Sayfalar

997) VAR MISIN, YOK MUSUN EY ULUBATLI HASAN !...

Ulubatlı var mı, yok mu?... İşte tarihçilerin son kararı ...

İstanbul'un fethiyle ilgili meşhur bir hikâye de, surlara ilk çıkan ve buraya Osmanlı bayrağını diktikten sonra "şehadet şerbetin nuş iden" (Farsça nuşiden:İçmek), yani Hakk'a yürüyen Ulubatlı Hasan'ınkidir.. 
Savaş meydanının psikolojisinin sıkça kahramanlık menkıbeleriyle sonuçlandığı herkesin malumudur; en sıkıştığı anlarda "asâkir-i İslam'ın" sürekli yardımına koşan ak sakallı dedelerin de klişeleşmiş bir motif ya da toplumların kolektif hayal gücünün ürünü olduklarını unutmayalım. Peki, at izinin it izine karıştığı 29 Mayıs'ta surlara ilk bayrağı diken hakikaten Ulubatlı Hasan mıydı? Roman ve filmlere konu olan, sokak ve binalara ismi verilen ve adeta fethin bir sembolü haline gelen bu cengâver kahraman gerçekten yaşamış biri miydi?
O karışıklıkta bu şerefe sadece tek bir kişinin nail olup olmadığını bilmiyoruz; durum böyle olsa bile bu kişinin kim olduğunun doğru bir şekilde saptanıp saptanmadığı da tartışmalı. Ama böyle farazi cümleler kurmaktan daha iyisini yapabiliriz; daha doğrusu dönemin kaynaklarına hâkimiyeti ile tanınan Feridun Emecen bunu çoktan yapmış bile.. Ulubatlı Hasan'dan bahseden tek dönem kaynağı, kuşatmada Bizans İmparatoru'nun yanında olan Yorgios Sfrancis'e aittir. Ancak, sıkıntı da burada başlamaktadır; zira Hasan'ın isminin geçtiği versiyon bizzat Bizanslı tarihçinin yazdığı "Chronicon Minus" değil, 1573-75 arasında Menefşe metropoliti Macarios Melisseons tarafından yazılmış ve yıllarca Sfrancis'e atfedilerek "Chronicon Maius" denen halidir. Fetihten yüz yirmi yıl sonra kaleme alınan bu eserde bahsi geçen Hasan'ın, o dönem halk tarafından benimsenen efsanevi bir figür olma ihtimali yüksektir. En azından onun tarihî varlığını kaynaklarla ispatlamamız imkânsız görünüyor..

Yorgios Sfrancis'in Anıları - Chronicon Minus  Γεώργιος Σφραντζής: ο αυτόπτης μάρτυρας και ιστορικός της άλωσης ...

Hasan'ın gerçekten var olduğunu iddia eden tek ilmî çalışma, yakın zamanda Hakan Yılmaz tarafından yapılmıştır. Genç araştırmacı Horhor semtinde Fatih'in "alemdar"ı olan (sancaktar) Hasan adlı bir "serdar"ın kabrini bulmuş ve bu kabrin kitabesinde Ulubatlı'nın surlara çıkışının "Chronicon Maius"daki tasvirine benzeyen detaylar saptamıştır.  "Chronicon Maius"un Sfrancis'e ait olduğunda ısrarcı olan Hakan Yılmaz'a göre kitabedeki şiir, 1956 yılında İstanbul'un altını üstüne getiren Demokrat Parti hükümeti yıktırana kadar Atatürk Bulvarı üstünde bir de mescidi bulunan "Alemdar Baba Hasan"ın Ulubatlı Hasan olduğunu akıllara getirmektedir. Aynı şahıs adına Fatih'in babası II. Murad tarafından 1425 yılında Bursa'da Kızılcuklu (bugünkü "Hasanağa") köyü vakfedilmiş. Bu köyün de Ulubat Gölü'nün birkaç kilometre doğusunda olması bu iddiayı güçlendiren başka bir delil olarak karşımıza çıkıyor. 
Başkent Edirne’de, Çöke yakınlarında bir köy de bu vakfiyeye ilâve edilmiş. Edirne’deki bu köyün adı da Bursa’dakine benzer şekilde şimdi Hasanağa adını taşıyor. Vakıf belgesi şimdi Bursa’nın Nilüfer ilçesine bağlı Hasanağa köyünde, soyundan gelen bir ailenin elinde bulunuyor. Alemdar Baba Hasan kuşatmaya katılmadan önce hem Bursa’da, hem de Edirne’de vakıflar kurmuş ve her iki şehirde cami, mektep, zaviye, hamam gibi hayır eserleri yaptırmış. Yılmaz, arşiv belgelerinde Baba Hasan’ın İstanbul’daki oğullarının adlarının, Bursa ve Edirne’deki Hasanağa köylerinde de aynen ortaya çıkmasının her iki Hasan’ın aynı kişi olduğunu kanıtladığına dikkati çekiyor...

Baba Hasan Ağa Ulubatlı Hasan mı? - Son Dakika Haberler

Ancak gene de bu cazip savda bazı sıkıntılar bulunduğunu belirtmeliyiz. İlk olarak "Chronicon Maius"un Sfrancis'e ait olmadığı yönündeki görüşler hâlâ geçerliliğini korumakta. İkinci olarak, kitabedeki detaylar "Chronicon Maius"la sadece surlara bayrak diken bir Türk'ten bahsetmesi açısından örtüşmektedir ki, bu ölçüde bir benzerlik çok da şaşırtıcı değildir. Nihayetinde her kuşatmada biri o bayrağı surlara dikiyordu. Son olarak da, eğer dendiği gibi kitabe 1806 depreminden sonra yapıldıysa, buradaki şiir bir anlam ifade etmez; zira iddia Ulubatlı Hasan'ın 20. yüzyılda uydurulduğu değil, fetihten sonra menkıbeleştirildiğidir. Bu kitabe Osmanlı kaynaklarının Ulubatlı'dan bahsetmediği iddiasını da çürütemez; çünkü burada bahsedilen fetih dönemi kaynaklarıdır. Kısacası, yüzyıllar sonra yazılmış bu kitabeyi halkın muhayyilesinde yarattığı bir şahsın fiziki bir mekânla özdeşleştirilmesinin sonucu olarak algılamak mümkündür..
Gene de kesin bir hüküm vermeyelim ve surlara ilk çıkma şerefinin tek namzedinin Hasan olmadığını ekleyelim. Ohri sancakbeyi Balaban Bey de adı geçen başka bir cengâver. Bu ismi ilk kez dile getiren Johann Wilhelm Zinkeisen'in (1803-1863) dayandığı kaynağı saptamak yine Feridun Emecen'e nasip olmuş. 16. yüzyılın başında Marinus Barletius'un kaleme aldığı Latince bir eserde zikredilen bu karakterin varlığı da Hasan'ınkinden daha az tartışmalı değil; çünkü gene elimizde fetihten yıllar sonra yazılan tek bir kaynaktan fazlası yok. Ve temkinli tarihçiler için tek kaynak sadece ürkek bir mırıldanma demek, göğsünü gere gere haykırmak değil..

seyfiosmani - uludağ sözlük

Birden fazla Osmanlı kaynağında adı geçen Karışduran Süleyman Bey ise daha olası bir tahmin olarak karşımıza çıkıyor. Rumeli beylerinden olan bu zatın şehre ilk giren askerlerden olup sancağını surlara diktiğini bizzat oğlu yazıyor. Ardından İstanbul'un idaresinin kendisine verildiği ve son taarruzdan önce Fatih'in şehre ilk girene böyle bir ödül vadettiği düşünülürse, Süleyman Bey'in Ulubatlı ya da Balaban'dan çok daha güçlü bir aday olduğu ortaya çıkar..
Görüldüğü gibi, surlara ilk kimin çıktığını tam anlamıyla saptamak imkânsız; bazı tahminlerle yetinmek ve tarihin puslu ve bulutlu bir ilim olduğunu kabul etmek gerekir. Bazı olaylar komple karanlıkta kalmaktadır; kaynakların eşitsizliği bazı dönemlerin çok iyi incelenmesini mümkün kılarken, çok daha önemli olanların tamamıyla bilinmezliğe mahkûm olması sonucunu getirir... 

D&R - Kültür Sanat ve Eğlence Dünyası  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder