Sayfalar
▼
881 ) DİN VE ALKOL
Alkol ve din arasındaki ilişki binlerce yıl önce başlamıştır. Birçok antik ve klasik kültürde, tanrılar alkollü içeceklerle, özellikle bira, şarap ve bal şarabıyla ilişkilendirilmiştir ; Baküs (üstte solda) ve Dionysus sadece en tanınmış olanlarıdır. Alkol ilahlara ithaf edilen tek meta değildir, örneğin Yunanistan'da, Demeter ekmek, meyve ve sebze tanrıçasıdır ama şarap ve bira dinle daha sıklıkla ilişkilendirilmiştir. Neden böyle olduğu konusunda çeşitli görüşler ortaya atılmaktadır. Yaygın bir kanıya göre, artan miktarlarda alkol almaktan kaynaklanan gevşeme, baş dönmesi, kafa karışıklığı, içki içenlerin günlük deneyimlerinden o kadar farklı duygulardır ki, bunlar "başka bir dünyadan gelen" hisler olarak yorumlanabilir. Alkol, içki içen kişiyi ruhsal ve dinsel izler taşıdığı düşünülen yüksek bir duygusal boyuta taşımaktadır.
Olumlu veya olumsuz yönde, alkol ile din arasındaki ilişki tarihsel bir sabit olarak düşünülebilir ama aynı binyılda ortaya çıkan iki din yani Hristiyanlık ve Müslümanlık alkolle eşsiz, farklı ve devamlı bir ilişki içindeydi. Hristiyanlık bir alkollü içkiyi (şarabı) dini ritüeller ve sembolizmin merkezinde bir pozisyona yükseltirken, İslam alkolü tamamen reddeden ve takipçilerinin alkollü içkileri içmesini yasaklayan ilk büyük din olmuştu. Her iki yaklaşımın da emsalleri vardı. Bir taraftan, şarap, Romalı şarap tanrısı Baküs'e dayalı mezhebin törenlerinin merkezinde yer alıyordu ve Yahudi öğretisinin ve törenlerinin ayrılmaz bir parçası idi. Diğer yandan, bazı Hristiyanlık öncesi Yahudi mezhepler ve ruhban sınıfından olmayan yasalar (Sparta'nınkiler gibi) alkol kullanımını yasaklamıştı. Fakat bunlar marjinal ve kısa ömürlü yasaklardı. Buna karşın, alkole ilişkin Hristiyan ve Müslüman öğretiler milyonlarca takipçileri için uzun vadeli bir anlama sahipti ve alkole günümüze dek taşıdığı dini bir yük yüklemekteydi.
Bazı İncil metinleri şarap tüketimini olumlu bir ışık altında ele alıyormuş gibi yorumlanabildiği halde, başka metinlerde bu konuya tarafsız, bazılarında ise tartışma götürmeyen olumsuz yaklaşımlar gözlemlenmektedir. Ancak başka İncil metinlerinde, herhangi bir içkiyi içmek konusunda uyarıda bulunulduğu görülmemektedir, örneğin "O ne şarap ne de sert bir içecek içmeyecek ve Rabbinin katında harika görülecek"...
Kesin olan bir şey varsa o da şarabın hem Yahudiler hem de Hristiyanlar için çok önemli olduğudur. Yaradılış Kitabı'nda Büyük Tufan'dan sonra dünyada hayatın yeniden başlaması gerektiğinde, Nuh Peygamber'in ilk ektiği bitkinin ekmek yapmak için tahıl değil, şarap yapmak için asma olduğu belirtilmektedir. Üzümlerini ektikten sonra, Nuh Peygamber şarap yapmaya başlamıştı ve bu iyi bir şey gibi görünüyordu. Ama Nuh Peygamber çok içip sarhoşluktan kendini kaybederek tüm giysilerini çıkartınca, hikaye kötü bir şekilde sonuçlanmıştı. En küçük oğlu Ham içeri girip babasını çıplak görmüş ve Nuh Peygamber buna karşılık Ham'ın oğlu Kenan'ı lanetlemişti.. Ama bu konuda önemli olan nokta, başlangıçta özünde iyi olan alkolün sorunsuz tüketimi olarak görülen olayların sonuçta Tanrı'nın kanunlarını ihlal ederek bir aile trajedisine yol açması ve bunun Büyük Tufan sonrasında yeni dünyadaki insan hayatını sembolize etmesidir..
Alkole ilişkin genel duruş sebebiyle Eski ve Yeni Ahit'in, antik ve klasik yazarların ortaya koymuş oldukları yaklaşımları tamamen sadık kalarak yineledikleri söylenebilir : Şarap ve bira hem iyi hem de kötü potansiyele sahipti, etkileri nasıl tüketildiklerine bağlı olarak değişiyordu. İçecek olarak, etkilerine göre yargılanmaları gerekiyordu, içeceklerin içinde saklı herhangi bir niteliğe göre değil.. Alkol tüketimi Yahudiler arasında çok yaygın olduğu için, bu şaşırtıcı değil. Şarap, "Purim" gibi Yahudi bayramlarının ayrılmaz bir parçasıydı. Hamursuz Bayramı yemeklerinde belirli bir yeri vardı ve ayrıca, Yunanlı ve Romalı meslektaşları gibi, Yahudi doktorlar da şarabı çok çeşitli fiziksel ve ruhsal rahatsızlığın tedavisinde dahili ve harici olarak kullanmıştı..
Yahudiler arasında şarabın sıradan, tedavi edici ve sembolik bir yeri varken, Hristiyanlar arasındaki anlamı son derece kritikti. Hristiyanlığın ilk çağlarında ortaya atılan Dönüşüm Öğretisi, Komünyon sırasında ekmek ve şarabın dış görünüşleri aynı kalsa da özlerinin İsa'nın vücudu ve kanına dönüşeceğini savunur.
Hristiyan öğretisinin alkolün kötüye kullanımı hakkında diğer dinlerden çok daha katı bir bakış açısı olması şaşırtıcı olmayacaktır. Aşırı içki tüketimi sadece bilinen kişisel ve sosyal sonuçlara sahip değildi, aynı zamanda Hristiyanlar için kutsal bir anlamı olan bir maddenin kötüye kullanımı ile de ilgiliydi. Belki de bu sebeple, Hristiyanlıkta, şarap ve diğer alkollü içeceklerin tüketimini denetleme konusunda daha sistematik kuralların ortaya çıktığı görülüyordu..
Hristiyanlık İsa'yı pek çok yönden yeni bir şarap tanrısına benzeyen bir figür olarak tanıttı. İsa'nın imajında şarap çok önemliydi çünkü ilk gerçekleştirdiği mucize, bir düğünde suyu şaraba dönüştürmekti..
Zaman geçtikçe, komünyon için şarap bulundurmanın önemi, Hristiyan Kilisesini ve manastırlar gibi bağlı kurumlarını, büyük çaplı şarap sanayisinin belirgin destekleyicisi haline getirdi. Manastırlara ait alanlarda birçok bağ kuruldu ve manastırlar önemli ticari şarap üreticileri oldu. Ama pek çok manastır şarabı ruhban sınıfından olmayan kesimin yüksek tabakasındakilere satmak amacıyla da üretiyordu. Roma İmparatorluğu MS 400 yılı civarında en geniş sınırlarına ulaştığında Kilise, bağcılık ve şarap yapımının Fransa'nın birçok bölgesinin yanı sıra bugünkü İngiltere, Portekiz, İspanya, Almanya, Avusturya, Macaristan ve Polonya'ya yayılmasını desteklemişti..
İlk büyük çaplı bira üretim operasyonları 8. yüzyıldan itibaren manastırlarda yapılmaya başlandı. Manastırlar ticari üretim için gerekli malzemeleri almak için yeteri derecede zengin olmanın yanı sıra, aynı zamanda gerekli tahıl ihtiyacını karşılamalarını sağlayacak arazilere de sahiplerdi. Bunun da ötesinde, daha büyük manastırlar, normal bir ailenin gereksiniminden daha fazla üretim yapmak zorundaydı çünkü daha çok sayıda insanın beslenme gereksinimini karşılıyordu. Buna karşın, Batı Avrupa'da tipik bir aile dört ya da beş kişiden oluşuyordu ve bu kişiler içinde yetişkin erkekler kadar içki içmeyen kadınlar ve çocuklar da vardı.
Bira yapımını benimseyen ilk manastırlardan biri bugün İsviçre topraklarında bulunan St. Gall Manastırı (üstte) idi. Manastır binaları içinde üç adet bira üretim yeri vardı ; biri rahipler için, diğeri önemli misafirler için ve üçüncüsü de hacılar ve yoksullar için üretim yapıyordu. Genel olarak, rahipler bira mı şarap mı üreteceklerine karar verme özgürlüğüne sahiplerdi ve çoğu, diğer alkollü içeceklerle birlikte her ikisini de üretmiş gibi görünüyorlardı. 843 yılında, Paris yakınlarında bir manastırın baş keşişi bir yazısında her türdeki üründen çok az stok kaldığını ve içecek üretiminin çok güçleştiğini belirtmişti. Şarap için üzüm kıtlığı vardı, armut şarabı yapmak için armut bulunamıyordu ve tahıl üretimindeki yetersizlik bira yapımını olanaksız hale getirmişti. Bu durumda rahipler içecek olarak sadece su bulabiliyordu. Bu, içkilerin hiyerarşisinin tam da isteyebileceğimiz netlikte ifadesiydi.
Pek çok dini tarikat ve cemaat kendilerine her gün bira ve/veya şarap tahsis edilmesini emrediyordu ama 8. yüzyılda standart kurallar koymak için gösterilen bazı çabalara karşın, neye ne kadar izin verildiği konusunda çok farklı yorumlamalar mevcuttu. Bazı tarikatlar için, şarabın içerdiği yüksek alkol miktarı problem teşkil ediyordu. 9. yüzyılda Almanya'da Fulda Manastırına bağlı bir kuruluşun beyanatında açıklandığı gibi : "Kardeşlerimize Kutsal Kural'ı açıklarken, şarabın bir rahibe yakışmadığını belirten bir pasaj okudu, bu nedenle oy birliğiyle sarhoşluğa sebep olacak sert içecekler yerine hafif bir içecek olarak bira içilmesine karar verildi. Epey sonra bu kural, toplumun giderek kalabalıklaşması sonucunda çok fazla kişinin hasta ve rahatsız olduğu bir dönemde, Kral Pippin namına kurulan bir konseyde gevşetildi. Kardeşlerimizden çok az bir kesim şarap ve sert içkilere hayatları boyunca karşı gelmişlerdir.."
Şarabın Kilise için önemi, diğer şeylerle beraber, bağcılığın da Hristiyanlığın etkisi altına aldığı her yere yayılmasını güvence altına almıştır. Orta Avrupa'da elçilikler oluştukça her biri kutsal şarap üretmek için asmalar dikmişlerdi. Bu yöntem, 15. yüzyılla 18. yüzyıl arasında Katolik misyonerler Latin Amerika ve Kaliforniya'da dini inançlarını yayarken de aynı şekilde tekrarlanacaktı..
Bazı manastırlardaki üzüm bağları çok geniş bir alana yayılıyordu. 9. yüzyıl başlarında Paris yakınlarındaki St.-Germain- des-Prés Manastırı 300-400 hektarlık bölümü asmalarla kaplı olmak üzere, toplam 20 bin hektar toprağa sahipti. Manastırın, genellikle araziyi kiralayan köylüler tarafından ekilen üzüm bağları her yıl 1,7 milyon adet modern şişeye tekabül eden 1,3 milyon litre şarap üretiyordu. Bu, önemli ölçekte bir üretimdi..
ROD PHILLIPS'İN "ALKOL TARİHİ" ADLI KİTABINDAN DERLENMİŞ BİR YAZIDIR.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder