Sayfalar

740 ) ÜÇÜNCÜ SELİM ZAMANINDA BİR CASUSLUK ÖYKÜSÜ..



Osmanlılarda casusluk imparatorluğun ilk kuruluşu ile başlamıştı. Araştırmalar, devletin kurucusu Osman Bey'in, beyliği çevresindeki bey ve tekfurlara karşı casus kullandığını göstermektedir.
Osmanlı döneminin istihbarat örgütü sadece haber alma ve değerlendirme ile yetinmez, karşı tarafın önemli kişilerini de kaçırırdı.
Kanuni veya İkinci Selim'e verildiği tahmin edilen raporda bir Türk, İspanya, İtalya, Sicilya ve Akdeniz'deki bütün düşman adalarına gitmiş ve beraberinde bir yetkiliyi de getirmiştir. Bu kişi İspanyoldur. Raporu veren ajan, gerekirse Messina düşman donanmasında görevli bir denizcinin de İstanbul'a getirilebileceğini ifade etmektedir.. 
Konuya ilişkin olarak padişaha verilen sadrazam raporunda casusun edindiği önemli bilgiler yer alır. Düşmanın sahip olduğu gemilerin sayısı kadar inşası devam edenler de bu bilgiler arasındadır. Düşmanın 112 kadırgaya sahip olduğu ve 40 geminin dört aydır kızakta bulunduğu da bu raporda belirtilir..
Ajan, İspanya Kralı'nın, "Eğer İslam donanması bu tarafa gelmezse ya Cezayir ya da Trablus üzerine giderim," dediğini bile duyabilme hassasiyetine sahiptir..
Ajan, Messina'daki kadırgaların katibinden söz etmekte, arzu edilirse onun da Osmanlı hizmetine gireceğini belirtmektedir. Rapor, daha çok, donanmayı ilgilendiren istihbarata yer vermektedir. Raporun dikkat çeken yanı, yapılan istihbaratın ihmallere değil, kesin bulgu ve rakamlara dayanmasıdır..

Buna karşılık Avrupa devletleri İstanbul'da kurdukları istihbarat teşkilatları ile gizlilik tanımıyorlardı. Mesela Kaptan Paşa'nın bile çağrılı olmadığı önemli ve gizli bir saray toplantısını, Avrupa gazetelerinden takip etmek mümkündü !. (Cevdet Paşa, Cilt 8, S.119)
Durumun ciddiyeti Sultan Üçüncü Selim zamanında anlaşılacak ve Avrupa'ya yetkin elçiler gönderilerek, istihbarat ön plana alınacaktı. Bu konuda verilmiş örnek bir çabayı 1797 yılında görüyoruz. Viyana Elçisi Afif Efendi, Avusturya ile Fransa arasındaki anlaşmayı zamanında İstanbul'a bildirmiş, Babıali de durumdan henüz haberi olmayan Avrupa devletlerinin elçiliklerini bir tebliğ ile bilgilendirmişti. Bu yenilik Avrupa devletlerini hayrete düşürmüştü..




Osmanlı İmparatorluğu'na diplomat, yazar, arkeolog veya Türkolog görünümlü hayli ajan gelmişti..
Pierre Joubert de bunlardan biridir. Paris Doğu Dilleri Okulu'nda Arap ve Fars dillerini öğrenmiş, 1798'de Mısır'daki resmi müzakerelerde tercüman olarak görev yapmıştı. 1804'de ise Sultan III. Selim'in tahta çıkışını tebrik için İstanbul'a gönderilmişti..
Joubert'in İstanbul'a gelişi aslında başka bir sebebe dayanıyordu. İran tahtına 1797'den itibaren Kaçarlar hakimdi ve Fath Ali Şah (üstte) hükümdar koltuğunda oturuyordu. Ali Şah'ın Fransa ile dostluk kurma ve işbirliği isteği Paris'te hayli önemsenmişti. Ancak tüccar olduğunu söyleyen bir Ermeni'nin İstanbul'daki Paris sefaretine teslim ettiği mektubun araştırılması gerekiyordu.. İran'la, Osmanlı'ya karşı bir anlaşma yapmak, en azından bunu İstanbul'a karşı bir baskı unsuru olarak kullanmak için, bir ajanın İran'a gitmesi gerekecekti. Bu ajan da, Ortadoğu'ya vakıf, Pierre Joubert'den başkası değildi..
Fransa'nın endişesi sadece Osmanlı İmparatorluğu değildi. Bu seyahatin tehlikeden uzak geçmesi ve gizli belgelerin Şah'a ulaştırılması için İngiliz ve Rus ajanlarının varlığını da dikkate almak gerekecekti. Fransa'nın İran üzerinde kuvvetlenmesi, üç ülkenin de işine gelmeyecekti..
Joubert, Paris'ten hareketinden 35 gün sonra İstanbul'a gelmiş ve Sultan III. Selim'in huzuruna çıkarak görünen görevini tamamlamıştı. İstanbul'da mektubu getiren Ermeni aracı ile görüşen Joubert, yanında bir rehber ve iki muhafızı olduğu halde 1805'te Karadeniz'e açılmıştı..
Trabzon'da Fransa Konsolosu Dupre'ye yaptığı müracaatın cevabını hayli geç almış ve Erzurum'a geçiş iznini zorla koparmıştı. Osmanlı yetkilileri bu yolculuğu dikkate değer bulmuş ve daha iyi izleyebilmek için ajana vize vermişti. Kafile 19 Haziran gecesi Erzurum'a gelmişti. Bir süre sonra Erzurum'dan çıkması için ona bütün kolaylıklar gösterilecek ve firarı da sağlanacaktı. Ancak daha sonra, ajan ve arkadaşları Doğu Beyazıt'da ele geçirilip kaleye hapsedilmişlerdi. İzlenimleri dört aylık tutsaklık ve veba salgını ile son bulduğunda, Joubert mektubunu bir aracı vasıtasıyla İran Şahı'na iletmişti. 
19 Şubat 1806'da Yusuf Paşa'nın Beyazıt'a kadar gelen silahtarı ile şehirden ayrılmış ve İstanbul'a dönerken yolunu değiştirerek bu defa Malazgirt Ahlat yolu ile Van'a gelmişti.. 
Joubert'in Anadolu-İran seyahati, seyahatnamesinde anlatığı gibi normal bir gezi olmaktan çok uzaktır. Gittiği her yerde isyanlar çıkması ve İran'da beklenenin dışında gayet soğuk karşılanması dikkat çekicidir. 
Osmanlı İmparatorluğu'nun diplomatik hüviyeti de olsa kişilere "şüpheli" muamelesi uygulaması, Trabzon'dan Erzurum'a geçişi bile izne bağlaması, istihbarata verdiği önemi göstermektedir..



    

    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder