Sayfalar

736 ) OSMANLI HANEDANININ ARNAVUTLUK MACERASI !..

  

Arnavutluk bağımsızlığına kavuşunca, bizim İttihatçılar, bir ara, Arnavutluk tahtına bir Osmanlı şehzadesi oturtmak istemişler. Yani Avrupa'ya özenmişler..
Öyle ya, Avrupa devletleri, Osmanlı toprakları üzerinde yeni bir devlet kurulunca, bunun başına hemen kendilerinden bir prens bulup getirirlerdi. Yunan, Romen, Bulgar kralları hep Avrupa saraylarından devşirmeydi. Hemen hepsi de Alman asıllıydı. Yunan Kralı Leopold, sonra Othon ; Romanya Kralı Charles ve Bulgar Prensleri Alexander ve sonra Ferdinand..
Senaryo hep aynıydı. Önce Osmanlı Devleti'nden bir parça toprak koparılıyor, sonra bunun başına yabancı bir prens getiriliyor ve böylece yeni bir krallık, yeni bir hanedan yaratılıyordu. Sanki Avrupa'nın sayısız aylak prenslerine iş bulmak için, Osmanlı toprakları durmadan parselleniyor gibiydi !..
Gel zaman, git zaman, Balkanlar'da sıra gelmiş Müslüman Arnavutlara.. 1912-13 Balkan Savaşı sonunda Arnavutluk da Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılıp bağımsız bir devlet oluyor. Büyük devletler, şimdi, yüzde sekseni Müslüman olan bu yeni devletin başına da Hristiyan bir prens getirecek değillerdi ya ! Akıl var, izan var !.. Arnavutluk tahtına Müslüman bir şehzade herhalde çok daha uygun düşerdi. Avrupa'da bir yığın aylak prens vardı da, İstanbul'da yok muydu ?!.. Herhalde bir Osmanlı şehzadesi, Arnavutluk tahtını, o Cermen prenslerinden çok daha iyi doldurabilirdi. Sonra, dahası vardı.. Böylece bir bakıma, kapıdan kovulan hanedan bacadan Arnavutluk'a geri dönmüş olacaktı..
Bu gibi düşüncelerle olacak, İttihatçılar, 1913 yılında, Sultan Abdülhamid'in oğlu Şehzade Burhaneddin Efendi'yi Arnavutluk'un başına geçirmeye niyetlenmişler.. Ama, İttihatçıların bu hevesleri kursaklarında kalmış. Çünkü büyük devletler, el çabukluğuyla, Müslüman Arnavutluk'un başına da yine bir Alman prensi, Prens Wilhelm de Wied'i getirivermişlerdi. Gerçi Prens Wied, ancak altı ay başta kalabilmiş, ondan sonra ülkede karışıklıklar başlamıştı, ama bu arada İttihatçı projesi de artık suya düşmüştü.. 
Şehzade Burhaneddin Efendi, kendisine bir taht arayışını sürdürmüş ve 1921 yılında da Irak tahtına oturmaya heveslenmişti. Ama bu defa da karşısında İngilizleri bulmuş ve krallık emeline yine nail olamamıştı.. 

  

Ne var ki, Osmanlı şehzadelerinin taht maceraları burada bitmiyor. Yıllar sonra, Sultan Abdülhamid'in bir başka oğlu, Arnavutluk'a damat oluyor. İttihatçıların tasarısının üzerinden yıllar geçmiş.. Bu arada Türkiye'de İttihatçılar devrilmiş, saltanat kaldırılmıştı. Arnavutluk'ta ise Ahmet Zogu, iktidarı ele geçirmiş, önce başbakan, sonra cumhurbaşkanı, 1928'de de Kral Zogu I(en üstte ve altta) unvanıyla tahta oturmuştu. Annesi ana kraliçe, kız kardeşleri de prenses olmuşlardı..
O yıllarda, Mısır'dan Ürdün'e, Irak'tan Haydarabad'a kadar, hemen her Müslüman krallık veya prenslik ile evlilik bağları kurma yolları arayan sürgündeki Osmanlı şehzadeleri veya hanım sultanları, çiçeği burnundaki Arnavutluk Krallığını da unutmuyorlar.. Sultan II. Abdülhamid'in maceraperest torunu Mehmet Orhan Efendi, Kral Zogu'ya yaver oluyor. Abdülhamid'in en küçük oğlu Şehzade Mehmet Abid Efendi de (yukarıda solda), bir yolunu bulup, Kral Zogu'nun kız kardeşi Prenses Seniye (üstte sağda) ile nişanlanıyor..
Bu iş pek gizli tutuluyor ve alelacele yapılıyor. Nişan haberi, Tiran'daki yabancı elçiler için tam bir sürpriz oluyor. Öteki diplomatlar gibi, Türkiye Büyükelçisi Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun kulağına da, 1930 yılındaki düğünden birkaç gün önce çalınıyor.. 

  

Tiran'daki yabancı elçileri bir heyecandır sarıyor. İlk defa burada bir saray düğününe katılacaklar. "Kralın emriyle.." diye başlayan taçlı, yaldızlı davetiyeler alıyorlar. İlk saray protokolüne katılmak hevesiyle, bayram çocukları gibi seviniyorlar. Üniformalarının sırmalarını parlatıyorlar, üç köşeli şapkalarının sorguçlarını yeniliyorlar. Roma'dan eldiven, yakalık, gömlek gibi giyim kuşam aksesuarları getirtiyorlar. Evli olan diplomatlar da eşlerine, alelacele, uzun etekli saray robları, yaldızlı iskarpinler ısmarlıyorlar..
Bizim elçimiz bakımından ise durum farklıydı. Osmanlı saltanatını kaldırmış, bu hanedan üyelerini sınırdışı etmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'nin elçisi, herhalde bir Osmanlı şehzadesinin düğününe katılamazdı. Arnavutluk Kralı da Türk elçisini zor durumda bırakmamak için onu zaten düğüne davet etmemişti..
Ama işin başka yönü de vardı. Elçimiz, haberi Ankara'ya telleyince, o zamanki Dışişleri Bakanımız Dr. Tevfik Rüştü Aras, yerinden sıçrıyor.. Türkiye'de artık, Arnavutluk tahtına bir Osmanlı şehzadesi oturtmak isteyen İttihatçılar değil, Arnavutluk'un başına bir Osmanlı şehzadesi geçecek diye dehşete kapılan Cumhuriyetçiler vardı. Bunlar yeni rejimin üzerine titriyorlar. Bakan, bu evliliği çok büyük bir siyasal olarak görüyor. Elçimizden, derhal Tiran'ı terk etmesini istiyor. Çünkü, Dışişleri bakanımıza göre, Kral Zogu'nun, kız kardeşini Osmanlı şehzadesiyle evlendirmesi, Osmanlı hanedanının Balkanlar'da tekrar hüküm sürmesi sonucunu verebilirdi. Öyle ya, o vakit Arnavutluk Kralı henüz evli değildi ve erkek kardeşi de olmayan Kral Zogu, günün birinde tahtını boş bırakıp gidecek ve buraya, Sultan Abdülhamid'in oğlu değilse bile torunu geçecekti. İstanbul'dan sökülüp atılmış olan Osmanlı saltanatı, Tiran'da yeniden filiz veriyordu. Bu, genç Türkiye Cumhuriyeti için korkunç bir tehdit unsuruydu..
Dr. Tevfik Rüştü Aras, işte bu bakımdan büyük bir kaygıya kapılıyor ve yalnız Tiran elçimizi geri çekmekle kalmıyor, hemen Ankara'daki Balkan devletleri elçilerine de bildirimde bulunuyor. Aras'a göre, bu olay yalnız Türkiye'nin çıkarlarına değil, Balkan Anlaşmasına da zarar verebilirdi. Balkanlar'da yeni siyasi huzursuzluklar yaratabilirdi. Balkan ülkeleri olarak buna hep birlikte tepki göstermek gerekiyordu. Türkiye, Tiran elçisini geri çekiyordu ; Balkan komşularımız ve dostlarımız da Kral Zogu'ya bir tavır koyabilirlerdi..
Bu girişim üzerine, Balkan hükümetlerinin gözleri faltaşı gibi açılıyor. Eyvah, yine mi Osmanlı ! Eyvah ki ne eyvah !.. Osmanlı, Adriyatik kıyısına ayak basıyor !.. Yirmi dört saat bile geçmeden, Tiran'daki Yugoslavya, Romanya, Yunanistan elçileri, düğünü boykot etme emri alıyorlar. Elçilere, ülkeyi terk etme veya bir bahaneyle düğüne katılmama talimatı veriliyor. Bayram çocukları gibi düğüne hazırlanmış olan zavallı diplomatların balonları sönüveriyor. Ayakları geri geri giderek Arnavutluk'u terk ediyor ve düğüne katılmıyorlar. 
Vay, siz misiniz kralın "emrine" karşı gelen ve saray düğününü boykot eden ! Bu diplomatların hepsi Kral Zogu'nun hışmına uğruyor ve Arnavutluk'ta "istenmeyen kişi" ilan ediliyorlar. 




Kral, bu elçilerin hemen geri çekilmelerini istiyor. Zavallı elçiler, düğün dernek düşlerken, Tiran'daki postlarından oluyorlar !..
Bizim elçimize gelince, o zaten davetiye almadığından düğünü boykot etmiş sayılmazdı. Ama, yine de, o düğün yüzünden Tiran'dan ayrıldı ve bir daha geri dönmedi..
Sonrası mı ? Şehzade Abid Efendi, Prenses Seniye ile on iki yıl evli kaldıktan sonra boşandı ve 1973 yılında Beyrut'ta öldü. Arnavutluk, 1939 yılında Faşist İtalya tarafından işgal edildi. Kral Zogu ülkesini terk etti ve Arnavutluk'ta krallık rejimi tarihe karıştı... 




KAYNAKÇA :
MURAT BARDAKÇI, "Son Osmanlılar" ; YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU, "Zoraki Diplomat" ; BİLAL N. ŞİMŞİR, "Bizim Diplomatlar"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder