Sayfalar
▼
871 ) EFELİĞİN TARİHÇESİ HAKKINDA İLGİNÇ NOKTALAR
Bektaşiler, Ahiler ve Abdallar Anadolu'da yeniçeri teşkilatına, efelere ve zeybeklere öylesine karışmışlardır ki, bunların herhangi birinin nerede başlayıp nerede bittiğini tayin etmek pek güçtür.
İlk Türk tarihini yazanlardan biri Âşık Paşa'dır. Âşık Paşa Oğuz Türklerini dört kola ayırır :
1. Gaziyani Rum : Rum fedailerdir. Yani serdengeçtiler, veya dalkılıçlar. Bunlar sınırlarda bulunuyorlardı ve sınırları düşmanlara karşı savunuyorlardı..
2. Ahiyani Rum : Ahiler idi. Bunlar sanatkârlardı. Âdeta bir sendika halindeydiler. Çıraklık, kalfalık, ustalık yani peştemal takmak bu büyük kurul tarafından belirli merasimlerle yapılırdı. Kurul mensuplarında büyük disiplin vardı..
3. Aptalani Rum : Kızılbaş, tahtacı, çetni ve bunun gibi kollardır..
4. Baciyani Rum : Türk kadın alayları idi..
İlk önce Gaziyani Rum'dan bahsedelim. Bugün "Gaziyan" denilenler, bildiğiniz efeler, zeybekler ve onların kızanlarıdır. Bunların hepsine de "İbakki" deniliyordu. "İbakki" demek, Şarap Tanrısı Bakko'nun tayfası demektir. "Bakko" sözü, Grekçe değildir. Anadolu'daki Lidyalıların dilindendir. Bu sözü, sonraları İyonyalılar kendi Grekçe dillerine kabul etmişlerdir.
İ.Ö. 5. yüzyılda yaşamış olan Herodot zeybeklerden "İbakki" diye bahseder. Bu İbakkiler Batı Anadolu'ya yayılmış bir Bakkos kurulu idi. Hüseyin Kâzım Kadri Bey'in 4500 sayfayı bulan mükemmel Türk lügatında "zeybek" sözü şöyle anlatılıyor : "Aydın ve Bursa vilayetleri halkına verilen unvan, bazen arkadaş ve kardeş gibi hitap yerinde kullanılır, -hafif tüfekçi asker- Devlet-i Selçukiye zamanında Teke ve Aydın tarafında bulunurlardı."
İlk önce zeybek kıyafetinden bahsedelim.. İsa'dan önceki Latin şairlerinden birkaçı İbakki'nin başlarına Tir (Suriye sahilinde Sur şehri) kırmızısından külah giydiklerini ve dans ederlerken takma saçlarının havaya fırladığını yazarlar. Sonra bütün eski yazarlar, İbakkilerin başlarına asma yapraklarından veya kaya kapan sarmaşığından ve çiçeklerden bir çelenk taktıklarını yazarlar. Tir kırmızısından külah, kırmızı festir. Takma saçlar da püsküllerdir. Zeybek ve efeler püskülleri tartıyla alırlardı. En hafif püskül 100 dirhem idi (yani çeyrek okka). Bu püsküller saç gibi arkaya ve bazen hem arkaya hem bir yana, omuz üzerine sarkıtılırdı. Zaten Sultan Mahmud ve Mecid zamanındaki feslere bakılacak olursa, püsküllerin her taraftan -tıpkı saç gibi- yani hem yanlardan hem de arkadan fesi örtercesine sarktıkları görülür. Yaprak ve çiçekten ibaret başa takılan çelenk ise, yaprak ve çiçekleri taklit eden zeybek çemberidir..
Şimdi gelelim, zeybeklerin giydikleri cepken ve camadana. Kolsuz olanlarda omuzlardan arkaya doğru kol olmayan kumaş iki kanat sarkar. İbakkiler artlarına keçi, geyik veya pars postu giyerlerdi. Bu hayvanları öldürdükleri zaman onun etini yerlerdi. Bu et kutsal sayılırdı. Yani o eti yiyen, o Tanrının kutsallığını kendine mal etmiş sayılırdı. O kutsal postu da sırtına giyerdi. Hayvan postunun iki ön ayağı göğüs üzerinden, yani boynun önünden sağa ve sola atılır ve hayvanın iki ayağı omuz üzerinden arkaya sarkardı. İbakki, dans ederken bu iki ayak havalanırdı. Zeybek camadanındaki iki kol da işte bu bacak ve ayakların kalıntısıdır. Söylediğimiz gibi bu kolların her biri ötekine karıştığı için Bektaşi ve başka tekkeler şeyhlerine "postnişin" denirdi. Ve şeyhin postu kutsal sayıldığı için oraya şeyhten başkasının oturması veya posta basması büyük skandal sayılırdı..
Zeybeklerde "pazubent" vardır, bir de "maşa".. Maşanın gördüğü hiçbir iş yoktur. Bunların ikisi de Herodot'un "Skilas"ta var olduğunu bildirdiği kutsal madensel belirtilerdir. Bittabi pek sonraları pazubent bir muska niteliği almıştır. Herodot'un "Skilas"ının kutsal madeni takıntıları da, fena etkileri uzaklaştıran birer muskadan başka bir şey değildir. Kıyafetler üzerindeki benzerlikler ta ayaklara kadar devam eder. Fakat ben bu kadarla yetiniyorum..
Danslara gelelim : Zeybek dansı tamamıyla "Bakkik" ve "Diyonisyak"tır. Bu oyunlar üç kısımdır. Çünkü Bakkos'tan önce Anadolu'da büyük bir Ana Tanrıça Kibele vardı. Onun Boğazköy'de Yazılıkaya Tanrılar düğününde "Hiyerogamos"unda suretini görürsünüz. İki aslan üzerine basmaktadır. Orada adı, "Kupapa"dır. (Asıl tuhafı, Sümerlerdeki "Humbaba" ile ilişkisi vardır. Tanrıça Kupapa üçlek idi. Yani kız, ana ve cadı..Bu da yeni hilal, tam ay, azalan hilal ile temsil ediliyordu. İştar, yani yıldız, Sitare, sonra Astarte ve Afrodit olur..)
Bakkos ayinlerin kaynağı, Kibele inancındaki rahiplerin "Koribant" danslarıdır. İşte, zeybek dansı bu sebeple üçe ayrılır. Önce, zeybek meydanı dolaşır. Sonra elini havaya kaldırır. Üzüm salkımı koparır, dizüstü gelir, salkımı sepete koyar. Sonra kalkar, sepetteki üzümü çiğner ve şarap suyu çıkarır. İster Harmandalı, ister Köşkdereli, ister Ödemiş veya Denizli zeybek danslarında olsun, bu üç ana figür hiç değişmez..
Her bir kısım dans tamamlanınca müzik durur ve güzel sesli zeybekler bir hava çekerler. Yani bir mani söylerler. Bu hava çekişleri (Bektaşilerde "nefes" olur bunlar) Bakkos ve Diyonisyak dansları arasında söylenen "Ditirambos"tur.
Zeybekler, "tehnel / defne" dedikleri ağaçların bulunduğu yerden geçmezler. O yerler şom ve netameli sayılırdı. Kibele'nin en eski rahibelerine "Dafoene" denilirdi. Defne yaprağında potasyum siyanür vardır. Rahibeler onu çiğnerler ve abuk sabuk konuşurlardı. O zaman onların dili ile tanrıça konuşuyor sanılırdı. Kutsal yerlere "temonne / temenos" denirdi. Bu yerlerde Anadolu'da sonraları bir mihrap kurulurdu, dua için. Yavaş yavaş mihrap tapınak oldu. Zeybeklerin defne ağaçlı yerlere girmemeleri oraların kutsal birer "temenos" sayılmasındandı..
"Efe" kelimesi, "efendi"nin kısalmışı değildir. "Efeb"ten gelir. Efeb, "genç", yani "delikanlı" demektir. Örneğin "Efendimiz Salla Aleyhü Vesselem" denir, efemiz denmez. "Efendi" Bizans dilinde "malik / okuma yazma bilir" demektir. Hoca Efendi, Kalem Efendisi gibi.. Hoca Efe, Kalem Efesi denmez. Fakat "efelerin efesi" denir ; yani silah taşır, yiğit demektir..
Efeb (okunuşu : efev) teşkilatı Yunanistan'dan çok önce Anadolu'da kurulmuştur. Bunlar tıpkı zeybekler gibi dağ başında silah talim ederlerdi. Enikonu öğrenince kente gelir, tiyatroda silah oyunu yaparlardı. Tiyatro yuvarlaktı. Dans da dairesel idi. Bunda da esas, karibantların silahla, yani kılıçları kalkanlara vura vura ve yuvarlak meydanda döne döne dans etmekti. Başlangıçta bir Diyonisos tapınağından başka bir şey olmayan tiyatrodaki bu dans dinsel idi. Efeblerin bayrağı yoktu, yemek yedikleri maden çanakları bayrakları idi..
Gelelim yeniçerilere.. Gülbenklerinin sonu şöyle biterdi :
"Pirimiz hünkârımız Hacı Bektaşi
Veli demine, devranına hu diyelim hu."
İçkiyi esas ayin yapan Bektaşiler Diyonisyak idiler. Yeniçerilerde de yemek çanağı, yani kazan, kutsaldır. Kazan kaldırmak, sancak kaldırmaktır. Ayrıca, yemeye içmeye ait unvanlar (mesela "Çorbacı" gibi), önemlidir..
HALİKARNAS BALIKÇISI / CEVAT ŞAKİR KABAAĞAÇLI'NIN "MERHABA ANADOLU" ADLI KİTABINDAN DERLENMİŞ BİR YAZIDIR..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder