart' ında bile başkentteki Osmanlı subayları "Alman despotluğu" nu öyle ağır bir biçimde hissediyorlardı ki, sorunu kısa yoldan çözmek için Liman von Sanders' i bir suikastte harcamayı bile düşünmüşlerdi...


...Matematikçi ve astronom Takiyüddin Efendi, 3. Murad'dan aldığı izinle 1575' te Tophane' de rasathaneyi faaliyete geçirdi. 1577 yılı Kasım ayında İstanbul semalarında gördüğü kuyruklu yıldızın iyi haberlerin müjdecisi olduğunu söyledi ama bir yıl sonraki veba salgını, kendisine karşı olanları ayaklandırdı. Şeyhülislam Ahmed Şemseddin Efendi' nin fetvasıyla, Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa, top atışıyla bir gecede rasathaneyi yerle bir etti. Takiyüddin' in enkaz altında kalarak mı, yüreğine inerek mi öldüğü bilinmiyor...


...Çanakkale Savaşı sırasında, muharebe alanına sadece iki kadın girdi. 26 Nisan 1915' te yani kara muharebelerinin ikinci günü vurulan Yarbay Charles Doughty-Wylıe' nin Seddülbahir' deki mezarını ziyarete gelen eşi. Diğeri ise, yine Seddülbahir' de karaya çıkıp Fransız askerlerini ziyaret eden Kızılhaç Başkanı Madame de Clapıer...

...Eski Çin'de, tahıl ya da şarap ölçmek için kullanılan bir küpün istenen dolulukta olup olmadığını anlamak için, üstüne vurulduğunda çıkardığı sesin tonu dinlenirdi...


...Pierre Galoıs, matematikle ilgili en önemli düşüncelerini, 20 yaşında bir arkadaşına yazdığı mektupta anlatmıştı. Mektubunu yazdığının ertesi günü öldürülmüştü. Eriştiği sonuçlar günümüzde hala kullanılmaktadır...


...18.yüzyılın sonlarında, İngiliz Krallık Donanması gemilerindeki ölümlerin yalnızca % 9'unun nedeni düşman saldırısıydı. Yaklaşık % 50'si hastalıklardan, % 31'i kazalardan, % 10'u da yangından veya gemilerin batmasından ileri geliyordu...


...Dünyanın en eski baskılı kitabı olan "Elmas Sutra" 868 yılında, kağıt yapraklara tahta bloklarla basılmış ve parşömen rulolarına iliştirilmiş Buddhacılıkla ilgili bir metindir...


...Marasaki Şikibu adlı soylu bir Japon kadını, 1007' de ilk romanı yazdı : 600.000'den çok sözcükten oluşan, "Genci'nin Masalı"nda, gerçek aşkı ve erdemi arayan bir prensin başından geçenler anlatılır...


...Savaşlardan sonra Viking kadınları, karnından yaralanmış savaşçılar için, ağır kokulu bir soğan ve ot çorbası hazırlarlardı. Daha sonra bu koku yaradan da gelirse, yaralının bağırsağının delinmiş olduğu ve fazla yaşamayacağı anlaşılırdı...


...1212 yılında, 4. ve 5. Haçlı Seferleri arasında, masumların gücüne inanan binlerce silahsız çocuk, Avrupa'dan kutsal topraklara gitmek için ayrıldı. Bunların çoğu ya yollarda öldü ya da tutsak düşerek köle olarak satıldı...


...Seyyah Marco Polo'nun anlattıklarına Avrupa kolay kolay inanamadı. Örneğin ; Doğu'da fıskiyelerden yağ fışkırdığını söylüyordu. Doğruydu : Günümüzde Azerbaycan'ın başkenti olan Bakü'deki petrol yataklarından bahsetmişti !.. Bir diğeri ; öğütülüp ateşe dayanıklı giysiler yapılan kayalardan bahsetmişti. Bunlar Çin'de herkesin bildiği, ama 13. yüzyıl Avrupa'sında bilinmeyen amyant kayalardı...


...ABD başkanlarının resmi konutu Beyaz Saray, doğal rengi gri olan kumtaşından yapılmış, 1814'teki büyük yangında yanmasından sonra, isli taşların üstünü örtmek amacıyla beyaza boyanmıştır...


...1500-1800 yılları arasında Avrupa gemileriyle Afrika'dan Amerika'daki kolonilere taşınan kişi sayısı 12 milyon kadardır. Bu sayı, Kuzey Amerika' nın 15.yüzyıldaki nüfusundan 2 milyon fazladır...


...Portekizliler kendi köle gemilerine tabut anlamına gelen "Tumbieros" adını takmışlardı ; çünkü "insan yükleri"nin % 30'undan çoğu yolculuk sırasında ölüyordu...



...İnanışa göre kargalar, Londra Kalesi'ni terk ettileri zaman İngiltere tahtı da çökecektir. Bunun için kalede bir karga ailesi kanatları kesilmiş olarak tutulur...



...1917 Nisan'ına kadar Lenin İsviçre'de sürgündeydi. Rus komünistleri ülkeye dönmesi için izin alınca, Alman hükümeti de buna onay verdi ; ama Lenin'in, Rusya topraklarına girinceye kadar mühürlü bir vagondan çıkmaması şartıyla...



..."Ekim Devrimi" aslında Kasım ayında olmuştu ; ama o sırada Rusya'da kullanılan takvime göre, aylardan Ekim'di. Lenin 1918'de bu takvimi de düzeltti...



...1932'de nakit para sıkıntısı yüzünden ABD'nin Washıngton eyaletindeki Tenino'da yöneticiler, tahtadan yapılmış "banknot" lar çıkartmak zorunda kaldılar...



...1803'te ABD başkanı Thomas Jefferson, Fransızların Amerika'daki Lousiana sömürgesini satın almak istedi. 10 milyon dolar ödemeye hazırlandığı sırada, Avrupa'da savaş tehlikesiyle karşı karşıya olan Fransa'nın daha çok toprak satmaya razı olmasıyla, 15 milyon dolar karşılığında, başlangıçta tasarladığının iki katı toprak satın aldı...



...M.S. 400'lü yılların başlarında Roma İmparatorluğu'nda 85.000 km. 'lik yol vardı.Londra'dan Roma'ya altı günde gidiliyordu..1800' lerde aynı yolculuk gene bu kadar sürüyordu !...



...1683'te Osmanlılar Viyana Kuşatması'nda başarısız olduktan sonra Viyanalı pastacılar, kuşatmanın bitmesini kutlamak amacıyla hilal biçiminde çörekler yaparak, "Kruvasan" (ay çöreği) adını verdiler...


   Prusya generali ve Osmanlı ordu müşaviri Moltke, 1836’da İstanbul’ da, Serasker Kapısı’ ndaki (Harbiye Nezareti) bir dayak cezasını şöyle anlatır : “Serasker Kapısı’ nda değnek cezasının uygulandığını gördüm. Beş Rum, her biri 500 değnek yemeye mahkum edilmişti. Bir kavas, mahkumun göğsü üstüne diz çöküp ellerini tutuyor, ikisi falakayı tutarken, iki kavas da değnek vuruyordu. Paşa, bana iltifat olmak üzere, 200’ er değneği affetti. Ben kalanı da çok bularak, 25 değnek teklif ettim. Sonunda 50 değnekte uyuştuk. Sopa yiyenlere, bu lütfun Prusya beyzadesinin hatırı için olduğu belirtildi…



…1682’de IV. Mehmed’ e, Moskova elçisi aracılığı ile, birçok hediyenin yanı sıra, tam 1.198 tane samur kürkü sunulmuştu…



…1807 sonbaharında bir medrese talebesi yeniçerilerle bir fahişe yüzünden kavgaya tutuşmuş, yakayı kurtaramayacağını anlayınca medresesinin yolunu tutmuş, kendisini takip eden askerlerden birini öldürüp kaçarak Fatih Camii’ ne sığınmıştı. Birkaç yüz yeniçeri de camiin etrafını sarmıştı. Durumdan haberdar edilen Şeyhülislam Ataullah Efendi, kaçak talebeye kimsenin yardımcı olmamasını istedi. Talebe, caminin müezzin mahfeline çıkıp, elindeki silahla camiye girmeye çalışan yeniçerilere ateş etmeye başladı. Yeniçeriler Fatih Sultan Mehmed’ in ruhuna saygısızlık etmemek için cami içinde ateş etmek istemiyorlardı ama olayın uzamasına sinirlenen şeyhülislam, yanına yeniçerileri alarak camiye girdi ve talebeye ateş açarak onu yaraladılar.O halde, yaralı olarak tekrar cami dışına kaçan medrese talebesi kızgın halk tarafından linç edildi. Şeyhülislam bu olay nedeniyle kınandı ve tarihe “Fatih Camii’nde kurşun attıran Şeyhülislam” olarak geçti…



…II. Abdülhamid’ in oğlu Şehzade Burhaneddin Efendi, Çerkez güzeli Aliye Melek Hanım’ la evlendiğinde Osman Ertuğrul doğar. (23. 09. 2009’ da 97 yaşında öldü ) Bir süre sonra şehzadeden boşanan Aliye Melek Hanım, 1922 yılı sonlarında Lausanne’ da Cavid Bey’ le evlenir. Bu evlilikten de1924’ te Şiar Yalçın doğar. 1926 yılında henüz 11 aylıkken, Atatürk’ e karşı İzmir suikastı girişiminin azmettiricilerinden sayıldığı için idam edilir babası.. Hüseyin Cahit (Yalçın) kendisini himayesine alır.



Şiar Yalçın, babasının kaderini 6-7 yaşlarındayken öğrenecektir. Nişantaşı’ ndaki English High School, bilinçli ya da bilinçsizce, Şiar Yalçın’a sıra arkadaşı olarak Altemur Kılıç’ı seçmişti, yani Şiar Yalçın’ın babasının idamını onaylayan ünlü İstiklal Mahkemeleri Reisi Kılıç Ali’nin oğlunu !....



Doktorun öğüdüyle Papa VI. Clemente zaten sıcak geçen 1348 yazını, sürekli yanan iki ateşin arasında oturarak geçirdi. O dönemde bilinmemesine rağmen, aşırı sıcaklık büyük bir olasılıkla pirelerin yaklaşmalarını engelledi ve Papa böylece vebaya yakalanmadı...



...Leonardo Da Vinci'nin ünlü tablosu " Mona Lisa ", ilk olarak Fransa Kralı I. François' ya satıldı ve tahmin edin nereye yerleştirildi ? Kralın banyosuna !.. O muhteşem gülümseyiş karşısında banyo !...



...Hiçbir kadın Esma Sultan kadar serbest değildi. Padişahın en sevdiği kız kardeşi olan Esma, serbestliği kadar, kölelerinin güzelliği ve meşrebinin genişliğiyle de ünlüydü. 1778 doğumlu olan sultan, 25 yaşında dul kalmış ve pek çok diğer prensesin aksine yeniden evlenmemişti. Geceleri, irili ufaklı kayıklar Boğaz kıyısındaki yalısına yanaşır, şamandıralara bağlanıp meşhur kadınlar orkestrasına kulak verirdi. Atletik vücutlarını incecik gömlek ve pantolonların zar zor örtebildiği kürekçilerin uçurduğu bir kayıkla Boğaz'ı geçen kartal çehreli prensesin ve üç gözalıcı hizmetkarının görüntüsü, Kral Louis-Philippe'in oğlu Prens de Joinville'i, Ayasofya'dan daha çok etkilemişti !..



Esma Sultan'ın Avrupa ya da Asya'nın tatlı sularına yaptığı geziler köle avıydı. 
Işığın, gölgenin ve suyun birbirlerine bin bir oyun yaptığı o vadilerde, koşuşturan çocukların ve rengarenk giysilerin asırlık ıhlamur ağaçlarının altında oturan kadınların arasında yürüyüşü, biçare tavukların üzerinde dolanan alıcı bir kuşu andırırdı..



Erkekler, Esma'nın dikkatini çekecekler diye korkudan tir tir titrerlerdi. Çünkü, hemen bir hizmetkar gönderir ve dikkatini çeken erkeği sarayına davet ederdi.Reddetmek gibi bir seçenek söz konusu bile değildi. Sarayda maksadına mazhar olduktan sonra, artık tükenmiş durumdaki erkeği Boğaz'da boğdurduğu söylenirdi...



...Esma'nın kölelerinin güzelliği, Sultan II. Mahmud'un onu sık sık ziyaret etmesine neden olurdu. Sultan' ın erkek gözdeleri de vardı. Bunların arasında dolgun, hoş görünüşlü, genç bir adam olan Mustafa Efendi, babasının Bebek' teki kahvehanesinde çalışırken "dikkat çekmiş" ti. İçoğlanı olarak girdiği sarayda sonraları başefendiliğe ve hususi katipliğe kadar yükselmiş ; tamahkarlığı, hafifmeşrepliği ve sefahat düşkünlüğüyle nam salmıştı. Ama, Padişah' ın kadınlarla da arası iyiydi. Özellikle, kız kardeşinin, gülüşü sevincin yankılanmasını andıran, çilli kölesi Nasip ile.. Esma' nın sarayında öylesine mesuttu ki Nasip, Padişah' ı üç kez geri çevirmişti. Esma' nın erkek kardeşine sunduğu bir başka diğer güzel köle de Bezm-i Alem' di. II. Mahmud' un ondan Abdülmecid ve Abdülaziz adında iki oğlu oldu. 1808 yılından beri ilk kez hanedanda birden fazla erkek bulunuyor ve Osmanlı tahtı bir kişinin yaşamına bağlı kalmaktan uzaklaşıyordu. Hanedanın biyolojisi istikrara kavuşmuştu...




Paris'te, bugün VII. Edward Oteli olan bina Kral Edward'ın kaçamakları için yapılmış. Oteldeki bir kristal aynanın üzerinde çok sayıda çizik varmış. Oraya gelen kadınlara İngiliz asiller elmas yüzükler, kolyeler hediye ederlermiş. Kadınlar da gerçek olup olmadıklarını, bu kristal aynaya sürterek anlamak isterken çizik atıp duruyorlarmış farkında olmadan...



...Bir Osmanlı sultanının ilk defa Avrupa'da kişisel diplomasi girişiminde bulunması, Abdülaziz'in 1867' de Paris Evrensel Fuarı' na katılmak üzere çıktığı Avrupa gezisi sırasında olur.
Bir Fransız gazetesi,Paris nüfusunun bundan sonra "Sultan'ı görenler ve Sultan'ı görmeyenler" diye ikiye ayrılacağını yazar. Bazı gazeteciler onu, " zeki, iyi eğitimli, adil ve topraklarındaki Hıristiyanların koruyucusu" olarak tanımlarken, padişah aleyhine çok ağır bir yazı yazan, "Paris'te, Zafer Takı'nın altında 19.yüzyıl, 1.yüzyılı ağırlıyor" diyen Mark Twain gibi gazeteciler de vardır...



...1828 ile 1925 arasındaki dönemde erkeklerin başını örten fes, tahttaki padişahın tercih ettiği şekle göre; Mahmudiye, Mecidiye, Aziziye, Hamidiye denen modaları yaşadı. Zuhaf, Sıfır, Efendi biçimi, İzmir biçimi, şılk denen şekiller de vardı. Fes Nizamnamesi fes püskülünün düzgün olmasını da buyurduğundan, köşe başlarını tutan püskül tarayacılar türemişti. Bundan dolayı halk, fese "püsküllü bela" adını takmıştı...



...İstanbul'un fethedildiği 29 Mayıs 1453 tarihinden bugüne kadar sadece bir gün ezan okumak ve namaz kılmak yasaklandı !..Evet, yanlış okumadınız ..
O gün, yani 29 Eylül 1730 idi. Meşhur Patrona Halil İsyanı sırasında 'Deli İbrahim' adında bir softa, isyanın elebaşılığını yapan Patrona Halil ve yeniçeri ağalarının karşısına çıktı ve, "mübarek bir davaya kalktınız. Zalimlerden hesap soruyorsunuz. Böyle bir günde ezan okunmaz, namaz kılınmaz" dedi. Bir de üzerine fetva verdi.
Deli İbrahim'in fetvasıyla, o gün camiler ve mescitler kapatıldı, ezan okunmadı ve camilere namaz için gelinmesi yasaklandı...



...Karaçelebizade Abdülaziz Efendi 1658'de yazdığı "Süleymanname" de padişahın şairliğine değinirken şu dizeleri örnek vermiş : 'Muhibbi' mahlasıyla şiirler yazan Kanuni Süleyman, içki sunan güzele,



"Ayyaşlar meclisinde şaşılacak ünüm var.
Mescitteki cam kandili meyhanede kadeh yaptığımı unutma."
veya, "Kadeh yoksa mescitteki kandili alır meyhanenin yolunu tutarım." , ya da, "mescit mi meyhane mi denirse, meyhaneyi tercih ederim" diyerek bir ayyaşı konuşturuyor, veya yoruma bağlı olarak kendinden bahsediyor...





REŞAT EKREM KOÇU'NUN KÜLHANBEYİ ARGOSU'NDAN

AKREP : CASUS
BAL ALMAK : ÖPMEK
CAMCI : KURNAZ
ÇAKIL : DELIKANLI MEMESI
ÇILEK : GÖBEK ÇUKURU
ÇILINGIR : PARA
DEVE : HAMAMCI AĞA
DUMAN : TÜTÜN
DUBARA : YALAN
DÜŞEŞ : DAYAK
ELEMEK : SOYMAK
ELMA : TOPUK
EZAN : HOROZ SESI
GAVUR : KASAP
GÜL : ATEŞ
GÜLISTAN : HAMAM
GÜMÜŞ : NIKAHLI KARI
HURMA : ESMER GÜZELI
İSTIF : UYKU
KANDIL : SARHOŞ
KAŞ : BIYIK
KAZ : YAYGARACI
KINALI : ALTIN
KOÇAN : ZINDE IHTIYAR
KÜFLÜ : CIMRI ADAM
KÜSKÜN : KIZ MEMESI
MEKTEP : ZINDAN
NARGILE : BOŞBOĞAZ
PABUÇLU : ULEMA
PESTIL : HASTA
SIÇAN : BAKKAL
SUCUK : ZENGIN
SÜPÜRGE : SAKAL
ŞAMDAN : ARKADAŞ
ŞERBET : KAN
TAŞLIK : MEZARLIK
TAVLA : AŞÇI DÜKKANI
TOPAL : BECERIKSIZ
TURALI : PADIŞAH
UYKU : ÖLÜM
YADIGAR : PIÇ

ÖRNEĞIN , "TAVLADA DÜŞEŞ ATMAK", AŞÇI DÜKKANINDA DAYAK YEMEK ANLAMINA GELIRDI !...


Tanzimat'tan sonra kadın kıyafetleri de Batı modasından etkilenmiştir. Müslüman kadınlar tarafından evin dışında giyilen ve mantodan farksız uzun bir elbise olan ferace'nin şerit ve dantellerle süslenmesi her dönemin modası takip eder. Yaşmak incelir. Abdülhamid döneminde ferace yerini 'üç parçalı çarşaf 'a bırakacaktır.
Çarşaf ; yüzü örten bir peçe, başı ve bele kadar gövdeyi örten bir pelerin ve belden ayaklara kadar inen bir eteklikten oluşur. Avrupa çizgilerini ve kesim tarzını benimseyen çarşaf, daha sonra Batılı tayyör'e dönüşecektir.
Kırım Savaşı'nı izleyen döneme korse kullanımının damga vurduğu görülür. Adını bu savaştaki ünlü tabyadan alan 'Malakof tuvaleti' moda olur ; beli çok sıkı saran, altına giyilen balinalı fistan sayesinde eteği kabarık duran bu tuvaletin İstanbul'lu Müslüman hanımlar arasındaki adı 'sepetli fistan'dır.
Elmaslar, inciler ve altın tellerle süslenen kadın fesi yerini 19.yüzyılın ikinci yarısında 'hotoz' a bırakacaktır. Hotoz genellikle 'krep' veya 'papazi' ile yapılır ve giysilerin renk ve kesimiyle uyumludur.
Ayakkabılar da giysilerdeki değişimi izler ; böylece 'pabuç'un yerini 'potin' veya 'iskarpin' alır. Kadın iskarpinleri çok çeşitli modellere sahiptir. Potinin yollardaki çamurdan kirlenmesini önlemek için üstüne 'kaloş', yani bir çeşit çamur lastiği giyilir...



...Dünyada oldukça erken tarihlerde düzenlenmeye başlayan kayık ve kürek yarışları, 19.yüzyılın ortalarından itibaren, Osmanlı denizlerinde de görülür ve bir müsabaka olarak uygulanır.
İlk örneklerine Abdülaziz döneminde rastladığımız bu tür yarışların ilki, 27 Ağustos 1869' da Büyükada' da düzenlenir. Bu amaçla Büyükada'da bir müsabaka komisyonu kurulur ve Bahriye Nazırı aracılığıyla, padişahtan izin istenir ; 6 Temmuz 1869 tarihli irade ile de, yarışa izin verilir.
Bundan sonraki yarışların hangi sıklıkta yapıldığı, şimdilik bilinmemekle beraber, yaklaşık yirmi yıl sonra, 28 Ağustos 1888' de Büyükada'da yeniden bir yarış düzenlenir ve o sırada İstanbul'a gelmek üzere bulunan İngiltere Kraliçesi'nin oğlu Edinburgh Dükü'nün de bu müsabakaya katılması kararlaştırılır...



...Polonezköy, 1970'lere kadar, toplam 175 nüfustan oluşan 45 ailenin yaşadığı küçük bir yerleşim merkeziydi. 'Çenstohovalı Meryem Ana Kilisesi' adını taşıyan ibadet yerlerinde, dinsel ve kültürel alışkanlıklarını sürdürmekle beraber, tam bir Türk vatandaşı olarak davranmaktan geri kalmamışlardır.
Köyün tarihsel açıdan ilginç bir noktası da mezarlığıdır. Burada, ülkelerinin özgürlüğü için savaşmış ; ama oradan ayrılmak zorunda kalmış birçok Polonyalının mezarı bulunmaktadır. Bazı isimler vermek gerekirse : 1831 sığınmacısı Adam Mıchalowski ; 1831 ayaklanmasında üstteğmen, 1848'deki ayaklanmada ise, yüzbaşı olan ve Kırım Savaşı'nda Osmanlı ordusunda albay olarak görev yapan Anton Wıerucki ; Macar ordusu üstteğmenlerinden, 1863 ayaklanmasında yüzbaşı olan ve arkasından Osmanlı ordusunda hekimlik yapan Karol Sobieszzanski...





2.Viyana Kuşatması sırasında, 12 Eylül 1683' teki Kalenberg Savaşı'nda yenilgiye uğrayan Osmanlı ordusunun geride bıraktığı çadırlarındaçuval çuval yeşil kahve bulunmuştu. Bir Kapuçin papaz bunları ne yapacağını bilemeyen Almanlara tavsiyede bulundu ; "kavurun, sonra toz haline getirin, bal ve süt ile karıştırıp için" dedi. Öyle yaptılar bu şekilde pişirilen kahveye "Cappucino" dendi. Papa 23. Jean, daha sonraları bu rahibi aziz ilan etmişti...



...Ramazan ve Kurban Bayramında, sabah namazından sonra, sarayın taht kapısı (Babüssaade) önüne mücevherli altın bayram tahtı kurulur ; Sadrazam ve Divan erkanı Kubbealtı'nda, ulema, ocak ağaları, kalem efendileri, hekimbaşıya kadar teşrifat defterinde yazılı olanlar da tören giysili olarak avlu revaklarının önünde el, etek, saçak öpmek için toplanırlar ; Hasoda'da Enderun halkıyla bayramlaşan padişah Taht Kapısı'nda görününce çavuşlar topluca, "Aleyke Avnul-lah, maşallah ! Devletinle bin yaşa ! Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var !" diye alkışta bulunurlardı. En çarpıcı sahne, sadrazamın, üçer adım arayla üç kez diz çöküp yeri, sonra padişahın her iki ayağını öpmesiydi...



...16.yüzyıl sonlarında sadece sultan siyah tilki kürkü giyerdi. Diğer kürkler sultan ve emrindekiler tarafından özel bir zamanlamayla giyilirdi. Sonbaharda kakım ; sonra kısa bir süre için sincap ve kışın ise samur.. Sultan kürkünü değiştirdiği gün, veziriazam ve diğerleri de onu izlerdi...



...Gülcemal Kadınefendi'ye Abdülmecid adeta tutkundu. Onun için,"Bu kadın, kalben en hakiki bir muhabbet hissettiğim yegane zevcemdir. Onunla ömrümü birlikte geçirdiğim için, gençliğimden beri kendisine bütün kalbimle bağlandım" dediğini anılarında yazan Dr. Spitzer, Gülcemal'i muayene ettiği sıradaki gözlemini şöyle anlatır : "Padişah, yüzünü örten şalı kendisi açtı. İşte o zaman karşımda öyle güzel bir kadın başı gördüm ki, ömrümde bir benzerine daha rastlamadım.." Gülcemal ne yazık ki 1851' de veremden öldüğünde oğlu Reşad daha 7 yaşındaydı.( Sultan V. Mehmed)...



...V. Mehmed'in hakkındaki jurnallerden dolayı, ağabeyi 2. Abdülhamid kendisini sürekli izlettirir, ayrıca gözleri mavi olduğundan nazarı değer diye görüşmekten kaçınırdı. V. Mehmed Reşad, 32 yıl süren münzevi yaşamdan sonra 1908'de Meşrutiyet' in ilanıyla törenlerde görünmeye başladı. Güleç ve sıcak bakışlı çehresiyle halk arasında sempati topladı. Fakat Yıldız Sarayı'na davet edildiğinde, 2. Abdülhamid, öfkeyle yakasına yapışıp, "Bu işler senin başının altından çıkıyor ! " diye azarlamıştı...
Sultan v. Mehmed reşad dönemındekı resmı zıyaret yoğunluğunun önemlı kışılerı arasında bulgarıstan kralı ı. Ferdınand ve sırbıstan prensı pıerre karageorgovıc de vardı. Her ıkısı de padışah tarafından ağırlandı. Ferdınand' a yıldız sarayı' nda verılen zıyafet sırasında padışah' ın yanında oturan meclıs-ı mebusan reısı ahmed rıza bey, usulen kadehını kaldırıp, padışah' a saygısından ıçmeyınce bunu fark eden sultan' ın kendısıne, "yuvarlayıver !" dedığını anılarında anlatır...




...10 şubat 1918' de eskı padışah 2. Abdülhamıd öldü.

V. Mehmed, padışahlara mahsus cenaze alayı düzenlenmesını ırade ettı. Devlet erkanının, şehzadelerın ve halkın katıldığı törenın bıtımınde hünkar imamı suzı efendı' nın, dılı sürçüp, "sultan mehmed reşad han hazretlerının ruh-ı şerıflerıne fatıha" demesı kadar, buna kahkahalarla gülen şeyhülıslam musa kazım efendı' nın hafıflığı de herkesı şaşırttı...




...v. Murad' ın bazı mektuplarında, osmanoğulları' nın saray yaşamına ılışkın olarak örneğın ; sultan ibrahım' ın kışın kedılere kürk gıydırmesı öyküsü, kış aylarında haremde fazla oturmasından dolayı kendısıne "barı başına hotoz (kadınların kullandığı bır tür başlık) koy !" denılmesı, yavrulayan kedıler ıçın loğusa şerbetı hazırlanıp, kedı düğünü yapılması gıbı pek çok ılgınç bılgı vardır...




...1828' ın en ılgınç olayı, ingıltere' den satın alınan ılk buharlı gemının istanbul' a getırılmesı, halkın "buğu gemısı" adını vermesıydı...




...1844 yılında genel bır nüfus sayımı yapıldı ve halka, "mecıdıye" denılen ılk kımlık belgelerı verıldı. Halk, nüfus kağıtlarını fesın altında sakladığı ıçın "kafa kağıdı" adını o zaman vermıştır...
Bayrağımızdaki hilalin sayısını bire indiren ve yanına yıldızı ilk koyan padişah, 3. Selim' dir.Kullandığı yıldız sekiz köşelidir ve şekil biliminde "zafer" anlamına gelir.Yıldızımızı beş köşeli yapan ise Abdülmecid...



...Ay ışığında, saltanat kayığıyla dolaşmayı en çok seven Padişah I. Mahmud, 13 Aralık 1754' te, Cuma namazından Saray' a dönerken at üzerinde fenalaşarak ölür. Bahçekapı' da babası 2. Mustafa' nın yanına gömülen padişahın baş ucunda ilk gece Kur'an okuyan hafızlardan biri, mezardan boğuk sesler duyunca, Saray' a koşarak durumu haber verir. Ne var ki, kardeşi 3. Osman' ın tahta oturma töreni aynı gün yapılmıştır. İstanbullular arasında, I. Mahmud' un yaşadığını Saray' a bildiren hafızın bir daha dışarı çıkamadığı yıllarca anlatılırken, diri diri gömülen ve hiç çocuğu olmadığı için üzülen padişahtan geriye söylediği şu sözler kalır : "Dünyada iki şeyin tadına doyamadım ; biri evlat, biri mehtap."...



... İstanbul' da Kanuni Süleyman' ın kızı Mihrimah Sultan' ın adını taşıyan iki cami vardır. Biri Üsküdar' da, diğeri Edirnekapı' dadır.. Güneş her gün, çocuğunu arayan bir anne gibi Üsküdar' daki caminin ardından doğarken, Ay Edirnekapı' daki caminin minarelerinin arkasına saklanır. "Mihrimah" ın (mihr ü mah) anlamı da "güneş ve ay" dır ...



...Topkapı Sarayı' nın müzeye dönüştürme çalışmalarının yoğun bir şekilde devam ettiği 1929 yılında, müze müdürü Ethem Eldem, Harem Dairesinden geçerken, bekçiler ve birkaç işçi yemek yedikleri masaya davet ederler. Ethem Bey, tam teşekkür ederek uzaklaşacakken, gözü masaya serilen ve üstünde yiyeceklerin bulunduğu beze takılır. Yaklaşıp dikkatle baktığında, gördüklerine inanamaz. Bu bir haritadır !. Şaşkınlık ve kızgınlıkla bağırır : "Kaldırın derhal yiyecekleri.."
İşte, Piri Reis' in ünlü haritası böyle bulunur !.. Ne yazık ki ele geçen sadece beşte biridir...
Sultanları evlendirme işi tamamen padişahların arzusuyla oluyordu. Anlaşılan, genellikle ne sultana, ne de damat adayı yöneticiye danışmak pek söz konusu değildi. Sultan, beşiğinde uyuyan bir bebek, damat ise ak sakallı bir vezir olabilirdi. Bu durumda, nişan ve nikahtan sonra, evlenmek için sultanın buluğa ermesi beklenirdi. Damat fermanı alır almaz, mevcut karı veya karılarını boşamak zorundaydı. Sultanın her türlü nazını çekmek zorundaydı, onu boşayamazdı da..
Yabancı bir yazara göre, padişah, bir paşanın fazla nüfuzlu veya zengin olması halinde, onu zayıflatmak amacıyla damat yaparmış. Çünkü nişan, nikah, düğün dolayısıyla paşa muazzam servetler harcamak zorundaymış...



...Sultanların kudretli sülale kurmalarını önlemek için esaslı bazı tedbirler alınırdı. Ölen sultanların servetlerine Saray el koyardı. Sultanların oğulları Fatih Kanunnamesi' ne göre, en fazla sancakbeyi olabilirlerdi. Oysa sultan eşi olmayan, başka bir deyişle damat olmayan paşaların oğulları vezirliğe kadar yükselebilirdi...



...Valide Sultan' ın önemini Saray' ın mimari planından izleyebilmek mümkündür. Valide Sultan dairesi, Topkapı ölçülerine göre, geniş yatak ve yemek odaları, sofası, hamamı ile önemli bir yer işgal etmekteydi. Üstelik hem padişah dairesine bitişikti, hem de-pek ilginçtir-cariyeler dairesi ile padişah dairesi arasında, sanki bir engel, bir trafik polisi gibi duruyordu !...



...Hazinedarbaşı adındaki yüksek saray görevlisinin bir işi de, Cumaları padişahın namaz kılacağı camiye gitmek ve namaz seccadesini yaydıktan sonra, yanağını seccadeye sürerek padişahın alnına batabilecek bir şeyin bulunup bulunmadığını denetlemekti...



...2. Abdülhamid' in çamaşırları, Çamaşır Ustası' nın gözetiminde kalfalar tarafından 7 gümüş leğenden geçirilerek yıkanırmış. Padişahın saç ve tırnaklarına yapılan muamele de ilginçti. Muayyen günlerde tıraş olan padişahın kesilen saçları gümüş bir leğende yıkanıp saç sandığına konurmuş. Sandık mühürlenirken dualar okunur, surre alayı ile Medine' ye götürülüp Peygamber mezarı civarına gömülürmüş. Tırnakları da tırnakçıbaşı tarafından Perşembeleri kesilip aynı muameleye tabi olurmuş..



...Sadrazam' ın iki kez yer ve ayak öptüğü törende, rütbeleri daha küçük olan vezirler sadece bir kez yer öperler ve bundan başka padişahın eteğini öpmekle yetinirlerdi. Bunu yorumlamak zor.. Anlaşılan, daha yüksek rütbeli olan sadrazamın, daha çok dalkavukluk etmekle ya da gereken saygıyı göstermekle, sadrazamın şanına halel gelmiyordu...
Eskiden ; Elde nergis tutmak, "Beni seviyor musun ?" Gonca gülü ikiye bölmek, "Uğruma ölümü göze alır mısın ? " ... Menekşeyi sapından ayırmak, "Boynum kıldan incedir " demekmiş..
Aşkın kendine has bir kafiyesi de varmış ;
Birisine fıstık gönderilmesi, "İkimize bir yastık"..
İpek gönderilmesi, "Seni seviyorum pek !" demek ...



...Kadın mahkumların idamında daha sakıngan davranılır ve taş dolu bir çuvala konulduktan sonra Boğaz' ın sularına atılırdı. (İstanbul' un bir diğer coğrafi avantajı da Boğaz' da cesetleri hızla sürükleyen devamlı akıntıydı )
16. yüzyılda, sarayın gözdelerinden Esperanza Malchi isimli bir Musevi iş kadını, sikkeye değersiz maden karıştırdığı suçlamasıyla yeniçeriler tarafından sokak ortasında paramparça edilince, Sultan 3. Mehmed' in annesi Padişah' ı şöyle azarlamıştı : "Yahudi kadının öldürülmesine karar verildiyse, bu kadar iğrenç bir şekilde olması şart mıydı ? O da denize atılamaz mıydı ? "...



...İstanbul, "El-mahmiyye" (Tanrı tarafından düzensizliğe, Sultan tarafından adaletsizliğe karşı iyi korunan, himaye edilen) unvanını hak etmiyordu artık. 
Sultanlardan biri gece vakti yürüyüşten döndüğünde, sarayın orta kapısında tek bir muhafız bulunmadığını görmüştü. Meclis-i Has' ın içoğlanları kendilerine sunulan hediyeleri küçük diye geri çeviriyorlardı. Harem bile kontrolden çıkmıştı. 18. yüzyılda, bilinmeyen ya da kayda geçmemiş nedenlerle, sultanın uymak zorunda olduğu bir harem tarifesi ortaya çıktı. Bu uygulama çerçevesinde, kızlardan biri "sırasını" sattığı için idam edildi. Şayet sultan sırayı bozmaya kalkışırsa, "tehlikeli kıskançlıklar ve can sıkıcı velveleler" e muhatap oluyordu.
I. Abdülhamid, tarafından Ruhşah isimli bir harem kızına yazılan mektupta, yalvaran bir üslup göze çarpar : "Sevgilim, zincire vurulmuş kölenizim sizin. İster vurun, ister öldürün. Her şeyim sizindir. Yalvarırım, gelin bu gece." Sultanlar da yalvarırdı !.. Bazı sultanlar, istedikleri kadınları görebilmek için şehirde gizlice oda kiralama yoluna başvurmuştu...



...Şehre, "Société Anonyme d'Electricité" tarafından elektrik verilmeye başlandı. Telefonlar, 1911 yılında kurulan "Société Anonyme Ottomane des 
Téléphones" tarafından bağlanıyordu. Yine de, Abdülhamid zamanında ayrıcalıklı birkaç telefon telefon sahibi vardı. Babıali' nin numarası "Stambul 42", Dolmabahçe Sarayı' nın ise "Pera 24" idi...
"Ferah ve Avrupai" Tokatlayan Oteli, 1892 yılında Grande Rue de Pera' daki klasik tarzda, sütunlu, büyük bir binada, bir Ermeni ailesi tarafından açılmıştı. Otelin kafesi, politikacıların, subayların, dünyanın dört bir yanından gelen gazetecilerle casusların ve "Türk kadınları hariç her tür kadın" ın uğrak yeri olan, önemli bir siyasal merkezdi. Müşterisinin ne istediğini, garsonların bir bakışta anladığı söylenirdi...



1875 yılına gelindiğinde, Osmanlı ordusu modern top ve tüfek donanımının en iyilerine sahipti. Ama yine aynı tarihe kadar, Osmanlı harcamalarının yarısı borç faizlerini ödemeye gitmişti. 3 Ekim 1875 tarihinde, Osmanlı hükümeti borç faizi ödemelerini yarı yarıya azalttı - hükümetin ödeme gücüne indirilmiş ölümcül bir darbeydi bu..
Zarifi ve diğer Rum bankerleri, Murad Efendi ile gizlice temaslara başlamıştı. İstanbul uçurumun kenarına gelip dayanmış bir tımarhane gibiydi. 1876 Mayıs' ında, tersanenin aylardır maaş alamayan Müslüman ve Hıristiyan işçileri greve gitti. Muhtemelen, şehir tarihindeki ilk grevdi bu...



...İstanbul' un opera binası, Avrupa' nın turne programı içinde yer alıyordu. "Il Trovatore", 1853 yılında, daha Londra' ya gitmeden burada sergilenmişti. Galler Prensi ve Prensesi, 1869 yılındaki resmi ziyaretleri sırasında Abdülaziz' le birlikte "L'Africain" a gittikleri zaman, seyirciler arasında bulunan Ermeni ve Levanten kadınların kıyafet ve takıları tanınmış gazeteci W.H.Russell' ı çok etkilemişti : "Gelenler o kadar Avrupai ve pırıltılıydı ki, İstanbul' da olduğumuza inanmak için insanın çaba harcaması gerekiyordu."...



...Büyük İslam reformcusu ve Batı' ya karşı ittifak yanlısı olan Cemaleddin Afgani de 1892' den sonra, Yıldız' ın eteklerinde bir evde yaşamış, Sultan' ın mutfağından karnını doyurmuş, saray arabalarının birinden yararlanmıştı ; Afgani, İngiliz hükümetinin kendisini kullanarak Mekke şeriflerinden birinin halifeliğini savunmasını engellemek amacıyla, Sultan tarafından Londra' dan davet edilmişti. O da, Sultan' dan aldığı hediye ve ödeneklerin karşılığında, Yıldız Sarayı' nın konforlu ortamından İran' ın Şii ileri gelenlerine mektuplar gönderiyor ; Sünni İslam' ın ve Osmanlı Halifeliği' nin desteklenmesini istiyordu. 1896 yılında, Sultan' ın fazlasıyla nefret ettiği rakibi İran Şahı' na yapılan suikastın fikir babası kendisiydi. Suikastçı Mirza Rıza sorgusu sırasında 1895 yılında İstanbul' daki bir buluşmada Afgani' nin bütün Müslümanları "Halifeliğe doğru" çekme ve "Sultan' ı bütün Müslümanların Başkumandanı kılma" arzusunu dile getirdiğini ve kendisini tiranı (Şah'ı) öldürmeye teşvik ettiğini itiraf etmişti. Afgani 1897 yılında, Yıldız' da resmi itibarını yitirmiş bir kişi olarak öldü...



...Yeni devletlerin ortaya çıkışıyla iki yeni sefaret daha katılmıştı İstanbul'a . Grande Rue de Pera' nın dışında yer alan İtalyan sefareti ile Boğaz' a bakan bir tepeye inşa edilmiş, neoklasik bir sarayda ikamet eden Alman sefareti. Alman kartalları, binanın bütün köşelerinde kanatlarını gere gere oturuyordu. Sultan Abdülaziz, gagaların sanki beynini oyduğunu söylerdi...



...Hicaz demiryolu, Sultan' ın başlıca politikalarından birinin dışarıya dönük bir manifestosuydu : İslam' ın dirilişi.. Sırdaşlarını Rum ve Ermeniler arasından seçen ve İtalyan operalarını dinleyen hükümdarın, gerek Avrupa' nın büyüyen imparatorlukları karşısında silah olarak, gerek fakirleşmiş ve bezgin kullarına umut ve birlik aşılama aracı olarak seçimi, İslam' dı. 1892 yılında başkatibine yazdığı gibi, "Onlara (maddi desteğini varlıklı ve fanatik Hıristiyanlardan alan misyonerlere) karşı mücadele etmenin tek yolu, İslam nüfusunu artırmak ve Dinlerin En Mukaddesi' nin yayılmasını sağlamaktır."
Saltanatı sırasında Yıldız Sarayı, Müslümanların Vatikan' ıydı. 1876 sonrasında İstanbul' a bir grup vaiz, derviş, talebe ve ulema geldi. Bunlar ellerine Kur' anları ve Osmanlı sancaklarını alıp Zengibar' a, Sibirya' ya ve Cava Adası' na kadar gitti. Buralarda, kudret ve ihtişamını anlata anlata bitiremedikleri son bağımsız Müslüman hükümdarı olan Sultan Halife' yi desteklemeye teşvik ediyorlardı Müslümanları...

18.yüzyıla ait bir tahmine göre, camilerde her gün 30.000 kişi doyurulurdu ve böylece, açlık seviyesi hiçbir zaman 1789 Fransa' sındaki noktaya gelmezdi. Batılı gezginler, Rum mahalleleri dışında, İstanbul'da Avrupa' nın başka her hangi bir şehrine oranla daha az dilenci bulunduğu konusunda hemfikirdi...



...Ulema sınıfı, Babıali' de bulunan iktidar seçkinlerinden ayrı, ama şehir adabı ve gelenekleri üzerinde kayda değer bir etkisi bulunan, gelişkin ve yarı babadan oğula niteliği taşıyan bir "noblesse de robe" (cübbe soyluluğu) halini almıştı. 18. yüzyılda İstanbul' un 24 müftüsü, şehrin daha önceki müftülerinin oğullarıydı ve bunlara "beşik uleması" denirdi...



...Sultan, I. Dünya Savaşı' na kadar her yıl, Kabe' ye örtülmek üzere "mahmil" denilen altın işlemeli sırma bir örtü ve Mekke Emini için dört kat altın işlemeli ipekle sarılı bir mektup ve altın işli kakım kürkünden dikilmiş bir cüppe gönderirdi.
Osmanlı hanedanının 1517 yılından sonra, gururunun ve halktan gördüğü saygının ana nedeni, hanlar, silahlı korumalar ve rüşvetle beslenen Bedevi aşiretleri sayesinde Hicaz' a kadar hacılara sağladığı oldukça masraflı korumaydı...
18. yüzyıla kadar hükümet gelirlerinin % 10 ila 17' sini emen hac faaliyetinin maliyeti, sarayın idare masraflarından daha fazlaydı...



...Hırka-i Şerif, her yıl Ramazan ayının 15. günü bir kez Meclis-i Has' ın içoğlanları tarafından gülsuyu ile yıkanırdı. Bunun ardından imparatorluk ailesinin bireyleri ile hükümet erkanı, öncelik sırasına göre içeri alınırdı. Herkese içinde hırkanın yıkandığı su bulunan bir şişe ve Peygamber mührünü taşıyan bir kağıt parçası verilirdi. Kağıdı önce suyla iyice ıslatır, ardından yutarlardı...
Osmanlı arşivlerinden belirlendiğine göre, İstanbul' da ilk otomobil 1904 yılında görülür. 1904 yılı Eylül ayında, Reji İdaresi' nin (eski TEKEL) ısmarlamış olduğu bir otomobil, 'Masejeri kumpanyasının vapuru ile' İstanbul limanına ulaşır.
Söz konusu otomobil 3 adet sandık içinde, monte edilmemiş bir haldedir. Daha önce böyle bir araçla karşılaşmayan gümrük memurları, ne şekilde hareket edeceklerine karar veremezler. Aracı getiren kişiden bilgi istendiğinde, bunun 'gaz ile çalışan bir otomobil' olduğu anlaşılır. Gümrük yöneticileri de araca, 'kendi kendine hareket eden ' anlamında "zatü'l-hareke" adını takarlar. Fakat Gümrük tarifelerinde, otomobiller için uygulanacak herhangi bir liste yoktur. Memurlar araca giriş yaptırıp yaptırmama konusunda tereddüte düşerler. Karar veremeyince de hükümete danışılır.
Konuyu değerlendiren Osmanlı hükümeti, 'İstanbul sokaklarının otomobil işletmesine müsait olmadığı' gerekçesiyle, aracın kente girişinin yasaklanmasına ve geldiği yere iadesine karar verir.
Bu yasaklamadan sonra bir süre,İstanbul'a otomobil gelmez. 1905 yılında ise Romanya'lı Prens Bisko, otomobiliyle İstanbul' dan transit geçerek Avrupa' ya gidebilmek için izin ister. Kentte otomobil girişi yasaklanmış olmasına rağmen, transit geçiş yapacağından, Prens'e izin verilir.
Otomobilin İstanbul' a kalıcı bir biçimde gelebilmesi, 23 Temmuz 1908 tarihinde ilan edilen II. Meşrutiyet sonrasına rastlar. Bazı kaynaklarda belirtildiğine göre, kullanma amacıyla İstanbul'a ilk otomobili getiren, Basra mebusu Züheyirzade Ahmet Paşa' dır. Ahmet Paşa bu yolda padişahtan özel izin almıştır. Üstü açık ve kırmızı renkli bu otomobil saatte 20 km.yapmaktadır.
II. Meşrutiyet sonrasında İstanbul' da otomobil sayısı artmaya başlar. 1908-1914 yılları arasındaki dönemde, çoğu resmi olmak üzere, İstanbul'da 100 - 150 otomobil bulunduğu tahmin edilmektedir. Bu araçlar Almanya, Fransa, İngiltere ve İtalya'dan getirilmiştir.
Türk insanının otomobille tam olarak kaynaşması ise orduda kullanılan motorlu araçlar sayesinde olur. I. Dünya Savaşı başlarken Almanya' dan getirilen çok sayıda otomobil nedeniyle İstanbul' da bir otomobil taburu ve bir de şoför eğitim kursu açılır. Cumhuriyet döneminde de bu taburdan yetişen Fikri Tevfi Bey Türkiye' nin ilk sivil şoför eğitim kursunu açmıştır...



...İlk kez bir Osmanlı padişahının, Avrupa' ya geziye çıkması kuşkusuz az şey değildi ve vak'anüvis Lütfi Efendi' nin belirttiğine göre, "seyahatin misli görülmemiş bir azamet-i fevkalade olarak ve zamanın icap ettirdiği hale göre bundan mülk ve milletçe tevaid-i matlube (beklenen yararlar) elde edileceğine" inanılıyordu..
Paris gazeteleriyse bu geziyi, İslam alemi için, 'eşi olmayan bir hadise' veya Rus Çarı Alexander' in bir süre önceki Fransa ziyaretinin kontrpartisi olarak veriyorlardı. Oysa asıl neden, Abdülaziz' i bu geziye razı edip Sadrazam Ali Paşa' nın, Avrupalı müttefiklerden yardım alma siyasetiydi.
Sekiz gün deniz yolculuğu sırasında, 'kurena' denilen saray adamları Abdülaziz' e büyük ataları zamanında Akdeniz sularında kazanılan zaferleri anlata dursunlar, 27 Haziran gecesi kopan fırtınada dalgalar yatları ceviz kabuğu gibi savurmaya başlayınca padişah dehşetli korkuya kapıldı. Fuad Paşa' ya "Derhal dönülsün !" buyruğunu verdi. Fuad Paşa, padişahı oyalayarak kaptana rotayı değiştirmemesini bildirdi. Bu sayede 29 Haziran Cumartesi günü, Toulon limanına ulaşıldı.
Gösteriş düşkünü III. Napoleon, debdebeyi seven Abdülaziz için, benzeri görülmedik bir karşılama töreni hazırlatmıştı. Lakin top salvoları yeri göğü inletmeye başlayınca padişah yine korktu ve bir daha "dönülsün !" dedi. Bu durumda Fuad Paşa' nın, "Bu kulunuzu gemi serenlerine astırın, öyle dönülsün !" dediği rivayet edilir .
9 Temmuz'da Versailles' daki baloya da 'kerhen' giden padişah, yeğeni yakışıklı Murad' ın güzel Fransız kızlarıyla dans edişinden o kadar rahatsız oldu ki Fuad Paşa' ya, "Bakın şu oğlanın haline. Bizi rezil kepaze etti. Gerçi Frenklerce adettir ama bize yakışır mı ? Bahusus huzurumuzda böyle küstahlığa nasıl cüret eder ? Yarın şunu o hatundan ayırın !" der.
20 Temmuz Cumartesi günü, Londra Sefiri Müzürüs Paşa' nın çabasıyla Indıa Office' de parlak bir ziyafet, gece de bir balo daha gerçekleşti ama bu programın yüklediği yorgunluk ve heyecan sonucu, Müzürüs, pattadak ölüverdi...



...Padişah Deli İbrahim'i (aslında deli olan IV. Mustafa idi) üfürüğüyle güya iyileştiren Safranbolu'lu "Cinci Hoca" Hüseyin Efendi, asla sadrazam olmamakla beraber, devleti hortumlamakta kendisinden daha obur bir zata rastlanamaz !... Aşıladığı telkinlerle, İbrahim tahta geçer geçmez Anadolu Kazaskerliği' ne atandığında(1644), müderrisliğin ilk kademesine bile ayak basmamıştı. Ancak gücü, Kazaskerliğin de ötesine varmış, devlette istediğine istediğini yaptırır hale gelmişti. Kendisi gibi pek çok cahil insanı önemli yerlere tayin ettirmiş, bunların bir çoğunu ise ödedikleri rüşveti çıkaramadan azlettirmiştir.
Kadılıkların tayini gizli bir ihale mekanizmasına dönüşmüş, en fazla parayı verende kalır olmuştu. Sonunda Sultan İbrahim şikayetlerin kesilmemesine dayanamayıp Hoca' yı görevden almış, bunca rüşvet şikayetine rağmen, yine de tahsis ettiği konaktan başka varlığına el sürmemişti.
İbrahim' in katlinden sonra yerine geçen IV. Mehmed' in cülus bahşişi çok para tutuyor, buna karşın hazine tamtakır bulunuyordu. Cinci Hoca' dan 200.000 akçe istendiyse de vermedi ! Bunun üzerine harekete geçen yetkililer, evini basarak 200.000 akçeyi aldıkları gibi, 2 sandık dolusu altını, 500 samur kürkünü müsadere ettiler. (zorla aldılar)
Defterlerini inceleyen memurlar, masrafı çıktıktan sonra 3.000 kese malı olduğunu anladılar. Bunun üzerine kellesinin gideceğini anlayan Hoca, merdiven altına gömdüğü 12 güğüm dolusu çil akçeyi ve 70.000 kuruşu da çıkararak kellesini kurtardı. Geri kalan yaşamını sürgünde geçiren Hoca, ölümünden önce İstanbul' a döndüyse de Sultanahmet Camii vakasında katledildi...

1568' de İran elçisinin getirdiği hediyeler arasında mavi porselenden 8 adet tabak da vardı. Bu tabakların özelliği, içine zehirli yemek konduğunda dağılmasıydı. Yumuşaması için 150 yıl toprak altında tutulan bir topraktan yapılmıştı...



... Sarayda yalnız Abdülmecid' in hareminde değil, bütün şehzadelerin ve sultanların dairelerinde de cariyeden geçilmiyordu. Hünkarın ve yakınlarının hizmetindeki cariyelerin sayısı 700' ü geçmişti !. Bu kadar debdebenin, israfın gereği neydi ? Hünkar, sarayın ve sultanların masrafını duyunca damatlarına kızıyor, "Bunların cümlesi namussuzdur" diyordu...



...Günümüzde pek az kişi, "vakt-i zamanında" baba ve dedelerimizin bayramlarını, "İdiniz sa'id olsun" yazılı kartvizit boyutlarındaki kartlarla tebrik ettiklerini bilir. Arapça' daki "a-yad" kökünden Osmanlıca' ya geçen "İd" sözcüğü, "Bayram" anlamına gelmektedir. "Sa'id" ise; mutlu, uğurlu anlamlarında olup, günümüz Türkçe' sinde "Sait" biçiminde ve erkek adı olarak yaşamaktadır...
(NOT: "İdiniz" in okunuşu : "İdgniz" şeklindedir)



...1840' lı yıllarda, Tersane-i Amire' nin küçük vapurları Boğaziçi' ne, daha büyükçe olanları da Tekirdağ, İzmit, Çanakkale, Selanik, İzmir ya da Karadeniz iskelelerine yolcu, yük taşıyorlardı. Ama 1850' lere gelindiğinde de, Şirket-i Hayriye vapurları ortaya çıktılar. İleride, 100 yıla yakın bir süre aralıksız hizmet verecek olan bu vapurculuk şirketi, 17 Ocak 1851 günü Sultan Abdülmecid tarafından kuruldu. Adı "halkın yararına olan şirket" anlamına gelen bu vapurculuk şirketi, bizde kurulan İLK anonim şirket oldu...



...Yunanlıların İzmir' e çıkmalarından 3 ay sonra, Anadolu'da yaratılan terör nedeniyle ABD Yüksek Komiseri Amiral Brıstol başkanlığında "Yunan zulümlerini inceleme komisyonu" kuruldu. Komisyonda, İngiliz Amirali Hare, Fransız Generali Bunoust ve İtalyan Generali Dall'olio bulunuyordu. Komisyona ayrıca oy hakkı bulunmamak koşuluyla, birer Türk ve Yunan gözlemci de katılıyordu.
8 Kasım 1919' da, komisyon çalışmalarını görüşen Paris Barış Konferansı On' lar konseyi, Türk iddialarını haklı buldu ve Yunanlıların uyarılmalarına karar verdi. Ancak rapor, uluslararası kamuoyuna açıklanmadı. Hatta konsey, Yunan Başbakanı Venizelos'a yazdığı yazıda, "İzmir bölgesindeki asayişin sağlanması için Yunanlılara güven duyulduğunu belirterek tarafsızlıklarını (!) vurguladı."
Yunanlıların Anadolu topraklarına çıkışından birkaç ay sonra, İngiliz Yüksek Komiser Vekili Webb, 1919 yazında verdiği raporunda, "Venizelos bütün İzmir ve bölgesini mezbahaya çevirdi. Bu nedenle içteki durum giderek kararsızlaşıyor. Burası Türkiye değil de bir başka yer olsaydı, muazzam bir ayaklanmanın eşiğinde olduğunu söylerdim. Ama bu garip ülke için, spekülasyon yapmak çok zor" diyordu....



...Daha Ankara Meclisi' nin açılmasının üzerinden birkaç ay geçmeden, Moskova'dan para ve silah yardımı yağmaya başladı. On parasız Ankara' yı 1921 Sakarya Zaferi' ne ulaştırmada, bu yardımın önemli payı vardır. Sakarya, Fransa' nın düşmanlıktan vazgeçmesini en çok etkileyen öğe olmuş ve Ankara Antlaşması uyarınca Fransa Çukurova' dan çekilirken yiyecek, giyecek ve silahlarını Türk ordusuna terk etmiştir.
Yapılan hesaplara göre, Kurtuluş Savaşı' na dışarıdan gelen yardımın % 83' ü Bolşeviklerden,
% 10' u Hint Müslümanlarından ve % 7' si Fransızlardandır...



...Bizans' ta İmparator secde ile selamlanır ; erguvani kaftanının öpülmesi, memurlar için hem bir mecburiyet hem de bir imtiyaz sayılırdı. Osmanlılar Bizans sarayının bu adetlerini aldılar ve padişahı, "kutsal saray" daki "kutsal imparator" haline getirdiler. Padişah, " yönetici ailenin birinci ferdi" olma konumundan "Tanrı' nın iradesini yeryüzünde temsil eden seçilmiş kişi" konumuna geçirildi.
Bunun yanı sıra, saray haremi ve haremağaları da Bizans' tan alınmış kurumlardır. Hükümdara yakınlıkları nedeniyle, her iki devletin yönetiminde de etkin konumlara gelebilmiş hadımlar vardır...


3. Murad' ın sadrazamı bir gün bütün yabancı elçilerin bulunduğu bir sırada Avusturya elçisine şunları söylemişti : " İmparator Rodolph' un hasta ve düşkün bir prens olduğu doğru değil mi ? Neden Macarlar kendi kanlarından olmayan birini Kral olarak seçtiler ? Bizim atasözümüze göre, Almanlar hadım edilmiş beygirler, Macarlar da damızlık kısraklardır. Siz, Macarları Padişah' ın egemenliğinden çıkarmak istiyorsunuz. Fakat eğer kendi aralarında yeni bir kral seçerlerse, imparatorunuza karşı seçtikleri yeni krallarını size kabul ettirmek için ordularımızı hiç çekinmeden Macaristan' a yollayacağız.."
Avusturya ve Macaristan elçileri çıt çıkarmadan, yapılan hakaretleri dinlediler ve yıllık vergilerini ödemeyi ve Osmanlı ile iyi geçinmeyi sürdürdüler...



... 3. Murad'ın oğlu Şehzade Mehmed' in 52 gün süren sünnet düğününde, şekerleme olarak doğal büyüklüğünde 9 fil, 17 aslan, 19 pars, 22 at, 21 deve, 4 zürafa, 9 denizkızı, 25 doğan, 11 leylek, 8 turna ve 8 ördek yapılmıştı ve daha bir sürü yiyecek vardı. Bütün tatlı çeşitleri 15 at tarafından taşınıyordu. Hepsi halka dağıtıldı.
Şekerlemelerden sonra yedi ayrı bölüme ayrılmış olan düğün alayı çıkageldi. Her biri değişik renklere boyanmış balmumundan binlerce kürenin piramit biçiminde üst üste yığılmasından oluşmuştu. Piramitlerin üzerine kuş, hayvan, meyve resimleri, aynalar, çeşitli eşyalar asılmıştı...



...Sadrazam Sinan Paşa, tasarladığı, hazırladığı ve komutanlığını yapacağı seferin başında öldü. Arkasından bıraktığı miras bir kralın hazinesine eşitti. Uzun yaşamı sırasında Avrupa' dan, Asya' dan ve Afrika' dan oluk gibi servet akmıştı. Hazinesinde şunlar bulunuyordu : Yirmi kasa külçe altın, iri inci tanelerinden 15 tespih, 30 parça elmas, içi altın tozu dolu 20 kavanoz, yine altından 20 ibrik, çok değerli satranç takımı, üzeri pırlanta işlemeli deriden masa kilimi, 16 değerli şömine siperi, 16 at eğeri, 34 üzengi, yakut işlemeli 32 zırh, 140 miğfer, 120 kuşak, değerli taşlarla bezenmiş 16 pazubent, oyma gümüşten yemek takımları, 600 samur ve vaşak kürkü, yakaları tilki kürkü kaplı 30 üstlük, ipek ve sim ile dokunmuş 200 parça kumaş, 900 Rusya sincabı kürkü, 600.000 altın ve 2.000.000 gümüş akçe...
Komutanların ve vezirlerin son günlerinde hazinelerin ve taşınabilir eşyalarının yer altında mahzenlerde bulunması, servetlere el konulmasından ne kadar çekinildiğini ve Osmanlı' da mülkiyet hakkı üzerinde ne kadar zayıf bir güvence olduğunu ortaya koymaktadır...



...1. Ahmed' in sadrazamı Nasuh Paşa' nın ölümünden sonra kalanlar ise şöyle idi : Torbalar dolusu inci ve altın, her biri 5.000 altın değerinde olan altın kabzalı 1.800 kılıç, 1.200 av ve savaş atı, top top simli kumaşlar, Acem halıları, 20.000 deve, 6.000 sığır, 400 Arap kısrağı, Anadolu ve Rumeli' de otlayan 500.000 baş koyun !...


Avusturya, Macaristan üzerindeki eski haklarını durmadan tekrarlıyordu. Osmanlı' nın nankör müttefiki Szapolya, Arşidük Ferdinand ile gizli bir antlaşma imzalamıştı. Her iki hükümdarın ihanetini öğrenen Padişah Kanuni Süleyman, "Bu krallar, Tanrı ve insanlar önünde utanmadan şükranlarını ve yeminlerini bozduklarına göre taç taşımaya layık değildirler" diye bağırdı.
İhanetinin ortaya çıkmasından bir süre sonra Szapolya Budin' de öldürüldü. Ölümünden 15 gün sonra, Szapolya' nın karısı olması dolayısıyla tahta oturmuş olan Kraliçe, annelik ve naiplik haklarından yararlanmak için gebeymiş gibi davranmakla suçlandı.
Bu iftiraya çok üzülen Kraliçe o sıralarda doğurduğu çocuğu ile Osmanlı elçisinin huzuruna çıktı ve utancından kızararak memesini çıkardı, birkaç damla sütü kucağındaki bebeğin ağzına damlattı. Böylece gerçekten anne olduğunu ispatlıyordu. Bu son derece hazin durumdan çok etkilenen elçi, Kraliçe' nin önünde diz çökerek, elini çocuğun başına koydu. Kanuni Süleyman adına konuşarak, Szapolya' nın bu masum yavrusundan başka hiçbir kimsenin Macar tahtına çıkarılmayacağına söz verdi...



...Rüstem Paşa' nın serveti Romalı konsüller Crassus ile Lucullus' un servetlerini gölgede bırakacak derecedeydi. Paşa' nın servetinin dökümü şöyleydi :
Avrupa ve Asya' da 800 çiftlik, 500 su değirmeni, 2.000 köle, 3.000 savaş atı, 1.200 deve, armağan olarak hazırlanmış 5.000 onur kaftanı, 8.000 sarık, 2.000 zırh, 600 simli eğer takımı, 130 altın gem, değerli taşlar kakılmış 700 kılıç, 800 el yazması Kur'an, 5.000 ciltlik kütüphane, 120 katır yükü altın ve mücevher ve nihayet nakit para olarak kişisel hazinesinden 2.000.000 altın. İşte efendisinden serbestçe aldığı gibi harcamasını da bilen bir sadrazamın kısa zamanda hazinesinde biriken servet bu miktardaydı....



...Hareminden çıkan padişah, saray memurlarına, vezirlere, hizmetkarlara açık olan sarayın öteki dairelerine geçerdi. Orada silahdarın elinden kahvesini, çuhadardan şerbetini, altın yaldızlı tepsi ve porselen takımları içinde mabeyincilerden sabah kahvaltısını alırdı. Allah' ın nimetlerine saygı amacıyla çıkarılmış bir dinsel hüküm,altın ya da gümüş yemek takımlarının kullanılmasını engelliyordu. Kahvaltı, saray müzik takımının eşliğinde kısa sürerdi. Ondan sonra günlük eğlence ya da çalışma başlardı.
Divan toplantılarından sonra atına ya da kayığa binen padişah, Boğaziçi'nin Asya ve Avrupa kıyılarının en güzel yerlerinde yapılmış olan yalıları ile bahçelerini ziyarete giderdi. Padişah kayıkları, dalgaları yararcasına uçan kuşu anımsatmak için "kırlangıç" adını taşırdı. On üç çift kürek bir anda Hünkar' ı Boğaz' ın sularında kayar gibi götürürdü. Hükümdar altın işlemeli sayvanın altında seyahat ederken, bostancıbaşı dümeni yönetirdi. Sarayın öteki ileri gelenleri yine görkemli kayıklarla Padişah' ı izlerdi. Fakat bunların kayıklarındaki kürek sayısı Hünkar' ın kayığındaki kadar olmazdı.
Ata binmek, avlanmak, cirit ve ok atışı yapmak, arkadaşlarıyla görüşmek, yarışmak, raks izlemek, denizi, bahçeleri, fıskiyeleri, çiçekleri seyretmek Hükümdar'ı sarayın sıkıntılarından uzaklaştırırdı. Bazen basit bir elbise giyerek, arkasında yine kıyafet değiştirmiş vezirleri ile birlikte kente atıyla gider, yasaların uygulanmasına, zabıtanın durumuna bakardı. Geri kalan saatleri sarayın görkemi içinde ya da hareminin gizemli eğlenceleriyle geçirirdi...
Sultanahmet Camii, Medine dışında, 6 minaresi olan tek camidir..



...1908 yılında Yıldız Sarayı kentinde (!) 12.000 kişi yaşıyordu. Mutfaklarda öyle çok yemek pişiyordu ki, aşçılar yemek artıklarını satarak kazandıkları paralarla kendilerine evler yaptırmışlardı...



...Otuz ila kırk metre uzunluğundaki saray kayıklarının küreklerinde, mavi püsküllü kırmızı takkeleri, beyaz muslinden geniş pantalonları ve göğüsleriyle kıllarını açıkta bırakan gömlekleriyle 26 bostancı bulunurdu. Sultan, kayığın ucunda, kendisini güneş ve rüzgardan koruyan, fildişi, kaplumbağa kabuğu ve mücevher kakmalı, yaldızlı ahşap yükseltinin içinde, yastıkların arasında otururdu. Bostancılar öyle bir şevkle kürek çekerdi ki, kayık suyun üzerinde yayından fırlamış ok gibi giderdi. 19. yüzyılda buharlı gemileri geçebiliyordu. Genellikle sultanın kayığının önünde maiyetini taşıyan 6 kayık daha olurdu. (Jammer' larıyla birlikte dermişim !)
Karada olduğu gibi denizde de özel bir ses engeli Sultan'ı içine alırdı. Kayığa binerken, karaya çıkarken ya da kayığıyla geçerken karadan top atışlarıyla selamlanır, buna Boğaz' da demirli savaş gemileri de katılırdı. Topların dumanı dağıldığında Bostancılar, Sultanla, dümeni tutma onuru kendisine verilmiş olan komutanları Bostancı Paşa'nın konuşmalarına kulak misafiri olmamak için köpekler gibi havlarlardı !...



...Türk nakışçılığının ünü, lüks yaşamın bir başka şahikası olan Fransa Sarayı' na ulaşmıştı. 1570' lerde Catherine de Medici ve elli yıl sonra Maria de Medici, evlerinde nakış işlemek üzere genç kızları İstanbul' dan Fransa' ya çağırmışlardı...



..."Zülüflü Baltacılar" hareme odun getirdikleri sırada kadınlarla göz göze gelmemek için saçlarını uzun lüleler halinde bırakırlardı...



...Haremin gücünü simgelemesi açısından, duvarda açılmış bir delik önemlidir. 16. yüzyıl sonlarında, haremin Divan tarafında Altın Yol'a bakan,hangi tarihte yapıldığı tam olarak bilinmeyen bir delik açılmıştı. Böylece, en taze siyasi haberler kıdemli devlet görevlilerinden sonra ilk olarak hareme ulaşıyordu...


17. yüzyılın ikinci yarısında, İstanbul' da 485 cami ve 4.492 mescit bulunuyordu. Bir karşılaştırma yapılacak olursa, 16. yüzyılda Londra'da 100 kilise ve 18. yüzyılda Paris' te 162 kilise ve mabet vardı. İstanbul dünyanın en Müslüman şehri değildi belki ama başka hiçbir şehrin ondan daha çok camisi yoktu. Osmanlı İmparatorluğu' nun servetinin nereye gittiği çok sık sorulur. Cevaplardan biri, cami yapımlarıdır...



...Abdülmecid, 30 Kasım 1853'te Rusların Sinop baskınında şehit olan askerlerimizin anısına bir madalyon bastırttı. L.J. Hart'a sipariş edilip bastırtılan bu bronz madalyanın ön yüzünde, göbekte Sultan' ın bir portresi basılı, çevresinde "Osmanlı' nın İmparatoru Abdül Mecid Han" yazılıydı. Altta 3 tane yıldız vardı. Bu 3 yıldız, büyük olasılıkla Osmanlı İmp., İngiltere ve Fransa' yı temsil ediyordu. Arka yüzünde ise "Onlar senin için öldüler Avrupa ! Sinop 1853" yazısı yer alıyordu...



...30 Mart 1856' da imzalanan Paris Antlaşması ile Osmanlı, Avrupa Devletler Konseyi üyesi olmuştu. Anlaşma, Osmanlı topraklarında yaşayan gayrimüslimlere verilen ayrıcalıklarla doluydu. Bu yetmezmiş gibi Fransa, Osmanlı sultanlarının tarih boyunca hiçbir yabancı devletin nişanını kabul etmemiş olduğunu bile bile, Abdülmecid' e "Legıon d'honeur" nişanını takacak, hemen ardından İngiltere, aynı zamanda İslam Halifesi olan Sultan' ın Saint George Hıristiyan Tarikatı' na mürid olarak girmesini isteyecekti. Abdülmecid, Osmanlı'nın Avrupa Devletler Konseyi üyeliğini sürdürebilmek uğruna Hıristiyan tarikatlara mürid olarak girmeye bile hayır diyemeyecekti. Bu tarikata girmekle Hıristiyanlığı yüceltmekle yükümlü bir Garter Haçlı Şövalyesi oluyordu !...


Bazı vezirler öyle güçlenirdi ki, torunlarına da statü ve servet bırakırdı. 300 caminin yapımına para verdiği söylenen Sokollu Mehmed Paşa öldüğü zaman, İstanbul' da 4 sarayı, Edirne' de 360 odalı bir sarayı ve 18.000.000 altın kuruşu vardı...



... 2. Osman' ın amcası olan Mustafa Han bir önceki sultandı ve karşı cinsle arası iyi olmadığı için, yeğeni tarafından iki çıplak zenci kadınla beraber bir hücreye kapatılmıştı...



... 1600 yılında genç bir bakire köle 100, 60 yaşında bir kadın ise 36 duka altını ediyordu. Alıcı herhangi bir köle kızı satın almadan önce evine götürüp, uyurken horlayıp horlamadığını kontrol edebilirdi..



...1683 yılındaki Viyana yenilgisinin ardından, Avusturya ilerlemeyi sürdürdü. 1686' da Buda, 1688' de Belgrad düştü. İstanbul'da, Hıristiyan ordusunun surların önünde bitivermesinden duyulan korku sonucunda ev fiyatları düşmüştü. 1656 yılında olduğu gibi, pek çok kişi malını mülkünü toplamış ve Asya tarafına kaçmıştı. Sultan'ın müsrifliği ve devlet meselelerine karşı kayıtsızlığı eleştirilmeye başlanıyordu...



... Bu manzaralar şehrinde, bakmak da, konuşma ve yazı kadar bir iletişim aracıydı. Sultan, Topkapı Sarayı' nın terasından sık sık teleskopuyla Galata' ya bakardı. Galata sakinleri de cüret edebilirlerse teleskoplarını saraya çevirirlerdi. Bir keresinde, Fransız sefirinin teleskopundan yansıyan güneş ışını neredeyse diplomatik ilişkilerin askıya alınmasına neden oluyordu...



... Varlıklı Yahudiler Haliç' in iki kıyısında, Balat ve Hasköy' deki evlerinin "verandado" larında ( birinci kattaki büyük salon) "turkıto" yu ( küçük Türk müezzin) dinlerdi. "convita" lar (ziyafetler) sırasında "piskado reynado" (cevizli balık) gibi yemekler yer ve İspanya' dan sürgün edilmelerine ağıt niteliğindeki "romancero" lar söylerlerdi. Fakir aileler ise bazen iki ya da üç ailenin aynı odayı paylaştığı barınak ve dükkanlardan meydana gelen alçak bir bina olan "cortıjo" da yaşardı...



... Zengin evlerinde aşçılar sadece sol bacaktan yemek pişirirdi. Çünkü hayvanlar daha çok sağ bacaklarının üzerinde dururlardı...


Osmanlı' da burç isimleri :
Koç : Hamel
Boğa : Sevr
İkizler : Cevza
Yengeç : Seretan
Aslan : Esed
Başak : Sümbüle
Terazi : Mizan
Akrep : Akreb
Yay : Kavs
Oğlak : Cedi
Kova : Devl
Balık : Hut



... 1477 yılı hane halkı sayım sonuçları :
Müslümanlar : % 58, Gayrimüslimler : % 42
1897 yılında yani 420 yıl sonra yapılan sayım sonuçları :
Müslümanlar : % 58, Gayrimüslimler :% 42 !...



...İlk Amerikan başkanının anısına, kendi adının verildiği şehirde yapılan Washington Anıtı, 1845' te yapılmaya başlanmış fakat çeşitli nedenlerle 1885 yılında açılabilmişti. Yükselen Amerika değerini cümle aleme göstermek amacıyla, dönemin en yüksek anıtı olmak üzere tasarlandı. ( Bu unvanı 1899' da Eyfel Kulesi' nin yapımına kadar elinde tuttu.) 169 metre yüksekliğindeki anıtın inşası sırasında, ABD' nin talebi üzerine birçok ülkeden çeşitli hediyeler yollandı. Bunlardan biri de 1853 yılında Abdülmecid tarafından gönderilen, mermer üzerine işlenmiş, üzerine Sultan'ın tuğrası bulunan bir kitabe idi. Mermer taşın herhangi bir değeri yoktu ve Abdülmecid taşın üzerine, George Washington' la değil, kendisiyle ilgili bir ibare yazdırmıştı :
" Dostluğun devamı amacıyla
Abdülmecid Han' ın temiz adı,
Washington' daki bu yüksek taşa yazıldı."


...İlk piyango ; 1836'da , İzmir'deki Avrupalı ve Levanten topluluğa yönelik düzenlenmiştir. "Journal de Smyrne" gazetesinde çıkan haber şöyledir : "Tanesi 10 kuruştan seksen biletlik bir piyango tertiplendi. Elli yedisi satılmış durumda. Alberti' nin kahvesinde yapılacak çekilişte ödül, muhteşem bir altın saat olacaktır..



...Ülkemizde at yarışları, günümüzdeki biçim ve kuralları ile, ilk kez 1856 yılında, İzmir'de Şirinyer'de yapılmıştır. Yılda bir kez ve Nisan ayı başlarına rastlayan Paskalya günlerinde düzenlenen bu koşular, o dönemin yaşantısına göre, bir şenlik havasında geçerdi...


Hürriyet

KAYNAK OLARAK KULLANDIĞIM KİTAPLAR..
-------------------------------------------------------
1.DEVLET-İ ALİYYE.I...HALİL İNALCIK 2.OSMANLILAR..HALİL İNALCIK
3.İMP.'UN EN UZUN YÜZYILI..İLBER ORTAYLI
4.SON İMP. OSMANLI..İLBER ORTAYLI
5.TARİHİN IŞIĞINDA..İLBER ORTAYLI
6.OSM. TOPLUMUNDA AİLE..İLBER ORTAYLI
7.OSM.'YI YENİDEN KEŞFETMEK..İ.ORTAYLI
8.BATILILAŞMA YOLUNDA..İLBER ORTAYLI
9.OSMANLI TARİHİ..A.DE LAMARTINE
10.OSMANLI..CAROLİNE FİNKEL
11.OSM.İMP.TARİHİ..NICOLEA JORGA
12,BÜYÜK TÜRK..NICOLEA JORGA
13.YENİLMEZ TÜRK...NICOLEA JORGA
14.TÜRKİYE TARİHİ..ED.SİNA AKŞİN
15.OSM.DÜNYASI VE İNSANLARI..GÜLGÜN ÜÇEL
16.OSMANLI ORDUSU..GÜLGÜN ÜÇEL-AYBET
17,BU MÜLKÜN SULTANLARI..NECDET SAKAOĞLU 18.YENİÇERİLER..REŞAT EKREM KOÇU
19.SON PADİŞAH..YILMAZ ÇETİNER
20.SORULARLA OSM. ..ERHAN AFYONCU
21. SOKOLLU ...RADOVAN SAMARCIC
22. OSM.İMP.TARİHİ...A.CEVDET PAŞA
23. OSM.GERÇEĞİ..ERDOĞAN AYDIN
24. FATİH VE FETİH..ERDOĞAN AYDIN
25.KADINLAR SALTANATI..A.REFİK ALTINAY
26.DOĞU'YA BAKIŞ..GERALD MACLEAN
27.AT SIRTINDA ANADOLU..FREDERIC BURNABY
28.ABDÜLMECİD..HIFZI TOPUZ
29.ŞAH SULTAN ..İSKENDER PALA
30.FLORANSA BÜYÜCÜSÜ..S.RUSHDIE
31.TARİHİMİZLE YÜZLEŞMEK..EMRE KONGAR
32.PARİS'TE BİR OSM.SEFİRİ..ŞEVKET RADO
33.TARİHİN SAKLANAN YÜZÜ..ÇETİN ALTAN
34.OSM.İMP.'DA SON 300 YIL..ALAIN PALMER
35.KONSTANTİNİYYE..PHİLİP MANSELL
36.TÜRKİYE'NİN SİYASİ İNTİHARI..CENGİZ ÖZAKINCI
37.BU VATAN BÖYLE KURTULDU..EROL MÜTERCİMLER
38.16.YÜZYILDA İSTANBUL..METİN AND
39. ERKEN MODERN OSMANLILAR.. VIRGINIA H. AKSAN-DANIEL GOFFMAN
40."POPÜLER TARİH" VE "NTV TARİH " DERGİLERİ
41.İKİNCİ ADAM..Ş.SÜREYYA AYDEMİR
42.HAYAT..AYŞE KULİN
43.DEVRİM VE DEMOKRASİ..NUMAN ESİN
44.BİR NUMARALI TANIK..KURTUL ALTUĞ
45.İHTİLALİN MANTIĞI..Ş.S.AYDEMİR
46.KUTSAL İSYAN...HASAN İZZETTİN DİNAMO
47.KUTSAL BARIŞ...HASAN İZZETTİN DİNAMO
48.ÇÖL KRALİÇESİ...JANET WALLACH
49.YÖNETMENLER,FİLMLER,ÜLKELER..A.DORSAY
50.AY HIRSIZI...SUNAY AKIN
51.ONLAR HEP ORADAYDI...SUNAY AKIN
52.KULE CANBAZI...SUNAY AKIN
53.LÜZUMSUZ BİLGİLER ANSİKLOPEDİSİ..TAMER KORUGAN
54.PRENS..NİCCOLO MACHİAVELLİ
55.İSTANBUL'DA BİR ZÜRAFA..SUNAY AKIN
56.KIZ KULESİNDEKİ KIZILDERİLİ..S.AKIN
57.AH BEYOĞLU,VAH BEYOĞLU..SALAH BİRSEL
58.İSTANBUL-PARİS..SALAH BİRSEL
59.YAVUZ'UN KÜPESİ..ERHAN AFYONCU
60.OSMANLI PADİŞAHLARININ HAYAT HİKAYELERİ...YILMAZ ÖZTUNA
61.BİZİM DİPLOMATLAR..BİLAL N.ŞİMŞİR
62.KİM VAR İMİŞ BİZ BURADA YOĞ İKEN..CEMAL KAFADAR
63.RÜZGARIN GÖLGESİ..CARLOS RUIZ ZAFON
64.MELEĞİN OYUNU..CARLOS RUIZ ZAFON
65.ORTA DOĞU..TAYYAR ARI
66.ABD-ORTA DOĞU-TÜRKİYE..HALUK GERGER
67.ORTA DOĞU.. BERNARD LEWIS
68.ON BİR CUMHURBAŞKANI ON BİR ÖYKÜ.. CÜNEYT ARCAYÜREK
69.ÖFKELİ YILLAR...ALTAN ÖYMEN
70.ATATÜRK'TEN SONRA BUGÜNLERE NASIL GELDİK ?..CÜNEYT ARCAYÜREK
71.ÇANKAYA...CÜNEYT ARCAYÜREK
72.DEMOKRASİNİN İLK YILLARI..C.ARCAYÜREK
73.YENİ İKTİDAR,YENİ DÖNEM..C.ARCAYÜREK
74.BİR İKTİDAR,BİR İHTİLAL..C.ARCAYÜREK
75.NEREDEYSE BİR BALİNA..STEVE JONES
76.MOSSAD GİZLİ TARİHİ...GORDON THOMAS
77.BARIŞA SON VEREN BARIŞ...DAVID FROMKIN
78.SULARIN GETİRDİĞİ PADİŞAH..CAHİT ÜLKÜ
79.TANK SESİYLE UYANMAK..HASAN CEMAL
80.BİR MANİNİZ YOKSA.. ...AYFER TUNÇ
81.ALATURKAFRANKA..ERCAN ÇİTLİOĞLU
82.SUÇUMUZ MÜKEMMEL OLMAK..S.DUMAN
83.DARBE...STEPHEN KINZER
84.ÖZAL HİKAYESİ..HASAN CEMAL
85.TURGUT NEREDEN KOŞUYOR ? ..E.ÇÖLAŞAN
86.YEDİ TEPE ANADOLU...ALİ CANİP OLGUNLU
87."K", "DERBEDER BİR KAHİN"...CANSU YILMAZÇELİK
88.LATİFE HANIM...İPEK ÇALIŞLAR
89."K",YIKIK BİR SARAYDIR DÜNYA..PERİHAN ÖZCAN
90.BEYAZ PERDEDE KIRMIZI FİLMLER.. ATİLLA DORSAY
91.TEK ADAM..Ş.SÜREYYA AYDEMİR
92.DAHİLER VE AŞKLARI...ÖZCAN ERDOĞAN
93.HAYATIM KİTAP..YAŞAR AKSOY
94.BOĞAZİÇİ ŞINGIR MINGIR..SALAH BİRSEL
95.BİR EKONOMİK TETİKÇİNİN İTİRAFLARI...JOHN PERKİNS
96.CUMHURİYET TARİHİ YALANLARI 1. VE 2. CİLT...SİNAN MEYDAN
97. KOMPLO TEORİLERİ..EROL MÜTERCİMLER
98.ÖNCE KADINLAR VE ÇOCUKLAR..SUNAY AKIN
99.BİR ÇİFT AYAKKABI..SUNAY AKIN
100. BENİM CUMHURİYET'İM..EMİNE UŞAKLIGİL
101.DARAĞACINDA ÜÇ FİDAN..NİHAT BEHRAM
102.NEREYE..CAN DÜNDAR
103.İSTANBUL'DAN SAYFALAR..İLBER ORTAYLI
104.BİZİM İZMİRİMİZ..MELİH GÜRSOY
105.GİZLENEN TARİH..BRİAN HAUGHTON
106.BERGAMA DÜŞLERİMİN ŞEHRİ,İZMİR SEVDAM..SELAHATTİN TURAL
107.GÖLGEDEKİLER..CAN DÜNDAR
108.KIRMIZI BİSİKLET..CAN DÜNDAR
109.YAKAMDAKİ YÜZLER..CAN DÜNDAR
110.GEÇMİŞ AYRINTIDA SAKLIDIR..CEMİL KOÇAK