Sayfalar

717 ) HAVACILIKTA DESTAN YAZAN PİLOTUMUZ...

    


Onlar, Kurtuluş Savaşında düzenli ordunun ilk pilotlarıydı. Derme çatma uçaklarıyla, en zorlu şartlarda keşif uçuşu yaptılar, düşman mevzilerine bomba yağdırdılar. Yüzbaşı Sırrı komutasında Halil, Behçet, Fazıl ve Vecihi (Hürkuş)..
"Nafiz-1" ve "Nafiz-2", onların ilk göz ağrısıydı. Sonra bunlara "Albatros" katıldı ve tabii pilot Fehmi. Uçakları iyi havada uçar, rüzgarlı  ya da yağmurlu havalarda yerinden kıpırdayamazdı. Çünkü bazılarını onlar, bir motor tedarik ederek bizzat inşa etmişlerdi. Kanatları, bol kuyruk yağlı et suyuna batırılmış Amerikan beziyle yapılıyor, bu kanatlar, haliyle yağmurlu havada yumuşayıp gidiyordu..
Bir kısmı isabet aldı, bir kısmı da havada arızalanıp düştü. Mustafa Kemal bu ekibe, biraz da bu yüzden "çılgınlar" adını vermek ihtiyacını duymuştu. Çünkü korkusuzdular ve harikalar yaratıyorlardı. Uçak onarmak, yenisini yapmak, onlar için çocuk oyuncağıydı.. Turgut Özakman, "Çılgın Türkler" kitabının bir bölümünde o çılgınları şöyle anlatır :
"Tek kişilik avcı uçağıyla sağlıklı keşif yapılabilmesi için pilotların gözlem eğitimi almış olmaları gerekli. Bu konuda en yetişkin pilot Fazıl'dı. O uçacaktı. Akşam keşfi için Albatros D-III hazırlandı. Bu güzel uçağa 'İzmir' adını vermişlerdi. Abdullah Usta, uçağa binmeden Fazıl'ı yakaladı. 'Bak..' dedi. 'Bütün parçaları tek tek bir daha elden geçirdim. Yine de dikkatli ol. Büyük pilot olduğunu bilirim. Ama sakın motoru zorlama, hız yapma, düşmanla dalaşma. Ayağını öpeyim. İki kurban yeter..'
Fazıl, gözleri dolan ustaya sarıldı : 'Merak etme, sağ döneceğim..'
Motoru çalıştırdı, ısıttı, pist başını doldurmuş genç pilotlara ders verir gibi dikkatle ilerledi, elini salladı, hızlandı ve havalandı.. İki saat sonra döndü. Alkışlarla karşılandı. Raporunu telefonla Binbaşı İzzet Bey'e yazdırdı. Hava keşif raporu paşaları rahatlattı. Pilot Fazıl'ı uğurlayan, sonra da pistte alkışlarla karşılayan genç pilotlardan biri de Vecihi idi. Gerçi teknik eğitim görmüş, uçak onarımında ustalaşmıştı ama uçmayı çok seviyor ve istiyordu. 1922 Ağustos'unun ortalarına gelindiğinde uçak bölüğü Akşehir'den Çal'daki alana taşındı. Filoda 10 uçak vardı : 6 adet Brege XIV keşif, 3 adet Spat XIII av ve bir de De Hawilland-9 (İsmet).."



Vecihi Bey, 6 Ocak 1896'da İstanbul'da doğdu. Küçük yaştan beri pilot olmayı istiyordu. Yeşilköy'deki Tayyare Mektebi'ni pilot olarak bitirdi. Hemen orduya katıldı. Birinci Dünya Savaşında pilot brövesiyle 7. Tayyare Bölüğünde Ruslara karşı hava harekatına katıldı. Hatta bir Rus uçağını düşürüp, "Uçak düşüren ilk Türk pilotu" olarak anıldı. Ancak bu savaş sırasında Ruslara esir düştü (altta, başı sargılı). Esir tutulduğu Hazar Denizindeki Nargin adasından yüzerek kaçtı ve İran üzerinden Anadolu'ya geçti. Hemen ardından, 1918 yılı başında Yeşilköy'de konuşlanmış bulunan 9. Harp Tayyare Birliğinde görev aldı. Bu bölükte görevliyken kendi imkanlarıyla bir av uçağı tasarımı yapmaya girişti. Fakat projesi Mondros Ateşkes Mütarekesinin imzalanması nedeniyle yarım kaldı..



Vecihi Bey'in, teknik adam olarak öne çıkması, hiç şüphesiz uçma arzusunun yerine getirilmesinde bir engel oluşturuyordu. Ancak o, kendi çabalarıyla bunu da aşmayı başardı. Çünkü çok iyi bir pilot olduğuna önce kendisi inanıyordu ve çevresine de bunu kabul ettirmekte zorluk çekmiyordu..
Kurtuluş Savaşı gelip çattığında Vecihi Bey, yine sahnedeydi. Ancak ondan önce Alman uzmanlar tarafından eğitilen bir kısım rütbeli pilotlar öne çıktılar. O, bunu onur meselesi yapmadı ve bir süre bekledi. Özellikle İnönü ve Sakarya savaşlarındaki keşif ve destek uçuşları ile dikkat çekerek isminden bahsettirdi. Bir Yunan uçağını da düşürerek, havadaki kariyerini ikiye katladı. Vecihi Bey Kurtuluş Savaşı'nın ilk ve son uçuşunu yapan pilot olarak da anılır. Keza savaşın son günlerinde İzmir'in Gaziemir (Seydiköy) hava alanını tek pervaneli av uçağıyla işgal eden Türk pilot odur.. Bu nedenle kendisine kırmızı şeritli İstiklal Madalyası verildi. TBMM de, tarihinde ilk kez kendisine üç kez takdirname verdi.

   

Vecihi Bey, Kurtuluş Savaşından sonra İzmir'e yerleşti. Seydiköy'de pek çok tayyarecinin yetişmesinde önemli rol aldı. Cumhuriyet'in ilk pilotlarının önemli bölümü onun öğrencileriydi. 
O yıllarda Edirne'ye yanlışlıkla inen bir yolcu uçağının kurtarılması amacıyla bölgeye gidip kusursuz bir görev ifa eden Vecihi Bey'in bu hizmeti karşılığında, kurtardığı uçağa "Vecihi" adı verildi. Bu, onu hem heyecanlandırdı, hem de çok gururlandırdı. Bundan güç alarak uçak inşa etmeye karar verdi.. Ancak buna nereden başlayacağını çok iyi biliyordu. Halkapınar'daki cer atölyelerinden teknik destek sağlayarak kollarını sıvadı. Seydiköy'de, şimdiki Gaziemir Hava Teknik Okullar Komutanlığında uçak yapım projeleri üzerinde çalışmalar gerçekleştirdi. Cumhuriyet'in ilan edildiği yıl, Kurtuluş Savaşı sırasında Yunanlılardan ganimet olarak ele geçen motorlardan yararlanarak ilk Türk uçağını imal etti. İki yıllık bir çalışma sonrasında, 28 Ocak 1925'te "Vecihi-K-VI" adını verdiği bu uçağı uçurdu. Ancak ödül yerine ceza aldı !.. Çünkü Seydiköy alanında o sırada havacılıktan anlayan kimse bulunmuyordu. Kendi imal ettiği uçağın kalkışı için izin verecek merci olmadığı için, bu davranışı "izinsiz uçuş" olarak nitelendirildi ve Vecihi Bey bu yüzden cezalandırıldı. Ancak bu olay, onun moralini hiç bozmadı. Havacılığın bir dizi kurallarla yürüdüğünü çok iyi biliyordu. Gönül koymadan bir süre daha çalıştı. Türk Hava Kurumu'nun kuruluşuna destek vererek bu kurum çatısı altında İzmir'de pilotluğa merak saran gençleri eğitti. Askeri havacılıktan bir süre sonra ayrıldı ve daha rahat çalışabilmek amacıyla uçak tasarım ve yapımı sahasına daha özgür biçimde adım attı. 1930'da İstanbul Kadıköy'de bir keresteci dükkanını kiralayarak üç ay içerisinde ilk Türk sivil uçağını, aynı zamanda ikinci uçağı "Vecihi-XIV"ü yaparak Kadıköy Fikirtepe'den Ankara'ya kadar ; 25 Nisan 1931'de de Çekoslovakya'da kendi monte ettiği uçağı bu ülkeden Türkiye'ye kadar uçurmayı başardı...

  

Sanatçı Melike Demirağ'ın dedesi Nuri Demirağ, kendisine 5.000 lira vererek bunun karşılığında bir kabin uçağı yapmasını istedi. Vecihi Bey, bunu da başardı ve "Vecihi XVI" kabin uçağını yaparak yine bir ilke imza attı. 
İzmir'den hiç kopmadı. Uçmak istediğinde İzmir'e gelir, bu hevesini doya doya tadardı. Reklam işlerinde çalıştı. İşadamlarının havadan reklam ve çekim işlerine yardımcı oldu. Sanatçı Zeki Müren'in Fuar'da yapacağı çalışma öncesi tek pervaneli uçağıyla "Sanat Güneşi"nin havada reklamını yaptı...
Soyadı Kanunu çıkınca "Hürkuş" soyadını aldı. Çünkü bunu hakediyordu..



(TAYFUN GÖÇMENOĞLU'nun KNK dergisinde çıkan yazısından alıntıdır)   



Facebook'taki "Tarihten Anekdotlar" grubumuzdan değerli üyemiz Metin Sertbaş tarafından bana iletilen bir anekdotu da yazıya ekliyorum, kendisine teşekkürlerimle..

1928’in ilk aylarında Türk Hava Kurumunda (o zamanki ismiyle Türk Tayyare 

Cemiyeti) bir tayyare projesi hazırlayan Vecihi Hürkuş, uçağı yapma fırsatı

bulamadığı gibi dönemin Türk Hava Kurumu Başkan Yardımcısı Şükrü Koçak

tarafından “Görüyorum ki, sen hâlâ akıllanmamışsın Vecihi. Yine tayyare projesi

diye bir şeylerle uğraşıp duruyorsun ve tabii bunlar için masraflar da 

yapıyorsun, bu işin çıkmaz yol olduğunu öğrenmedin mi? İzmir’de bu kadar

zaman uğraştın, birçok masraflar yaptın, tayyareni meydana getirdin ve uçtun. 

Netice ne oldu? Bu çalışmalar sonunda muvaffak olacağını kabul edelim.

Biliyorsun Cemiyetin artık uçuş faaliyeti ile alakası yok. Bu halde, teşebbüsün,

emeklerin ve uçak ne olacak? Sana daireye geldin, gelmedin veya defteri imza

et diyen mi var?” (Hürkuş, 2000) şeklinde uyarılır. (Cevat Sarıkaya, Tarihi gelişim içerisinde Türk hava harp sanayi, s.48)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder