Sayfalar

809 ) KADIN OLMAK ZOR ZANAAT !...

  

Fatma Aliye Hanım'ın "Muhadarat" (Unutulmayan, yeri ve zamanı geldikçe tekrarlanan) adlı romanını babası Tarihçi Cevdet Paşa'nın yardımıyla yazdığı düşüncesi hâkimdir. Bunun nedeni, kadınların ikinci sınıf bir yaratık sayılmaları, görevlerinin ev işlerine koşmak ve de kocalarının sözünden çıkmamak olduğuna inanmaktan geliyordur. 
Fatma Aliye Hanım, Georges Ohnet'in 1888'de yazdığı "Volonté" adlı yapıtını "Meram" adıyla çevirdiği zaman, çevrenin baskısını hesaplayarak, onu "Bir kadın" adıyla yayınlayacaktır. Onu izleyen kitaplarında da, yine aynı çekingenliğin bir sonucu olarak, "Mütercime-i Meram" ("Meram"ın çevirmeni) takma adını kullanır. Bu, biraz da "Meram"ın çokça tutulmasından gelmektedir. O, 1896 yılında, kimi arkadaşlarıyla, "Muhadenet-i Nisvan" (Kadın Dayanışması) adında ilk kadın derneğini de kuracaktır. Bu arada "Nisvan-ı İslam" (İslam Kadınları) ve "İstilayı İslam" gibi kitaplarla Türk "amazon"larının sesini de duyurmaya çalışmaktadır. 1899 yılında da, çeşitli yüksek okullarda öğretmenlik yapan Mahmut Esat Efendi'nin "Taaddüt-ü Zevcat"ına (Dörde kadar kadınla evlenme "ruhsatı") bir ek düşecek ve çokeşliliğin artık top attığını savunacaktır. 
1908 yılında, İkinci Meşrutiyet zamanı, "Mahasin" dergisine yazdığı bir yazıda, sokaklarda kadınların aleyhinde estirilen samyellerinden sızlanmaktadır :
"Yakını olan erkeklerle kadınların birlikte arabalara binmeleri yasak edildi. Kadın, babası, kocası, erkek kardeşi, oğlu gibi kimselerin yanında ne yapabilir ? Baskısız, kontrolsüz, koruyucusuz gezenlerden bir takımının uygunsuz halleri yasaklanabilir mi ? Kimi kez, kadınların paytona binmeleri önleniyor. Açık tramvayda bile, kadınlar için yer yok. Kadın bir kupa arabası ya da kapalı tramvay bekliyor. Yaz mevsiminde ise bunlar az mı az. Kadın, uzun süre kaldırım üzerinde kalıyor. Boy ve pos gösteriyor. Dikkati çektiği için de gelen geçen bakıyor. Buna önem verilmiyor. Çünkü âdet.. Kadınlar kışın da gerek duydukları hava ve güneşten yararlanmak için duvarlı, kapalı bahçelerden birinde bile birazcık hava almaya olanak bulamıyor. Sonra kadınlar, sokaklarda sebilhane bardağı gibi diziliyorlar. Çünkü bu da çoktan beri âdet.."

  

Yetmiş dört yıllık ömründe (1862-1936) durmadan dinlenmeden, Türk kadınının, dolayısıyla da Türk toplumunun aydınlanması için elinden geleni yapan Fatma Aliye Hanım için Ercüment Ekrem Talu şöyle demiştir :
"Harem ve kafes çağında, Türk kadınlığı bile bile koyu bir cahillik içinde boğulurken, okur, yazar ve yazdığını okutur olarak dosta düşmana gösterebileceğimiz birkaç kadının başında o vardı. Çok temelli bir öğrenimden geçmiş ve öğrendiklerini öğütmüştü.."
Fatma Aliye, Arapça, Farsça, Fransızca bilir ; Hafız'ı ne kadar çok okursa, Lamartine'i de o kadar okur. Ercüment Ekrem ona 1935 yılında Hachette Kitabevi'nde rast geldiğinde yeni yazarların son yapıtlarını karıştırırken bulur onu. Ayak üzeri, on dakika içinde, kendisine iki ünlü Fransız yazarın bir karşılaştırmasını yaparak, Ercüment Ekrem'i şaşkınlık içinde bırakır.. Çünkü, 30-32 yıl önce "Hanımlara Mahsus Gazete"de edebiyat yazılarını yayınlarken yargılama gücü ne ise, o gün, 73 yaşındayken de odur..
M. Turhan Tan da, onun için şunları yazar :
"Fatma Aliye, sayısı henüz çoğalmaya başlayan aydın Türk kadınlarının en değerlilerinden biriydi. Çünkü Fatma Aliye, peçenin Türk kadın yüzünü karanlıklarda bıraktığı günlerde bilgi güneşinden ışık alarak aydın yaşamış bir kişiydi. Çünkü Fatma Aliye Avrupa kültürüyle yetişen ilk Türk kadını. Çünkü Fatma Aliye kadın kaleminden çıkan ilk Türk romanının yaratıcısı idi. .."

      

1895 yılında, yazarları arasında Fatma Aliye'nin de olduğu, "Hanımlara Mahsus Gazete" yayınlanmaya başlar. Bu gazeteden önce, 1886 yılında, "Şükûfezar" adında bir kadın dergisi yayımlanır. 50 paraya satılan dergiyi çıkaran Arife Hanım ilk sayıda bir önsöz yazar :
"Biz ki saçı uzun, aklı kısa diye erkeklerin alaycı gülüşlerine hedef olmuş bir tayfayız, bunun karşıtını ortaya koymaya çalışacağız. Erkekliği kadınlığa, kadınlığı da erkekliğe üstün tutmadan çalışma ve iş görme yolunda yılmadan adımlarımızı atacağız. Yazacağımız şeye haklı haksız karşı çıkacaklarmış, bunu umursamayacağız. Haklı itirazları dergimize memnunlukla koyacağız. Ama haksız itirazlara elimizden geldiğince yanıt vermek amacımız içindedir. Buna hiç üzülmeyiz.."



Kadın dergi ve gazeteleri II. Meşrutiyet ile birdenbire çoğalır. Kadınların altın yıllarıdır o yıllar.. 
Kadın dernekleri de kurulmaya başlar. Kurucuları arasında Belkıs Şevket'in olduğu "Müdafaai Hukuku Nisvan" ile Halide Edip'in düzene soktuğu "Teali-i Nisvan" başı çeken derneklerdir.. 
Halide Edip, 1912 yılında, Nakiye Elgün'ün Fatih'teki evinde Teali-i Nisvan'ın yardım ve hastabakıcı kolunu da yürürlüğe sokacaktır. Ama gerçek amaç, daha çok, düşünceleri açmaktır.. Dernek, Sultanahmet'te, otuz yataklı özel bir hastane de kurmuştur. Yapıyı üyelerden Mihri Pektaş sağlamış ; iki kadın üyenin eşleri olan bir operatör ve bir eczacı da hastanede gönüllü olarak çalışmaktadır. Türk kadınının bu türlü bir hastabakıcılığı ilk kez o günlerde başlamıştır..

    

Yazıyı, Halide Edip için 1922'de yazılan bir şiirle kapatalım.. 

"Ben bir onbaşıyım adım Halide
Vatana, millete oldum valide
Asıl mayasını benden almıştır
Köpüren heyecan bu ahalide

Kalemi bırakıp aldım silahı
Bu cihan içinde bulunmaz eşim
Tarihe aşina olanlar bilir
Kara Fatma ile Jan Dark kardeşim

Bir yanardağım, sönmez ateşim
Çarşafı çıkarıp giydim külahı
Süngümün ucundan doğacak benim
Selamet güneşi, zafer sabahı

Geçende bir mektup yazıp Adnan'a
Dedim ki : 'Zahmetim var biraz sana
Yarım okka kadar tiftik büktürüp
Kalınca bir çorap örüver bana'

Rahatım yerinde hasılı kelam
Bizi soranların hepsine selam
Söyleyin askerden kaçan olursa
Analık hakkımı ederim haram.."

fatma aliye-hanımlara mahsus gazete ile ilgili görsel sonucu

KAYNAKÇA :

TEZER TAŞKIRAN, "Cumhuriyetin 50. Yılında Türk Kadın Hakları" ; HİLMİ YÜCEBAŞ, "Bütün Cepheleriyle Halide Edip" ; SALÂH BİRSEL, "İstanbul Paris"
  
  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder