Sayfalar

917 ) DELİL !...

İlgili resim

1800'lü yılların sonları, 1900'lerin başlarında, Ramazanlarda -ayın 15'inden önce- bir gece babam ev halkını, emektar dadılara ve gedikli evlatlıklarla bunların çocuklarına kadar, yanına çağırırdı. Odada otuz kişi kadar toplanırdık. 
"Getirin şu Sürre hurçlarını !" derdi.  Ortaya yumuşak yeşil meşinden, iki tarafına siyah iplikle birtakım yazılar nakşedilmiş iki eşit çanta koyarlardı. Daha ziyade bir heybenin tek tarafına benzeyen ve ağzı yine meşinden bir kaytanla örtülen hurçlar.. Neye yarardı ?..
Her zaman Sürre Alayı ile biri Mekke'ye, öteki Medine'ye gider, hac sonu yine İstanbul'a dönerdi. Bir şeyi mi götürürler, bir şeyler mi getirirlerdi ?
Elbette..
Hurçların bir tarafında kılaptan (metal sırmalı pamuk ipliği) tarzı iplikle babamın adı ve memuriyeti işlenmişti. Arka taraflarındaki isimlerin biri Mekke'de, diğeri Medine'deki iki yerliye aitti.. 
Kimdi bunlar ?..
Bunlar bizim ailenin "delil"leriydi. "Delil" de nedir ? "Kılavuz" anlamındadır, yani ve eğer aileden biri ya da birkaçı, Allah nasip eder de hacca gidecek olursa o adamların arkasına takılacak, onlara misafir olacak, onların hareketine ayak uyduracak, ne derlerse yapacak, hac âdab ve erkânını onlardan öğrenecekti..
Belli başlı ailelerin iki mukaddes şehirde böylece, önceden tayin edilmiş "delil"leri bulunması ve kendileriyle münasebetin devamlı surette sürdürülmesi eski bir âdetti. Kim bilir ne zamandan beri biz bu âdeti bırakamamıştık. Aile reisi vefat ettiğinde en büyüğü onun yerini alır, hurçlar onun namına gelir, giderdi. Deliller için de aynı şey..
Hurçlar ortaya konduktan sonra babam esas yerleri matbaada basılmış, yalnız bazı yerleri açık bırakılmış bir deste kağıttan birini eline alır, boş kısımları doldururdu. Mesela kendi ismini, bir de (...kuruş) yerine bir rakam yazardı. Yazdıktan sonra o parayı kağıda, kağıdı da bir zarfa koyar, kapatır, hurca atardı.
Tabiidir ki her şahıs ve fert için aynı rakam yazılmaz, aynı para yollanmazdı. Aile erkân ve efradı bir tür bareme tabiydi. Heybenin en yükseğini aile başkanı gönderir, kadın başkan ikinci derecede kalır, sırasıyla oğulların, kızların, gelinlerin, sonra yaşlarına göre de iş görenlerin nakdi hediyesi asgariye, örneğin bir mecidiyeye kadar düşerdi..
Zarflar tamamlandı mı hurçlar kapatılır, meşin kaytanın uçları da kırmızı balmumuyla mühürlenir, emniyet altına alınırdı. Nihayet bir uşak bunları götürüp Sürre işiyle meşgul olan Evkaf Nezareti'ne teslim ederdi..

sürre alayı-1900 ile ilgili görsel sonucu

Şu var ki bu tören esnasında hepimiz pek ciddi, manevi bir temkin ile gönüllerimizde dini bir rahatlık duyarak adeta namazda niyazda gibi hareket ederdik. Düşünürdük ki o hurçlar bizim gidemediğimiz kutsi iki beldeye, Kâbe ile Peygamberimizin nur içinde yattığı kabrin mübarek toprağına erişecek..    
Derken günün birinde -aradan aylar geçtikten sonra- hac dönüşü hurçların geri geldiğini öğrenirdik.. O akşam yine bir tören yapılır, ev halkı yine salonda birleşirdi. Doğrusunu isterseniz bu seferki toplantı daha meraklı, daha eğlenceli idi. Odanın havasına sıcak iklimlerin havası sinecek, bazı baharat ile oda az çok bir Mısırçarşısı kokusu alacaktı..
Mühür fekkedilir (açılır), kaytanlar çekilir ve hurç açılırdı. Babam herkesinkinden önce kendi zarfını açardı. Galiba klişe selam, sena ve dua yazılı kağıtla beraber hediyesi çıkardı. Sonra sıra bizimkilere gelirdi..
Hediyeler nelerden ibaretti ? Pek tabiidir ki gönderilen paraya uygun ve paranın herhalde dört beş misli ucuzu değerinde hiçten şeylerdi. Erkeklere misvak, kokulu kurs, ödağacı, nihayet en pahalısı bir tespih gönderilmiş olurdu. Kadınlara sürmedan, sürme, kına..
Maviye çalar süt rengi, ağzı siyah meşinle sımsıkı kapanmış şişelerdeki "zemzem" de bu hurçlardan çıkan bir hediye miydi, yoksa hacca gidenler mi bize getirirdi, hatırlayamıyorum..

sürre alayı-1900 ile ilgili görsel sonucu

Misvakları kullanmaz, dağıtırdık. En iyisinden olduğu söylenen sürme ve kınadan da bir kısmı ötekine berikine verilir, pek makbule geçerdi. Ödağacı ile kokulu "kurs"ları, yani hap biçimi buhurları babamla anam, kandil akşamları Yâsin okurken odada yakarlardı. Kurban Bayramlarında da koyunlar kesildiği sırada taze kan kokusunu bastırmak için yine ödağacı yakılması ihmal edilmezdi..
Ben ne Medine'deki ne de Mekke'deki "delil"lerimizi görebildim. Fakat bir yaz Erenköyü'ndeki köşkün kapısından içeriye, elinde gayet sevimli bir maymunla, başında Hicaz şehirlisine mahsus sarılı beyazlı, işlemeli takke, ufak tefek bir Arap girdi. Mekke'deki yaşlı "delil"imizin oğluymuş ; maymunu da bize, daha doğrusu bana hediye getirmiş. Bütün mevsimi selamlıkta geçirdi ve ikinci yaz maymunun yerine daha sevimli bir mahlukla, bir insan yavrusu ile, oğlu ile geldi ; tam bir sene kaldı !..  

sürre alayı-1900 ile ilgili görsel sonucu

REFİK HALİD KARAY'IN, "AKŞAM" GAZETESİNDE, 10 AĞUSTOS 1947'DE YAYIMLANAN YAZISINDAN DERLENMİŞTİR..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder