Sayfalar

625 ) TÜRK - ALMAN İLİŞKİLERİNİN YENİDEN CANLANDIRILMASI..

    

Şansölye Gustav Stresemann'ın (üstte solda) dış politikası çerçevesinde, yabancı güvensizliğini azaltacak müzakerelerin başlamasıyla beraber, henüz 1923 yılı sonunda Türkiye ve Almanya arasındaki ilk iletişim kuruldu. Şubat 1924'de ise ; Ankara henüz uluslararası platformda başkent olarak kabul edilmemişken, iki ülke arasındaki resmi görüşmelere Ankara'da başlandı. Türk-Alman Dostluk Antlaşması bu görüşmelerin sonucunda 3 Mart 1924 tarihinde Ankara'da imzalanmış, böylece 1918'de kesilen siyasal diyalog yeniden başlamıştır. Önceden İsveç Büyükelçisi olan Rudolf Nadolny  (aşağıdaki fotoğraf, ortada) arabuluculuk rolü ile savaş sonrasının ilk Almanya Büyükelçisi olarak Mayıs 1924'de Ankara'ya, bunun karşılığında ise Kemalettin Sami Paşa Türkiye Büyükelçisi olarak Berlin'e gönderilmiştir..Almanya Devlet Başkanı von Hindenburg, Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal'e ilişkilerin yeniden inşasına ve emniyetine olan ilgisini yazılı olarak bildirmiştir..



Bu bağlantılar kapsamında ; önceki dönemlerde geleneksel hale gelmiş olan eğitim değişimlerinin yeniden canlandırılabilmesi için İstanbul Erkek Lisesi 16 Kasım 1924'de yeniden açıldı. Türkiye Cumhuriyeti çeşitli branşlarda Alman uzmanların Türkiye'ye gönderilmesini istedi. Böylece Alman uzmanlar 1926'dan itibaren tarım, ormancılık, topografya, sağlık, inşaat ve silahlanma gibi sektörlerde Türk kamu kuruluşlarında ve özel sektörde çalışmaya başladılar. Yine 1926 yılından itibaren, Büyükelçi Nadolny'nin de teşvikiyle, yarı resmi bir Almanca gazete İstanbul'da yayımlanmaya başladı : "die Türkische Post"..
Ancak Nasyonel Sosyalistlerin iktidarı ele geçirmesiyle birlikte bu gazete o güne kadar koruduğu tarafsızlığını kaybetmiştir.
Yeni Ziraat Yüksek Okulu, yine bir Alman uzman heyeti idaresinde Ankara'da kuruldu. 1930 yılındaki açılıştan sonra ilk olarak dört, 1938 yılına kadar ise Rektör Friedrich Falke yönetimi altında otuz kadar Alman profesör burada eğitim vermiştir. Türk Deniz Kuvvetleri'nde Alman eğitmenleri hizmet vermekte, beş Alman subayı ise Yıldız'daki Harp Akademisi'nde savaş teknikleri, strateji ve harp tarihi konularında öğretim personeli olarak aktif bir şekilde çalışmaktaydılar. Versay Antlaşması'nın Almanya'ya yüklediği silahlanma hükümleri pek çok subay ve askeri işsiz bıraktığı için, Türkiye'de görev yapmak, Alman askerlerin oldukça işine gelmiştir. Fakat bununla birlikte Türkiye'de yeni bir askeri misyon üstündeki tartışmalardan açıkça kaçınılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti hizmetindeki Almanlarla beraber birkaç Fransız uzman eğitim görevlisi de bulunmaktaydı. 1924 yazında ise ilk öğrenci grubu, mühendislik ve sanat okullarında askeri alanlarda da kullanılabilecek bir eğitim görmek üzere, Almanya'ya gönderildi. Bu öğrenciler geri dönüşlerini izleyen sekiz yıl boyunca Türk silah sanayiinde çalışmayı taahhüt etmişlerdir. Bunu Türk delegasyonlarının bilgi edinme ziyaretleri takip etmiş ve topografya eğitimi için öğrenciler 1928 sonbaharında Berlin'e gelmişlerdir. 1929 sonundan 1931 yılına kadar Almanya'da geçici görevlendirme ile bulunan Türk subayları Alman askeri birliklerindeki çeşitli birimlerde birer yıllık eğitim almayı sürdürdüler. Değişim programları sadece askeri menfaatlere yönelik olmakla yetinmeyerek, Türk öğrenciler  askeri konular dışındaki birçok alanda da eğitim ve eğitim sonrası kendilerini geliştirmek için Almanya'ya gitmişlerdir. Örneğin, 1932 yılında, Almanya'nın farklı yerlerine 137 öğrenci kayıt yaptırmıştır. Türkiye, yine polis eğitimi konusunda da Alman desteği ve Alman uzmanlığını kullanmıştır..
1925 yılında Türkiye kendi savaş endüstrisini kurmak için bir plan hazırladı ve bu amaçla Alman endüstrisi örneğinde olduğu gibi, Alman resmi makamları ile işbirliği yapmak istedi. Türkiye Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras'ın da 1925 yılında iki kez Berlin'i ziyaret etmesinden anlayabileceğimiz gibi, en üst düzeyde taahhütler içeren zorlu görüşmeler sonucunda Türk Savunma Bakanlığı'nın ilk siparişi, Alman teşebbüsü altında oluşturulacak uçak inşası olmuştur. Bu arada Türkiye siyasi gerginliklerin hala sürmesi nedeniyle İngiliz ve Fransız yatırımlarına karşı ihtiyatlı davrandığından ve genç cumhuriyetin ekonomisinin de zayıf olmasından dolayı, Türkiye ideal yatırım alanı değerini kanıtlayarak Alman sermayesini çekmek zorundaydı. Bu dönem içinde Alman taahhütlerinin artış gösterdiği alanlar, özellikle çimento, enerji, madencilik, inşaat ve ticaret olarak kendini gösterdi..



1927 yılında Türk-Alman Yerleşme ve Ticaret Antlaşması'nın imzalanması ile Berlin'de Türk Ticaret Odası kuruldu. Aynı yıl Türk yöneticiler ile Alman "Orientbank" arasında Kayseri-Ulukışla ve Kütahya-Balıkesir demiryollarının inşasına yönelik imzalanan antlaşma ile, Alman "Doğu Demiryolu" projeleri yeniden canlandırıldı. 1928 yılında sözleşmeye uygun olarak Bağdat Demiryolu hattının Türkiye'ye satışı gerçekleştirildi. Alman firmalarının demiryolu inşası için gerekli malzemeleri 1934 yılına kadar kredi olarak sağlayacaklarına yönelik Türk talebi üstünde, 1930 yazında Krupp Konsorsiyumu ile Türk devlet temsilcileri arasında uzlaşmaya varıldı. 
Bir diğer antlaşma Türkiye İçişleri Bakanlığı ile "Lufthansa" arasında İstanbul-Berlin arasındaki posta taşıma hakkı üzerine, hem de talep edilen tekel kurma hakkı verilmeden imzalandı..
İki ülke arasındaki ticari ilişkiler de 1927 yılında imzalanan Ticaret Antlaşmasının düzenli olarak her yıl uzatıldığı veya yenilendiği göz önünde tutulursa, kararlı şekilde sürdürülmüştür. Bu ilişkiler Türkiye'nin tarım ürünleri ve endüstriyel hammaddeleri Almanya'ya satması, buna karşılık Türk pazarı için Alman endüstri üretimlerini satın alması şeklinde gerçekleşmiştir..
Büyükelçi Kemalettin Sami Paşa'nın Almanya'nın Avusturya üstündeki politikasını eleştirmesine karşılık olarak Alman Dışişleri Bakanlığı memurları da İtalya'nın yayılmacı politikalarına destek veren açıklamalar yaptı. Bir yıl sonra, 1929'da ise Türk Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, meslektaşı Stresemann ile Berlin'de yaptığı görüşmede Türkiye'nin Almanya'ya olan sempatisini onayladı ve Almanya'nın Rus politikasını beğendiğini açıkladı. Yine aynı yıl iki ülke arasında tahkim, hakem kurullarını ve kurallarını belirleyen bir antlaşma ile, konsolosluklara yönelik bir diğer antlaşma imzalandı (1930).. Ayrıca, yine iki ülke arasında suçlu teslimi ve iadesini kurallara bağlayan bir antlaşma daha imzalandı..



CHP'nin 1936 kongresinde, Başbakan İsmet İnönü, uzun bir sürede ancak oluşturulan parti ve devlet aygıtlarının bütünleştirilmesi projesinin bir devlet doktrinine dönüştürüldüğünü ilan etti. "Altı Ok" olarak bilinen Atatürk'ün bu programına göre ; ana amaç olarak devletçi ekonomi-politik ekseninde ulus-devlet endüstrisi ve iç piyasanın gelişimi esas alınmıştır. Sıralamada ; özel sektörün dilekleri, devlet tarafından planlanan ekonominin isteklerinden sonra gelecek şekilde algılanmış, ancak tüm endüstrileşme çabalarına karşın tarım en baskın ekonomik sektör olma özelliğini korumuştur. Dış ticaret ilişkileri ise devletler arası ikili ticaret antlaşmalarıyla şekillenmiş ; bu noktada ana ticaret partneri, toplam ticari hacmin ortalama yarısının sahibi olarak, Almanya olmuştur...    


  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder