Sayfalar

794 ) CUMHURİYET VE MÜZİK

    

Müziksiz ulus olmaz. Ancak müziğin uluslaştırıcı bir rol oynayabilmesi için dini ve yerel olanın ötesine geçmesi gerekir. Atatürk bu gerçeği görüyordu. Bu nedenle sadece sözüyle ve ezgisiyle değil, fakat aynı zamanda icra tekniği ve metoduyla da Cumhuriyet'i simgeleyecek ulusal bir müziğin yaratılmasını ve yayılmasını istiyordu..
Atatürk'ün müzik anlayışının üç temel özelliği olduğunu söyleyebiliriz : 
Birincisi, çok sesli müziği savunuyordu. Çünkü ona göre müzikte çok seslilik, duyarlılığın, yaratıcılığın en yüksek bir ifadesidir. Ulusal müziği çok sesli müzik olan bir ulus, olgunlaşmış bir ulustur..
İkincisi, Atatürk çok sesli müziğin en yüksek aşamasının da opera olduğunu düşünüyordu. Bu nedenle bir Türk operasının oluşmasının yeni Türk müziğinin ulaşabileceği en yüksek mertebelerden biri olacağına inanıyordu. (Atatürk'ün bu hedefi, 1934 Haziranında gerçekleşti. Türk sanatçıları tarafından hazırlanmış olan ve Türk ve İran halklarının kardeşliklerini simgeleyen "Özsoy" operası, bu tarihte Atatürk ile konuğu İran Şahı Rıza Pehlevi'nin huzurunda Ankara Halkevi'nde sahneye kondu. Bu eserin librettosu Münir Hayri Egeli'ye, bestesi ise Ahmet Adnan Saygun'a aitti.)
Üçüncüsü, ona göre "müzikten beklenen şey, ulusun maddi, fikri ve hissi uyanıklığını ve çevikliğini takviye etmesiydi"..

   

Cumhuriyet'in kuruluş yıllarında müzikle ilgili yaşanan gelişmelere bu düşüncelerin damgasını vurmuş olduğunu söyleyebiliriz.
1925 yılında açılan sınavlarla sanatçı ve öğretmen olarak yetiştirilmek üzere Paris'e, Berlin'e, Budapeşte'ye ve Prag'a gençler gönderildi. 1926 yılı sonlarında Darülelhan'ın (altta) klasik Türk müziği bölümü kaldırıldı ve okulun adı "İstanbul Belediye Konservatuvarı" yapıldı. Birçok şehir ve ilçede belediye bandoları oluşturuldu. Çok sesli müziğin temellerini açıklayan yayınlar yapıldı. 1932'den başlayarak tüm ülkede çok sesli müzik eğitimi doğrultusunda koro çalışmaları ve mandolin kursları düzenlendi. Cumhuriyet'in ikinci on yılına girildiğinde Ankara ve İstanbul'da birer müzik okulu, İstanbul'da bir yaylı çalgılar orkestrası, birçok belediye ve dernek bandosu, çok sayıda okul ve halkevi korosu kurulmuştu ve Avrupa'ya eğitime gönderilen öğrenciler ülkelerine dönmüş bulunuyordu..



İşte tam bu sırada ikinci bir hamle yapılarak yabancı uzmanlardan yararlanma yoluna gidildi. Büyük Alman bestecilerinden ve müzik arkeologlarından Paul Hindemith (altta solda), Türkiye'de bir müzik reformunun temellerini atması için Türkiye'ye çağrıldı. Hindemith 1935-37 yıllarında dört kez geldiği ülkemizde toplam beş ay kadar kalarak incelemeler yaptı ve bir rapor hazırladı.
Hindemith'in raporunda önerdiklerinin önemli bir bölümü yerine getirilemedi. Ancak Alman ve Avusturyalı uzmanların desteğiyle 1946 yılına kadar müzikte önemli gelişmeler sağlandı. Ekim 1936'da Ankara Devlet Konservatuvarı açılmış ve eğitime başlamıştı. Eski Musiki Muallim mektebi 1938'de yeniden düzenlenerek ayrı bir bölüm halinde Gazi Eğitim Enstitüsü'ne bağlandı ve burada Eduard Zuckmayer'in (altta ortada) yönetiminde eğitim verdi. Cumhurbaşkanlığı Orkestrası Haziran 1936'da özerk bir kurum haline getirildi ve Dr. Ernst Preatorius (altta sağda) yönetiminde çok başarılı çalışmalar yaptı. 1937'de bilimsel yöntemlerle yürütülen en büyük ezgi derleme çalışması başlatıldı. Artık özgün orkestra eserleri yaratılabiliyor ve dinleyiciler düzenli bir biçimde müzik izleme olanağı bulabiliyorlardı. 

        

Birinci müzik atılımı sırasında Konservatuvar'da Klasik Türk Müziği eğitiminin kaldırılması uygulaması 1943 yılına kadar devam etti.  İkinci müzik atılımı sırasında da radyoda klasik Türk müziği eserlerinin yayınlanmasına getirilmiş olan yasak, yaklaşık yirmi ay kadar sürdü. Bu uygulamaların hatalı olduğu anlaşıldı, fakat özellikle de resmi müzik okullarında klasik Türk müziği eğitiminin kaldırılması süresinin uzunluğunun müzik yaşamamıza olumsuz etkileri oldu.
Klasik Türk müziğinin ulusal bir niteliği vardır. Ziya Gökalp'in bu müziği bizim ulusal müziğimiz olarak görmemesinin bu hatalı tutumda etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Oysa klasik Türk müziğinin seçilerek geliştirilmesi tutumunun 
benimsenmesi gerekirdi..
(Altta, Taksim Topçu Kışlası önünde, 1928 Yılında gerçekleştirilen bir klasik Batı müziği konseri)



Müziğin devlet tarafından desteklenmesi ve yönlendirilmesi politikası, 1950'de Demokrat Parti'nin iktidara gelmesiyle sona erdi. Bu partinin iktidar döneminde, müziğin ülkemizde geliştirilmesi için gerekli önlemlerin hiçbiri alınmadı. Çok sesli müziğin ülke çapında benimsetilmesine ve yaygınlaştırılmasına yönelik uygulamalar da son buldu.
Adnan Saygun, Leyla Gencer, İdil Biret, Suna Kan, Gülsin Onay gibi uluslararası müzik değerlerimiz, sanatsal varlıklarını Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki büyük müzik atılımına borçludur..



OSMAN BAHADIR'ın, aynı başlıklı yazısından alıntıdır.. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder