"Eylül" romanının yazarı Mehmet Rauf, "Servetifünun" kapısından içeri hararetle girer bir gün.. Elinde tuttuğu broşürü masanın üstüne bırakıp, İngilizce metnin çevirisini yaptığını söylerken nefes nefesedir. Broşürde, Yeni Zelanda'ya gidecek göçmenlere parasız toprak verileceği yazılıdır.
İkinci Abdülhamid'in baskısından iyice bunalan Tevfik Fikret, hep birlikte Yeni Zelanda'ya gitme önerisini atar ortaya. Tüm Servetifünuncular bu teklifi kabul eder. Ama, onca insanın yola koyulması için büyük miktarda para gerekmektedir. Göz doktoru Esat Paşa, "Meraklanmayın, ben bu sorunu çözerim" diyerek, Ankara'daki çiftliğinin satılmasıyla aranılan paranın bulunacağını söyler.
Broşürde yazılı bilgilere güvenilmemesi, Hüseyin Kazım ile Hüseyin Cahit Yalçın'ın önceden Yeni Zelanda'ya gidip inceleme yapmaları da karara bağlanır...
Uzak diyarlara göç etmeyi kafaya koyan Servetifünuncular bir konuda anlaşamazlar. Tevfik Fikret, orada sonuna kadar yaşamayı düşünürken, Hüseyin Cahit, meşrutiyet ilan edilirse dönme taraftarıdır. Tartışma, Esat Paşa'nın da Ankara'dan eli boş dönmesiyle sona erer. Çiftliğe alıcı bulunamamış, böylelikle Yeni Zelanda'ya yerleşme düşü bir başka bahara kalmıştır !..
Halbuki Tevfik Fikret, Yeni Zelanda'da yapmak üzere bir ev planı çizmiştir.. Yani, şairin projesini kendi yaptığı Aşiyan'daki ev, okyanus ötesindeki topraklarda da olabilirdi !..
Sokaklar, evler ve eşyalar.. Onları daha önce kullanan kişilerin ruhlarını da taşırlar.. Biri gelip de onları darmadağın etmezse, eskiden kendi kucaklarında yaşamış, şimdi ise ortalarda görünmeyen kişilerin yaşantılarını uzatmaktan da bir an geri kalmazlar..
Rumelihisarı'ndaki Aşiyan'a gidenler de orada kadife yeleği, kadife gömleği, kadife takkesi, geniş göğsü, parlak siyah saçları ve açık alnıyla Fikret'in her an, bir yerlerden karşılarına çıkacağı duygusuna kapılırlar..
İnsan bu düşlere edebiyat denilen tutkuya kendini kaptırmakla erişebilir..
Ruşen Eşref, Tevfik Fikret'in sağlığındaki evi en ince ayrıntılarına kadar anlatmıştır : Duvarlar çiçek bezekli, tavanlar hafifçe eğiktir. Sedef kakmalı, kadife döşeli sedir (Fikret kadifeye düşkündür) ile kanepeler 19. yüzyıl sonunun İstanbul'unu verir. Fikret, "Servetifünun"u yönettiği yıllarda, akşamları, bu minder üzerinde biraz uyukladıktan sonra kalkar ve bütün gece derginin resimleri ve düzeltmeleriyle uğraşır, şiir ve söyleşiler yazarmış..
Salonun ortasında ince bir seccade örtülü masada bir Japon işi lamba. Çevresinde donuk siyah tunçtan bir çember. Masanın üstünde yer yer yosun tutmuş bir taş. Onun yanında yine tunçtan küçük bir heykelcik. Köşede abanoz renkli, sedef menevişli, bol yastıklı, büzme şallı taht gibi bir koltuk ki, buraya Fikret'ten başkası oturmazmış..
Öteki odalar da buraya göre.. O eski gümüş el aynaları, eski sırma ve ipek işlemeli yastıklar, abani kumaştan perdeler, eski divitler, kalemdanlar, rahleler, arabesk sandalyeler, el yazması kitaplar dört bir yanı kaplamış..
Tevfik Fikret Aşiyan'ın her köşesine ayrı bir ad takmış. Dış kapının sahanlığı altına düşen, sarmaşıklarla örülü, eğri taşlı bodrum penceresinin adı : "Sokrat'ın Penceresi".. Bahçede, Boğaziçi'ne bakan kayalar içine oyulmuş sedirlerin yanı başındaki üç selvi ağacına "Üç Güzeller" adını takmış ; Tiziano ve Raphaello'nun tablolarına ithafen..

Ama ne yazık ki, Fikret'in ölümünden, Aşiyan'ın müze olmasına kadar geçen otuz yıl içinde çok şey değişmiştir. Şairin kitaplığı bile orada değildir artık.. Fatma Nazife Hanım tarafından Galatasaray Lisesi'ne armağan edilmiştir..
Reşat Ekrem Koçu'ya göre ; eskiden yemek odası olarak kullanılan evin bodrum katına 1947 yılında Abdülhak Hamit'e ait bazı eşyalar taşınmıştır ; Abdülhak Hamit'in eşi Lüsyen Hanım'ın armağanı olarak.. Çiçekli İtalyan kadifesi iki koltuk ile bir kanepe, Abdülhak Hamit'in tüm kitaplarının karalamaları ve lacivert giysisi bu eşyaların arasındadır. Şairin fesi, nişanları, kılıcı ve üniforması, kadife yakalı paltosu, rugan iskarpinleri, silindir şapkası da büyük şairin kaç çağ eskittiğinin göstergesidir !..

Yine Reşat Ekrem Koçu'nun anlattığına göre ; yazar 1947 yılında, Aşiyan Müzesi'ne ilk gelişinde, Fikret'in karyolasının kendi karyolası olmadığını anlamıştır. Tevfik Fikret'i ölüm döşeğinde gösteren ve karyolanın başucundaki duvarda asılı duran resim açıkça göstermektedir ki ozanımızın öldüğü ya da sonradan getirilip üstüne yatırıldığı o oymalı ceviz karyola bu değildir.. Müzeyi düzenleyenler bu değişik yatağı oraya yerleştirmişlerdir !..
Buna karşılık, Fikret'in yazı masası ile koltuğu kendisine aittir. Gerçi bunlar da bir vakitler Edebiyat Fakültesine hediye edilmiştir ama müze kurulurken, Fikret'in arkadaşlarından birinin anımsamasıyla, Fakülte ambarına atılmış olan kanepe ve koltuklar oradan çıkartılarak müzeye alınmıştır !..
(SUNAY AKIN'IN "GEYİKLİ PARK" VE SALAH BİRSEL'İN "KURUTULMUŞ FELSEFE BAHÇESİ" KİTAPLARINDAN ALINTILANMIŞTIR)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder