Sayfalar

818 ) ORHAN VELİ'NİN "GARİP"LİKLERİ !..

    

Orhan Veli'nin şiiri kadar yaşamı da "garip"liklerle doludur..
Naif resimde Türkiye'nin önde gelen ustalarından Fahir Aksoy, 1940 yılında Çanakkale'nin Erenköy nahiyesinde, Motorlu Topçu Alayı karargâhında askerliğini yapmaktadır. Opera orkestrasının birinci kemancısı Fethi Kopuz ile Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı profesörü Fehmi Baldaş da aynı yerde askerdirler..
Dünyada savaş yıllarıdır ve bir süre sonra "görülen lüzum üzerine" Gelibolu'nun Bolayır kazasının Varlık köyüne nakledilirler. 
Saros Körfezi'nin biraz ilerisindeki Semendirek Adası Almanların işgali altındadır. Fahir Aksoy, bir gün görevli olarak tümenin bulunduğu Dirik köyüne gidecek ve orada askerliğini yapmakta olan Orhan Veli ile karşılaşacaktır. 
Bundan sonra da buluşmaya başlarlar.. Bazen Orhan Veli gelir Aksoy'un bulunduğu köye, bazen Aksoy gider Dirik köyüne..
Köyde küçük bir bakkal vardır. Leblebi ile açık şarap içerler. Bakkal Hasan, nüktedan, hazırcevap, hoş bir adamdır. 
Yine bir gün şaraplarını yudumlarlarken Kolordu Komutanı Korgeneral Muzaffer Tuğsavul tarafından görülürler. 
General, dükkâna girince bunlar put kesilir, seslerini çıkaramazlar. Komutan bir şarapla leblebilere bakar, bir bunlara ve "Orduevinde yiyecek içecek tükendi mi ? Yarın saat 11.00'de sizi bekliyorum" diyerek çıkar gider..
Orhan Veli'nin "Şimdi hapı yuttuk" demesiyle moralleri iyice bozulur. 
Ertesi gün korka korka giderler. Alacakları cezayı düşünmektedirler. Hemen huzura alınırlar. Hazırolda beklerler.. Komutan oturmalarını söyler, ardından askerin bu gibi yerlerde içki içmesinin uygun olmadığını anlatır ve "Ben edebiyatçıları, şairleri çok severim, edebiyatçı olmak istemiştim" diyerek sözlerini bağlar.. İkisinin de morali düzelir hemen. O cesaretle bir süre konuşurlar. Ayrılacakları sırada komutan, "Siz şimdi izni düşünüyorsunuz, ama Genelkurmay Başkanlığı izinleri kaldırdı. Yalnız bu hafta mühimmat almak üzere Ankara'ya iki kamyon göndereceğiz. İsterseniz sizi görevlendiririm" der..
Tabii, hemen kabul ederler Ankara'ya giderler ; dönüşte de komutana André Gide'in bir kitabını getirirler. 

    

Fahir Aksoy, bir gün de Orhan Veli ile bir köy düğününe gider. Orhan Veli deveye, Fahir Aksoy eşeğe binmiştir. O sırada Orhan Veli, küçük bir adaya balıkçı müfrezesi komutanı olarak gönderilmiştir. 
Aksoy, bir pazar günü de Orhan Veli'yi ziyarete gider. Anılarını yazdığı "Yaşam Defterim"de o günü şöyle yâd edecektir :
"Bütün yaşamım boyunca, bu kadar bol ve çeşitli balıkla rakı içmemiştim. Böylesini padişahlar da yememiştir."

Orhan Veli, "Bir Roman Kahramanı" şiirini bu adada yazacak ve "Ülkü" dergisinin 1 Mayıs 1945 tarihli sayısında yayımlayacaktır :

"Çadırımın üstüne yağmur yağıyor,
Saros Körfezi'nden rüzgâr esiyordu.
Ve ben, bir roman kahramanı,
Ot yatağın içinde,
İkinci Dünya Harbi'nde,
Başucumda zeytinyağı yakarak
Mevzuumu yaşamaya çalışıyordum ;
Bir şehirde başlayıp
Kim bilir nerde,
Kim bilir ne gün bitecek mevzuumu."



1950'li yılların sonu, "Yaprak" dergisinin çıkmaya başladığı günler. 
Ankara'da Yeni Hayat Lokantası'nda, müdavimlerinin deyişiyle "Kürdün Meyhanesi"nde, Fahir Aksoy ve Orhan Veli demlenmektedirler..
Masada leblebi, bayırturbu ve sirkeye kesmiş şaraptan başka bir şey yoktur. Tabii hesabı ödeyecek para da !..
Bir ara masalarına tanımadıkları tanımadıkları biri yanaşır. Önce polis olduğunu sanırlar. Adam kendisini tanıtır :
"Ben Doğulu bir şairim. Sizi şiirlerinizden tanırım. Demin oturduğum masada adınız geçti. İzninizle birkaç dakika konuşabilir miyiz ?"

Orhan Veli'den "olur"u alan Doğulu şair, hemen masayı arnavutciğeri, şişkebabı, piyaz, koç yumurtasıyla donatır. Şarap kadehleri ardı ardına yuvarlanır. Bu arada şairin çenesinin ayarı da kaçmıştır
"Orhan Bey, kusuruma bakmayın, sen ve arkadaşların o güzelim Türk şiirini mahvettiniz. Bu kof ününüz fazla sürmeyecektir. Ben ölçülü, aruzlu şiiri çok iyi bilirim. Siz ise bilmediğiniz için böyle tuhaflıklar yapmaktasınız.."

Fahir Aksoy, şairi tutup meyhaneden atmak için sabırsızlanmaktadır. Orhan Veli oldukça sakindir. Şair sürdürür :
"Şimdi aruzla yazdığım bir şiirimi okusam ölçüsünü bulamazsınız. Okuyorum, bulun bakalım, hodri meydan !.."
Şair, şiirini okur. Çevre masalar da kulak kesilmiştir.
Orhan Veli, istifini bozmadan, "Şiirinizin 4,9,17,23 ve 30'uncu dizelerinde ölçü kusuru var beyefendi" deyiverir.
Şair çılgına dönmüştür :
"Orhan Bey, sen daha şiirin ölçüsünü söylemedin. Söyle bakalım ölçüsünü ?"
Orhan Veli, "Biliyorum beyefendi" diyecek olur. Şair ısrar etmektedir. Orhan Veli açıklar :
"Peki efendim, söyleyeyim. Kullandığınız ölçü 'failatün / failatün / failün'dür. Yalnız dediğim gibi şiirinizde beş kusur var.."

Sonrasında Doğulu şair, "Ben bir şey bilmiyormuşum" deyip duracak ve masanın bütün hesabını da ödeyecektir..




REFİK DURBAŞ'ın "Şiirin Gizli Tarihi" adlı kitabından derlenmiştir.. 



  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder