Sayfalar

784 ) GÖLGEDE KALMIŞ BİR MUCİDİMİZ..

    

İnsanın Ay'a ulaşma hayalinde, İkinci Dünya Savaşı sonrası Ruslar ve Amerikalılar arasındaki yarışta ipi göğüsleyen taraf, Amerika olur. Amerika bu başarısını havacılığa verdiği öneme borçludur..
1969 yılına gelene kadar havacılık tarihinde çıkılan basamaklardan biri de, 1952 yılında alınan bir patent olmuştur. Uçakların pervane yapımlarıyla ilgili icadın ABD'ye satıldığını gösteren belge şu paragrafla başlamaktadır :
"Bendeniz, Emrullah Âli Yıldız, İstanbul'da yaşayan bir Türk vatandaşı olarak 'Variable Propeller Mechanism For Winged Aircraft' için bir icat yaptım ve 1 Ağustos 1952'de Birleşik Devletler Patent Ofisi'nde 302.046 numaralı başvuru formunu doldurdum.."

    

Emrullah Âli Yıldız, Bursa'da kardeşleriyle birlikte fotoğrafçılık yapan bir gençtir. Yeşilköy Tayyare Makinist Mektebi'ni birincilikle bitirdikten sonra Bursa'ya döner ve 1935 yılında, yerden kendi kuvvetiyle havalanan bir planör yapar. Bir yıl sonra da, tek kişilik planörle 18 saat 35 dakika havada kalarak Türkiye rekoru kırar. Yıldız, dünya havacılık tarihine adını ilk kez 1938 yılında yazdıracaktır..
Ernest Jochmann iki kişilik planör ile 13 saat 59 dakika havada kalarak dünya rekorunu elinde tutmaktadır. Alman pilota bu rekorda arkadaşı Flessdorf eşlik etmiştir. Emrullah Âli Yıldız, öğrencisi Sezai Göksu'nun arkada oturduğu planörle 14 saat 20 dakika havada kalmayı başararak, Türkiye'nin adını havacılık tarihinin öncüleri arasına yazdırır..
Etimesgut Tayyare Fabrikası'nda 1941 ve 1949 yılları arasında tecrübe pilotluğu yapan E. Âli Yıldız'ın dünya havacılığına bir armağanı da otomatik paraşüt açma sistemidir. Yıldız, "Havacılık ve Spor" dergisinin Haziran 1943 sayısında buluşunu şöyle tanıtır
" .. Her pilotun paraşütüne takılabilecek bu alet, pilotu hem büyük bir yükten kurtaracak hem de erken veya geç açma gibi hatalardan koruyacaktır. Alet, pilotun kendi isteğiyle paraşütünü açmasına bir mani teşkil etmemektedir. Pilot, icap ederse istendiği anda paraşütünü kendi insiyatifiyle açabilir ve kullanabilir.."
Bu alet Türkiye'de kimsenin dikkatini çekmemiş olsa da, dünya havacılık tarihinde büyük bir yenilik olan bu buluşla bir Amerikalı mühendis ilgilenir. Tetkik ettirmek üzere Yıldız'dan hesap ve projeleri ister ve hepsini alarak gider.. Aradan tam bir yıl süre geçer ve cevap gelir. Gelir gelmesine ama, artık "keşif" keşif olmaktan, icat icat olmaktan çıkmıştır. Tabii tıpkısı değil, fakat onunkine benzer bir alet, şimdi Amerikan havacılığında başarıyla uygulanmaktadır !..



1937 yılının 13 Mart'ında, Vecihi Hürkuş'un uçağı Sultanahmet Camii ve Ayasofya üzerinde alçaktan uçarken görülür. Ünlü pilot uçağının arkasında bir planör çekmektedir. Ancak birden tel kopar ve planör, yükseklik uygun olmadığı için yere doğru savrulur. İstanbulluların korku dolu bakışları altında pilot, Gülhane Parkı'nın ağaçlarından birinin üstüne planörü bir kuş gibi kondurmayı başarır. Emrullah Âli Yıldız halkın alkışları arasında ağaçtan inerken, yuvadan düşen bir yavru kuşun üstünde dolaşan anne gibi olanı biteni gözleyen Vecihi Hürkuş, gönül rahatlığı içinde Yeşilköy'e geri döner..



Ölümünden kısa bir süre önce, 1993'de kendisiyle söyleşi yapan Hasan Erkan Karaca'ya, "Biz üretilen bir hava aracını test etmek için tecrübe uçuşunu canımız pahasına yapardık da, üretime devam kararını yetkililer alamazdı.." diyerek, havacılığımızın baltalanışını dile getiren Yıldız, aynı söyleşide bir icadını daha anlatır : "Helikopter patentini de 1956'da aldım. Ancak ona da ilgi duyan olmadı. Dikey kalkış yapan Harrier'e benzer bir patent çalışmam olmuştu. İlgisizlik nedeniyle bunu da değerlendiremedim. Sonraki yıllarda Harrier uçağını görünce içim sızladı !.."



Dönemin Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk, önerimi büyük bir duyarlılık örneği göstererek desteklemiş ve Kızıltoprak'a Vecihi Hürkuş'un heykelini dikmiştir..
Şimdi de, Emrullah Âli Yıldız için bir önerim var. Yıldız'ın Galatasaray'da bir fotoğraf stüdyosu vardı. Stüdyonun özelliği, fotoğraf çektirmek isteyen müşterinin bir kabineye girmesi, karşısındaki aynaya bakarak istediği pozu kendisi vermesi ve kordonun ucundaki düğmeye basarak kendi fotoğrafını çekmesidir. Yıldız, günümüzde dünyanın pek çok ülkesinde kullanılan bu sistemi mucidi Fikret Kaftanoğlu'ndan alarak geliştirmiştir..
Bir insanın telefonu kendine tutarak yaptığı fotoğraf çekimine "selfie" deniyor. Türk Dil Kurumu'nun önerdiği "özçekim" sözcüğü ise pek rağbet görmüyor. Önerim şu : "selfie" sözcüğü yerine, Yıldız'ın sisteminin adını kullanalım. Böylelikle, havacılık tarihimizin unutulan kahramanlarından biri daha çekilen her fotoğrafta anılmış olur..
Emrullah Âli Yıldız, insanın karşısına oturarak kendi fotoğrafını çektiği makineye "Görçek" adını vermişti !..  




ALINTI YAPTIĞIM VE DERLEDİĞİM KAYNAKLAR :

SUNAY AKIN, "Hayal Kahramanları" ; MUSTAFA KILIÇ, "Yelkenkanadın Babası Emrullah Ali Yıldız"




          İŞTE FAZLA BİLİNMEYEN BİR MUCİDİN ÖZELLİKLERİ :

.         Tayyare Makinisti Küçük Zabit (Astsubay).


·         Dünyada Yelkenkanat benzeri ilk hava aracını yapan kişi.
·         Planör Pilotu (2.700 saat/uçuş).
·         Paraşütçü (115 atlayış).
·         Motorlu Tayyare Pilotu (10.000 saat/uçuş).
·         Modelci.
·         Planör ve Motorlu Uçuş Öğretmeni.
·         Türkiye Planör Rekortmeni (18 saat 35 dakika/ tek başına, 29 Ağustos               1936)
·         THK Türkkuşu Baş Öğretmeni.
·         THK Türkkuşu, İnönü Yüksek Planör Kampı Müdürü.
·         THK Uçak Fabrikası Test Pilotu.
·         Otomatik paraşüt açma cihazı (Kap-3) mucidi.
·         Otomatik fotoğraf çekme stüdyosu (Gör-Çek) işletmecisi.

783 ) AFYON SAVAŞLARI !..

    

Afyon Çin'de yasaktı.. Britanyalı tüccarlar, Hindistan'dan kaçak olarak getirdikleri afyonu el altından satıyorlardı. Gayretleri sayesinde, eroinin ve morfinin anası olan ve kullananlara sahte bir mutluluk yaşatırken aynı zamanda hayatlarını da mahveden bu uyuşturucuya bağımlı Çinlilerin sayısı gün geçtikçe arttı..
Kaçakçılar Çinli otoritelerin kendilerine verdikleri rahatsızlıklardan bıkmışlardı. Pazarın gelişimi ticaret serbestliğini zaruri kılıyordu, ticaret serbestliği de savaşı. "İyi yürekli" William Jardine (yukarıda sağda) uyuşturucu kaçakçılarının en kudretlisi idi ve Çin'de, kendi sattığı afyonun kurbanlarına tedavi sunan, "Misyoner Tıp Topluluğu"nu yönetiyordu !..
Jardine, savaş çıkarmaya uygun bir ortam yaratsınlar diye Londra'da bazı etkili yazar ve gazetecileri satın alma işiyle meşgul oldu. "Best-seller" yazarı Samuel Warren ve diğer iletişim profesyonelleri özgürlük liderlerini göklere çıkardılar. İfade özgürlüğü ticaret özgürlüğünün hizmetinde ; o zulüm krallığında hapis yatmayı, işkence görmeyi ve ölümü göze alarak Çin despotizmine meydan okumakta olan namuslu vatandaşların fedakarlığını yücelten kitap ve makale yağmuru Britanya kamuoyunun üzerine döküldü..
Ortam yaratıldıktan sonra fırtınanın kopması kaçınılmazdı. Afyon savaşı, arada birkaç yıllık kesintilere uğrasa da 1839'dan 1860'a kadar sürdü..



İnsan satışı uzun süre boyunca Britanya İmparatorluğu'nun en kazançlı iş kolu olmuştu ; ama hiçbir mutluluğun sonsuza kadar sürmediği bilinen bir gerçektir. Çok bereketli geçen üç asrın ardından Kraliyet Ailesi köle ticaretinden çekilmek zorunda kaldı ve uyuşturucu satışı emperyal ihtişamın en kazançlı faaliyet alanı oldu..
Kraliçe Victoria'nın Çin'in kapalı kapılarını yerle bir etmekten başka çaresi kalmadı. Kraliyet Donanmasının gemilerinde ticaret serbestliği savaşçılarına İsa'nın misyonerleri eşlik ediyorlardı. Onların peşinden, eskiden zencileri taşımış olan ve şimdi "zehir " taşıyan gemiler gelmekteydi..
Afyon savaşının ilk aşamasında, Britanya İmparatorluğu Hong Kong Adası'nı gasp etti. Adanın yeni atanan valisi Sir John Bowring ilan etti :
"Serbest ticaret İsa'dır ve İsa serbest ticarettir.."



Çinliler sınırlarının dışındakilerle çok az ticaret yapıyorlardı ve savaş yapma alışkanlıkları yoktu. Onlar tüccarları ve savaşçıları hor görürler ve İngilizlerin yanı sıra tanıdıkları diğer az sayıdaki Avrupalıyı "barbarlar" diye adlandırırlardı. Bütün bunlardan ötürü savaşın sonucu başından belliydi. Dünya denizlerinin en ölümcül savaş gücü ve tek bir atışta art arda sıralanmış 12 düşmanı delip geçebilen obüsler karşısında Çin'in mağlup olması gerekiyordu.
1860'da, Britanyalılar birçok limanı ve şehri yerle bir ettikten sonra Fransızların eşliğinde Pekin'e girdiler. Hemen Yaz Sarayı'nı yağmalamaya koyuldular ve ganimetin küçük bir kısmını da Hindistan ve Senegal'den getirdikleri askerlere bıraktılar..

    

Mançu Hanedanının kudretinin merkezi konumundaki saray, gerçekte birçok saraydan ve cenneti andıran göller ve bahçeler arasına yerleştirilmiş iki yüzden fazla konutla tapınaktan oluşuyordu. Savaşın galipleri mobilyaları ve perdeleri, yeşim taşından yontuları, ipek kıyafetleri, inci kolyeleri, altın saatleri, elmas broşları, küçük büyük bulabildikleri her şeyi çalıp götürdüler. Yağmadan sadece kütüphane, bir teleskop ve İngiliz Kralın Çin'e altmış yıl önce armağan ettiği bir tüfek kurtuldu..
Daha sonra boşaltılmış binaları ateşe verdiler. Alevler yüzünden yer ve gök, günler ve geceler boyunca kızıl bir renge büründü. Ve onca şeyden geriye sadece külleri kaldı..

  


İmparatorluk sarayının yakılması emrini veren Lord Elgin (üstte solda), Pekin'e kırmızı renkli üniformalar giymiş sekiz taşıyıcının omuzlarında ve 400 süvarinin koruması altında girdi. Partenon'un heykellerini British Museum'a satmış olan Lord Elgin'in oğlu olan bu Lord Elgin, yağmadan ve yangından zaten bu amaçla kurtarılmış olan bütün saray kütüphanesini British Museum'a bağışladı. Ve kısa bir süre sonra diğer bir sarayda, Buckingham Palace'da, Kraliçe Victoria'ya mağlup olan kralın altın ve yeşimden asasını ve Avrupa'ya yolculuk etmiş olan ilk Pekin köpeğini armağan etti. Köpek yavrusu da ganimetin bir parçasıydı. Adını da "ganimetçik" anlamına gelen "Lootie" (üstte sağda) koymuşlardı !..
Çin, cellatlarına muazzam bir tazminat ödemeye mecbur kaldı, zira medeni uluslar topluluğuna katılma işi bayağı masraflı olmuştu. Ve kısa bir süre içinde en önemli afyon pazarına ve Lancashire'da üretilen İngiliz kumaşlarının en büyük alıcısına dönüştü..
19. yüzyılın başlarında, Çin atölyeleri dünya sanayi üretiminin üçte birini tek başlarına gerçekleştiriyorlardı. 19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde bu oran altıda bire düşmüştü..
Çin daha sonra Japonya tarafından istila edildi. Bu çok zor olmadı. Zira artık uyuşturulmuş, aşağılanmış ve her şeyi alınmış bir ulustu..



EDUARDO GALEANO'NUN "AYNALAR / NEREDEYSE EVRENSEL BİR TARİH" ADLI KİTABINDAN DERLENMİŞ BİR YAZIDIR..  





782 ) DÜNYAYI DEĞİŞTİREN "SİYAH İNCİ" !..

    

Futbolun sadece futbol olmadığı zamanlardı. Çok değil on yıl önce dünya, nüfusunun yüzde üçünü kaybetmiş, tüm dünyayı tehdit eden bir zırdelinin zalim rejimine son vermiş ve yeniden hayata dönmekle meşguldü. Futbol bu dönemde yükselişe geçti ve savaşın ruhlarına oyduğu dinmek bilmeyen kederi üzerlerinden atmak isteyen halkların tutunacağı dal oldu..
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra düzenlenen üçüncü dünya kupasıydı. 1950'de Brezilya, 1954'de İsviçre ve şimdi 1958'de yine bir savaş yüzü görmemiş ülke olan İsveç'de yapılıyordu turnuva.. Final maçı Brezilya ve İsveç arasında oynanıyordu. Brezilya, kendisinden pek de beklenmeyen bir futbol oynamış ve finale kadar gelmişti. Ama sadece finalin değil, tüm kupanın tek bir yıldızı vardı ; o da 17 yaşında tüm dünyanın ilgisini çekmeyi başaran uzun yüzlü, sivri burunlu ve siyah derili Pelé idi.. Turnuva boyunca tam 13 gol atmıştı. Eve döndüğünde kendisine düşük meblağlı bir çek ve bir de televizyon verildi..



Brezilya'nın yoksul mahallelerinden çıkıp henüz 17 yaşındayken dünya kupasında top koşturma şansı yakalamış olan Pelé, 1958 Dünya Kupası'nda ülkesini, tarihinde ilk defa dünya şampiyonu yapmıştı. Başta Brezilya, tüm dünya şaşkındı. Zira o zamanlar dünya, gücü güçle terbiye etmekten ve güçlülerin kazanmasından başka bir seçeneğe pek de aşina değildi. Ama dünya kupasını neredeyse nezaketen davet edilmiş bir ülke kazanıyordu işte. Üstelik dünya kupasını kucaklayıp evine götürdüğü dönemde Brezilya, siyasi ve ekonomik anlamda tutarlı ve güvenilir bir ülke de değildi..
Kupadan dört yıl önce yani 1954'de, ülkeyi 1930'dan beri yönetmekte olan popülist lider Getulio Vargas intihar etmişti. Vargas, askeri bir darbeyle başa gelmiş, önceleri popülist çıkışlarıyla dikkat çekmiş, ancak 1938'den sonra "estado nuvo" (yeni ülke/yeni Brezilya) söylemleriyle ülke yönetiminde teraziyi popülist bir diktatör olma rotasına çevirmişti. Vargas'ın intiharı, kuşkusuz ülkeyi derinden etkiledi. Brezilya, dört yıl içinde dört adet başkan değiştirdi. 1958'de tarihinde ilk kez dünya kupası kazandığında ülkenin başkanı Juscelino Kubitschek idi.. Kubitschek, aslında gelecek vaat eden bir lider olsa da, ondan sonra Brezilya bir türlü iflah olmaz bir döngünün içine girdi..  
İlk kupadan sonra Brezilya'nın tarihi üçer beşer yıllık aralarla kendi kendini tekrar eden ve dokunanı yakan bir ateş topuna döndü. Televizyonu olan kafelerde ve barlarda sol ve sağ grupların oturup yan yana Pelé'nin gollerini takip ettiği, anlatıldığına göre işkencecilerin işkenceye maç molası verdiği yıllardı.. Ülkede sa ve sol arasında tek ortak nokta kalmıştı ; o da Pelé idi.. Ülke kendi içinde çalkalanıyordu, ama Brezilya futbolu, tüm dünyanın yeni akçesiydi şimdi. Pelé ile Brezilya 1962'de Şili'de ve 1970'de Meksika'da dünya kupasını yeniden kazandı.. 

 

1964'de ülkede darbe oldu ve darbe hükümeti, 1971'e kadar Brezilya'nın tüm özgürlüklerini rafa kaldırdı. Ülkede var olmasına izin verilen tek özgürlük, genç erkeklerin bir gün Pelé gibi dünyaca ünlü bir futbolcu olma hayali kurmalarıydı. Brezilya, futbolcuları devrimcilere tercih ediyordu !..
Dünya ise, siyahların spordaki başarısını keşfetmiş ve bunu alabildiğine sömürmenin tadına varmıştı. Pelé, köle neslinden sonra, dünyanın ilk ünlü siyah sporcularından biri olarak, hem ezilenlere hem de ezenlere çok şeyler öğretti..
Brezilya 1800'lü yılların sonlarında köleliği resmen kaldırdığı dönemde, nüfusunun yüzde on beşini Afrika'dan getirilen köleler oluşturuyordu. İlerleyen yıllarda siyahların nüfusa oranı daha da arttı. Köle ticaretinin dünya ekonomisini harladığı dönemlerde ise, yeni dünyaya köle indirilen en büyük liman, Brezilya'da idi..



Pelé, 1940'da doğduğunda, sonradan "favela" olarak anılacak olan, Brezilya'nın yeni yeni oluşmakta olan teneke mahallelerinde köle doğmuş ve daha sonra yeni yasalarla özgürlüğüne kavuşmuş siyahiler hala yaşıyordu. Brezilya, büyük ölçüde tarıma dayalı bir toplumdu ve Avrupa kamuoyunda bir tür "kabile devleti" olarak kabul görüyordu..
1958'de Pelé, dünya kupasını ve bir anlamda dünya spor tarihini değiştirdiğinde, siyahiler için de bir gol atmış oldu. Zira o, tüm dünyanın izlediği bu turnuvayı ; dönemin en güçlü ülkeleri listesinde adı geçmeyen, nüfusunun yarısına yakını siyah ve yarısından fazlası yoksul bir ülkeye kazandırmıştı. Oysa örneğin o yıllarda "dünya gücü" olma hususunda cüretkar ve ani adımlar atmış olan ABD'de siyahlar, sistematik ırkçılıkla cebelleşiyordu. Ku Klux Klan, yakamadığı siyahları asıyor, asamadıklarını vuruyor, vuramadıklarını dövüyordu. Güney Afrika'da "apartheid" yani büyük ayrımcılık dönemi, korkunç uygulamalarıyla vicdanı olanları felç etmekle meşguldü. İngiltere ise içindeki İrlandalıları bir türlü bastıramamış olmanın hicabını yaşıyordu !..




Pelé hayatı boyunca pek politik olmadı ve daima da Maradona ile kıyaslandı. Maradona, Bush'a karşı tavır almış, Fidel Castro'nun elini sıkmış ve anti-emperyalist cephede olduğunu her zaman belirtmiştir. Tüm bu dönem boyunca Pelé, FIFA'nın yanında saf tutmuş ve localarda sermayedarlar arasında oturmuştur. Ama şu da bir gerçektir ki, Pelé'nin 1958'de, 1962'de ve 1970'de elde ettiği başarının kendisi, bizzat anti-emperyalisttir. "Öteki"nin golüdür ve değerlidir..
Pelé, yaşamının farklı dönemlerinde hem direnmenin, hem de popülizme yenilmenin vücut bulmuş halidir aslında. Çünkü temelini gerçek anlamda eşitlik bilincinden almayan tüm "ezilmiş" çıkışları, eninde sonunda popülizmin pençelerinde can verir. Neticede Pelé de, yıllar içinde bu popülizme kurban gitti. Popülist otokrasilerin demokrasi gibi yutturulduğu ve her şeyin kendi suretine yenildiği dev bir neo-liberal derebeyliğe dönüşmüş olan dünyada, kaç "ünlü" dik durabiliyordu ki zaten...



EZGİ AKSOY'UN "KARAKARGA"DAKİ YAZISINDAN ALINTIDIR.. (İSTATİSTİK VE FUTBOL TARİHİ AÇISINDAN BAZI MİNİK EKLEMELERDE BULUNDUM)  



781 ) TARİKAT VE SAPKINLIK...

         

Jim Jones ezilmişlerin de dışlanmışların da sesi olması gerektiğine inanan, eşitliği önemseyen sıradan bir iyi insandı. 1951 yılında İndiana Komünist Partisi'nin toplantılarına katıldı, yine iyi niyetlerle.. Sonrasında partilerin halkı büyük yanlışlara sevk ettiği düşüncesi hasıl oldu kendisinde. Gerçek anlamda eşitliğin yakalanabilmesi için kiliseye sızmak gerekiyordu.. 
İlk iş olarak kilise adına kapı kapı dolaşıp, tuhaf bir şekilde, evcil maymun satışı ile para topladı. Hümanist ve sempatik tavırlarıyla özellikle Afro-Amerikalı siyah nüfus üzerinde etkili oldu. Niyeti hâlâ iyiydi. Kendi organize ettiği performanslar ile mucizeleri gerçekleştirebileceğine insanları ikna etti.. Tekerlekli sandalyedeki kötürüm bir kadını yürüttü. Kanser hastası birçok kişinin tümörünü çıkardı. Amacı yardım etmekti, niyeti iyiydi. Tabii ki kimse o zaman felçliyken yürüyen kadının aslında Jones'un sekreterinden başkası olmadığını, çıkan tümörlerin de aslında tavuk ciğerleri olduğunu bilemiyordu. 

  

Çaresiz insanların zaaflarından yararlanan Jones adeta beyin yıkıyor ve hızla takipçilerini artırıyordu. Her geçen gün kiliseye gelenlerin sayısı artıyor ve insanlar tüm maddi tasarruflarını ve hali hazırdaki kazançlarını kiliseye bağışlıyorlardı. Allah'ın himmetiydi bu maddi birikim onlar için. Niyet hep iyiydi, kutsaldı..
En nihayetinde, 1955 yılında, kendi tarikatını kurdu, adını da "İsa'nın Yolundaki Halkın Kilisesi" koydu ve "yeraltına" indi. Gitgide büyüyen "Halkın Kilisesi" tarikatının niyeti konusunda kimse dışarıdan bir şey bilemiyordu artık. Çünkü ayinler büyük bir gizlilik içinde, kapalı kapılar ardında, sadece müritlerle yapılmaya başlanmıştı..

    

Yıllarca böyle devam ettikten sonra, insanların tarikata yönelik merakı medyanın da ilgisini çekmişti. Bu durumdan rahatsız olan Jones medyadan ve modern hayattan kaçma kararı aldı ve en sadık müritleriyle beraber Guyana'da ormanlık bir araziye taşındı. Bölgeye Jonestown adı verildi. Varını yoğunu satıp tarikata bağışlayan müritler iyi niyetlerle Jonestown'a yerleştiler, aralarında iş bölümü yaptılar, komünal hayata geçtiler. Beraber tarım alanlarında çalıştılar, çiftlik hayvanlarının bakımını, gündelik işleri ortakçı bir anlayışla yaptılar. Liderin emir ve telkinlerini herkese rahatlıkla ulaştırabilmesi için hoparlör sistemi kurdular..
Jones'un niyeti, kendi tabiriyle, "Sosyalist Cennet"e ulaşmaktı. Hedefe de yaklaşılmıştı.. 
Dünyanın geri kalanıyla irtibatı koparan Jonestown'daki sessizlik tarikat üyelerinin ileri gelenlerinden bazılarının yakınlarının bir inceleme heyeti göndermesiyle son buldu. Heyetin içinde Kongre üyesi Leo Ryan ve ekibi de vardı. 
17 Kasım 1978'de uçakla yola çıkıldı ve tarikat merkezine ulaşıldı. Jones heyetin gelmemesi için sert bir şekilde uyardı ama ekip bölgeye ulaştı. Tarikat üyelerinden on beş kişi artık orada kalmak istemediklerini söyleyerek senatörle beraber kamptan ayrılmak istedi. Buna çok sinirlenen Jones silahlı adamlarını gönderdi ve uçağın etrafında, pistte, Senatör Ryan ve dört müridini öldürttü. Ayrılmak isteyen herkesi ölümle tehdit etti..



Kasabadan ayrılmak isteyenlerin yanı sıra tarikattan ayrılmanın hiç de doğru olmadığını savunan fanatik müritler de vardı tabii ki.. Neticede 18 Kasım 1978 akşamı hoparlörlerden duyurularak müritlerini meydana toplayan Jones, daha önceden hazırlattığı siyanürlü içeceği içmelerini söylediğinde hiç tereddüt etmeden zehiri yudumluyanlar, çocuklarına içirenlerle doluydu kamp.. Yüzlerce mürit gözü kapalı emirlere uydu ve ölüme yürüdü.. Kaçma teşebbüsünde bulunanlar ya diğer üyelerce intihara zorlandı ya da ateşli silahlarla vurularak öldürüldüler..
Jim Jones da kendi silahıyla kafasına sıkarak intihar etti.. Son anlarda niyetinin ne olduğunu kimse bilemedi, bilemezdi.. 
Toplamda 250'si çocuk, 911 kişi öldü.. Müritlerinin % 68'i siyahtı. Edinilen bilgilere göre tarikat, ırkçılığa ve ayrımcılığa maruz kalmış, toplumdan soyutlanmış kişileri özel olarak seçmişti. Jones'un son vaazında "Evlatlarım, ölümde büyük bir şeref vardır. Ölümden korkmayın, ölüm yalnızca farklı bir boyuta adım atmaktır," demişti..



FBI soruşturmanın ardından ses kaydını servis ettiğinde, konuşmanın sonlarına doğru ağlayan çocukların ve bağıran insanların sesi çok net duyulmaktaydı..
Tarikat üyelerinden bazıları mucizevi bir şekilde katliamdan kurtulmuşlardı. 79 yaşındaki işitme engelli Grover Davis intihar anonslarından habersiz kulübesinde uyuduğunu, Stanley Clayton da silahlı tarikat mensuplarını atlatıp ormanın içine kaçabildiği için katliamdan kurtulmuştu..
Yakın tarihin bu en kitlesel intiharı 2006 yılında "Jonestown : Halkın Kilisesi'nin Yaşamı ve Ölümü" adıyla belgesel ; 2013 yılında "The Sacrament" adıyla sinema filmine konu olmuştur. 
Benim de aklıma Dante'nin o meşhur sözü geliyor işte :
"Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir.."



CENGİZ BOZKURT'UN "TARİKAT, SAPKINLIK VE GUYANA SENDROMU" BAŞLIKLI YAZISINDAN ALINTIDIR..        

780 ) TÜKETİCİ RUHLARIMIZIN MÜHENDİSİ..

    

Sizi Edward Bernays ile tanıştırmak istiyorum.. "Tüketici ruhlarımızın mühendisi" olarak tanınıyor... Halkla ilişkilerin kurucusu.. "Bu alan nedir ?" diye sorulsa, sivil yaşamın Pentagon'u derim. Silahı, kamuoyunu yönlendirmek.
1995 yılında 106 yaşında ölen Bernays dünyanın birçok ülkesindeki seçimlerde oylarımızı nasıl verdiğimizi yönlendiren kişi..



Kitle psikolojisi ve psiko-analizden yola çıkarak temel davranışlarımızla oynamış. İlk büyük işi, satışlarını artırmak isteyen domuz tüccarlarıymış. Doktorlardan rapor toplamış : "Kahvaltıda domuz eti yemek sağlığa yararlıdır.."
Raporu bayrakla birleştirmiş, ülke çapında reklam kampanyası : "Amerika'nın milli kahvaltısı : Jambonlu yumurta." Birbirine benzemenin teşvik edildiği göçmenler ülkesinde Amerikalılığa soyunanlar başlamışlar aynı kahvaltıya talim etmeye..



Bernays'ın gençliğinde bir başka işi Amerikalı kadınlara sigara içirtmek.. Yirminci yüzyılın başlarında kadınların umumi yerlerde sigara içmeleri yasak. Yaptırımı, para cezası ve hapis.. 
Tütün şirketleri mamullerini toplumun yarısına satamamaktan şikayetçi.. Bernays New York'ta yılda bir yapılan ünlü resmigeçit gününde beş altı saatliğine kiraladığı mankenleri yürütür. Kızlar, şehrin limanının girişinde, elinde meşale tutan Özgürlük Anıtı'ndaki kadına atfen, "Özgürlük için kibrit çak" sloganıyla sigaralarını yakar. Olay haber olur. Feministler sigara içme özgürlüğü kampanyasını destekler. Bir yıla kalmadan tütün şirketleri amaçlarına erişir. Kadınlar erkeklerle birlikte zehirlenme eşitliğine kavuşur !..

     

Bernays, politikacılara danışman olur. Kitabından bir alıntı :
"Halka güvenilmez. Yanlış adama oy verip zararlı şeyler peşinde gidebileceklerinden, yönlendirilmeleri gerekir.."
Nazi Almanya'sında kitle hareketlerini örgütleyerek Yahudi soykırımının yolunu açan Propaganda Bakanı Goebbels'in, kitabını okuduğunu öğrendiğinde Bernays şöyle der : "Dikkatle programlanmış bir kampanyayla varıldığı belliydi."
1925 yılında yazdığı propaganda kitabında, kitlelerin denetlenip yönlendirilebileceğini örnekleriyle anlatır. Yönteminin adı "engineering consent" (rıza mühendisliği).. Günümüzde "algı yönetimi" diyorlar..
Türkiye'de rejim 21. asır modelini uygulamakta..



Aynı zamanda Sigmund Freud'un (amcası) yeğeni de olan Bernays'ın müşterileri arasında Wilson, Eisenhower gibi ABD başkanları, Thomas Edison, Henry Ford, General Motors, Proctor & Gamble ve Guatemala'da hükümetin devrilmesini sağlayarak "muz cumhuriyeti" deyimini borçlu olduğumuz United Fruit gibi ABD'nin başta gelen şirketleri var..



Hiroşima ve Nagazaki'de sivil halkı katleden atom bombası projesinin yöneticisi fizikçi Robert Oppenheimer, katliamdaki rolünden pişman oldu ve başka fizikçilerle birlikte kamuoyunu nükleer tehlikeye karşı uyarmada öncülüğe soyundu. Devletin güvendiği kişilerden biriyken FBI'ın şüpheliler listesine alındı, işinden atılmayı göze ve atıldı da..
Bernays'ın açtığı yolda giden ise çok.. Halkla ilişkiler düzenin muteber mesleklerinden.. Saygın üniversitelerimizin saygın hocaları, yalan yaratma uzmanı reklamcılarla el ele verip halkla ilişkiler kürsülerinden düzenin yeni kuşaklarını şekillendiriyor. Ne kadar uğraşsalar, seçim üstüne seçim kazansalar, yeni telefonlarımızı attırıp daha yenisini aldırtsalar, kendi düşüncelerimizmiş gibi düzenin kerrat cetvelini belletseler...
Abraham Lincoln ne demiş : "Bazılarını her zaman, herkesi bazen, ama herkesi her zaman aldatamazsın.."
Rüzgar ters yönden esiyor.. 
Kanıtı, düzeni kökünden sarsan Küresel Gezi Gençliği.. 
Gezi ruhunu hissetmeyen, gücünü anlamayan, seyrini sezemeyenler, tarihe "fast food" tüketiciliğinde bakanlardır.. Devlet şiddetinin, sermayelerinin arkasına saklanıp, aymazlıklarında kendilerini güçlü sananlar..



GÜNDÜZ VASSAF'ın "Ne Yapabilirim ? Geleceğe Kartpostallar" adlı kitabından alıntıdır..

779 ) BİR FOTOĞRAFÇININ GÖZÜNDEN, BİR DİKTATÖRÜN DOĞUŞU !..

     

Hitler'in ve onun Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi'nin (NSDAP) 1933 ilkbaharında iktidarı ele geçirmesiyle birlikte, Almanya tarihinde o güne kadar tanık olunmamış bir dalga şeklinde propaganda etkisi yaşanmaya başlar. "Hareket" -parti üyeleri muzafferane yükselişlerini böyle adlandırıyordu- tek bir kişinin ardında toplanmıştır : Adolf Hitler..
Tarihte o güne kadar örneği görülmemiş bir tarih figürüdür o. Nasyonal sosyalizmin tarihini bu lider kültü olmaksızın açıklamak mümkün değildir. "Her şeyin içinden çıktığı ve her şeyi kapsayandır o : Kendi kendisinin öğretmeni, partinin örgütçüsü, bir ideolojinin yaratıcısı, bir taktikçi, belagatli (inandırma yeteneği olan) bir kurtarıcı, bir başbuğ, bir devlet adamı ve on yıl boyunca dünyanın hareket merkezi." 
Tarihçi Joachim Fest anlatımlarında Almanların 1933-1945 arasındaki algılarını böyle saptamaktadır..
Sıralanan bu özelliklerin toplamı, İngiliz tarihçi Ian Kershaw'un karizmatik iktidar dediği şeyi temellendirir. Otuzlu yıllarda yeni medyaların baş döndürücü hızdaki gelişimi, o güne değin görülmemiş bu olgunun ortaya çıkmasına uygun bir ortam sağlamıştır. Fotoğraflarda olsun, radyo ve filmlerde olsun, bu milli canlanma ruhunu temsil eden, cisimleştiren bir tek yüz, bir tek ses ve bir tek figür vardır artık..

     

Çağdaşları Hitler'in sürükleyici, büyüleyici etkisinden söz ederler. Yaptığı konuşmalarla, nüfusun büyük bölümünün duyarlı noktalarına dokunmaktadır. Üstelik yalnızca milliyetçi-muhafazakâr kesimlerin değil, özellikle Protestan burjuvaların ve küçük burjuvaların da.. 1933 seçimlerinde nasyonal sosyalizme karşı direnmiş olan işçilerin bile bir kısmı, onun ağzının içine bakmaktadır. İşçileri içinde bulundukları sefaletten kurtaracağına söz vermiştir. Alman halkının Weimar Cumhuriyeti'nde yaşanan çekişmelerden yorgun düştüğü iddia edilmektedir. İrade ve ikna gücüyle halka milli gururunu yeniden kazandıracak güçlü bir yönetimi özlediği ileri sürülmektedir. Bu koşullar, Hitler'in bir "Führer" figürü olarak ortaya çıkması için elverişli bir ortam yaratır..



Hitler, daha 1933'de iktidara gelmeden önce de bir kurtarıcı, "Versay utancı"nı yenecek bir intikamcı olarak ortaya çıkmıştır. NSDAP'nin 1921'deki kuruluşundan beri partinin başındadır. İlk başlarda popüler kişiliklere yakın durarak tanınmaya ve yükselmeye çalışır. Eski Genel Kurmay Başkanı Erich Ludendorff onun için tanınırlığı yüksek bir yol arkadaşıdır. Birlikte "Alman Savaş Birliği" (Deutscher Kampfbund) adı altında yarı askeri bir örgüt kurarlar. Bu örgüt, "Marksizme, enternasyonalizme, pasifizme, Yahudiliğe, parlamentarizme, uluslararası sermayeye karşı" olduğunu açıklar. Birinci Dünya Savaşı'nda Hitler ancak onbaşılığa kadar yükselebilmiştir. Ne cüssesi, ne yüz hatları ne de sesi, onun karizmatik bir önder olacağına dair bir işaret taşımaz. Ama o belagatine güvenmektedir. 1918 yenilgisine rağmen, kendini bir savaş kahramanı olarak tanıtan Ludendorff ile birlikte katıldıkları toplantılarda, attığı nutukların dinleyiciler üzerinde bıraktığı etkiyi test eder. Böylece, son savaşa katılmış binlerce asker tarafından tanınması sağlanmış olur..

    

Ludendorff ve birkaç sadık refakatçisiyle birlikte Hitler, 1923 Kasım'ında Münih Hükümeti'ni devirip, "Berlin üstüne yürüyüş"ü başlatmak ister. Darbe başarısızlıkla sonuçlansa da bu, Hitler'in bilinirliğini artırır. Hakkında açılan davada vatana ihanet suçuyla sorgulanır. Savunmasında, şaşırtıcı belagat yeteneğini gözler önüne serer, sanki kendisi yargılanan değil de yargılayanmışçasına konuşur.. Sanki Versay Antlaşması'nın öcünü almak istercesine, bir halk mahkemesindeymiş gibi yapar konuşmalarını. Böylece milyonlarca Alman'ın ne düşündüğünü, hissettiğini dile getirmiş olur. Mahkeme onun "anavatanını düşünen bir ruha sahip olduğunu" onaylar..
"R" harflerini özellikle yuvarlayarak yaptığı konuşmalarda Hitler'in sesi, Almanya'nın birliğini sağlayan bir baba figürü olarak görülen Şansölye Otto von Bismarck'ın sesine şaşılacak derecede benzemektedir. Üzerinde çalışılmış olduğu bellidir !..
Hitler, belagat sanatının yanı sıra bir başka iletişim aracını daha keşfeder : Fotoğraf.. İddiaya göre, Hitler'in "saray fotoğrafçısı" ve daha sonra Şansölyeliğin resmi foto muhabiri olan Heinrich Hoffmann (en üstte), 1923 yılından itibaren, hırslı birahane konuşmacısı Hitler'in karakteristik bir görünüme bürünmesini sağlayacak portreler dizisine başlamıştır.. Hoffmann, Hitler'in sonradan yargılanmasına sebep olan, 1923 Kasım'ında gerçekleştirdiği darbe girişimini de Münih Adliye Binası önünde bir grupla birlikte fotoğraflamıştır. Hitler dik bir şekilde ayakta durmaktadır, yanında göğsü madalyalarla kaplı olan emekli general Ludendorff vardır..Bir milletin kendini kavrayışının, Alman büyüklüğünün ve Alman ruhunun güvence altına alınmasının bir aracı olarak fotoğraf, bu dönemde büyük önem taşımaktadır.. 



Heinrich Hoffmann, bir atölyenin ya da bir evin çerçevesinden dışarı çıkmayan portre fotoğrafçılığının sınırlarını iyi bilmektedir. Hitler'in yüzü de öne çıkan özellikler göstermemektedir, yassı ve dikkat çekmeyen bir yüzdür. Oysa medyanın kitleselleştiği bu çağda, kitleleri etkileyecek resimlere gerek vardır. Bu nedenle Hoffmann Hitler'i sürekli farklı pozlarda çeker. Böylece kitlelere hitap edebilecek bir Hitler imajını stilize eder ve yaratır. Bunu izleyen yıllarda Hitler'in fotoğrafları, yandaşları için neredeyse kutsal tablolara dönüşür. Hoffmann, Hitler'in doğurduğu ve temsilcisi olduğu güçlü milli hareketi iyi kavramıştır. Röportaj fotoğrafçılığı tekniğini iyi kullanarak Hitler'e Almanya'nın en ücra köşelerine kadar eşlik eder ve fotoğraflarıyla halka yakın bir politikacı hayaleti yaratır..

    

Hoffmann tarafından devreye sokulan ve yıllar içinde tekrar tekrar kullanılan bir motif vardır : Hitler ve otomobili. Daha 1924 yılında, Landsberg Cezaevi'nden salıverildiği sırada çekilen fotoğrafta, Hitler bir arabanın önünde durmaktadır.. 1927 NSDAP Parti Kongresi sırasında çekilen bir başka fotoğrafta ise hırpalanmış bir arabanın önünde, eli kayışın üstünde görülmektedir. Aracın üstü çiçeklerle kaplanmıştır. Bundan dokuz yıl sonra, yanından işçi taburları asker adımlarıyla geçip giderken, kromları pırıl pırıl parlayan yepyeni bir Mercedes'in içinde Führer selamı verirken görülür.. Savaşta, kutlanacak zaferler olduğu sürece, otomobili onun seyyar tahtı gibidir.. İşgallerden sonra Viyana olsun, Prag ya da Paris olsun, Hitler gösterişli, üstü açık bir araba içinde bu kentlerde zafer geçidi yapar.. Onu suikastlara karşı koruyacak bir kalkan olmaksızın, coşkulu kalabalıkların içinde, yaralanmaz bir tanrı elçisi, muzaffer bir Führer olarak gösterir kendini.. O günlerde bir statü sembolü olarak otomobil motifi Hoffmann tarafından, Hitler fotoğrafları çekmeye başladığı ilk günden itibaren adeta kutsanır.. Fotoğrafçı Hoffmann, III. Reich'ın sonuna kadar Hitler'in yanında kalır. Diktatörün yükseliş ve düşüşünü 2,5 milyon fotoğraf karesiyle belgelemiştir. Bunların önemli bir bölümü kitaplarda, dergilerde, günlük gazetelerde ve afişlerde milyonlarca kez çoğaltılmıştır. Teknik olarak yeniden üretilebilir olması, Hitler'in yüzünü bir ikon haline getirir. Almanlar neredeyse Hitler portreleriyle yatağa girer olmuşlardır..  







THOMAS KUNZE-THOMAS VOGEL'İN "EY SEVGİLİ LİDERİM" ADLI KİTABINDAN DERLENMİŞ BİR YAZIDIR.. 
   

Hürriyet

KAYNAK OLARAK KULLANDIĞIM KİTAPLAR..
-------------------------------------------------------
1.DEVLET-İ ALİYYE.I...HALİL İNALCIK 2.OSMANLILAR..HALİL İNALCIK
3.İMP.'UN EN UZUN YÜZYILI..İLBER ORTAYLI
4.SON İMP. OSMANLI..İLBER ORTAYLI
5.TARİHİN IŞIĞINDA..İLBER ORTAYLI
6.OSM. TOPLUMUNDA AİLE..İLBER ORTAYLI
7.OSM.'YI YENİDEN KEŞFETMEK..İ.ORTAYLI
8.BATILILAŞMA YOLUNDA..İLBER ORTAYLI
9.OSMANLI TARİHİ..A.DE LAMARTINE
10.OSMANLI..CAROLİNE FİNKEL
11.OSM.İMP.TARİHİ..NICOLEA JORGA
12,BÜYÜK TÜRK..NICOLEA JORGA
13.YENİLMEZ TÜRK...NICOLEA JORGA
14.TÜRKİYE TARİHİ..ED.SİNA AKŞİN
15.OSM.DÜNYASI VE İNSANLARI..GÜLGÜN ÜÇEL
16.OSMANLI ORDUSU..GÜLGÜN ÜÇEL-AYBET
17,BU MÜLKÜN SULTANLARI..NECDET SAKAOĞLU 18.YENİÇERİLER..REŞAT EKREM KOÇU
19.SON PADİŞAH..YILMAZ ÇETİNER
20.SORULARLA OSM. ..ERHAN AFYONCU
21. SOKOLLU ...RADOVAN SAMARCIC
22. OSM.İMP.TARİHİ...A.CEVDET PAŞA
23. OSM.GERÇEĞİ..ERDOĞAN AYDIN
24. FATİH VE FETİH..ERDOĞAN AYDIN
25.KADINLAR SALTANATI..A.REFİK ALTINAY
26.DOĞU'YA BAKIŞ..GERALD MACLEAN
27.AT SIRTINDA ANADOLU..FREDERIC BURNABY
28.ABDÜLMECİD..HIFZI TOPUZ
29.ŞAH SULTAN ..İSKENDER PALA
30.FLORANSA BÜYÜCÜSÜ..S.RUSHDIE
31.TARİHİMİZLE YÜZLEŞMEK..EMRE KONGAR
32.PARİS'TE BİR OSM.SEFİRİ..ŞEVKET RADO
33.TARİHİN SAKLANAN YÜZÜ..ÇETİN ALTAN
34.OSM.İMP.'DA SON 300 YIL..ALAIN PALMER
35.KONSTANTİNİYYE..PHİLİP MANSELL
36.TÜRKİYE'NİN SİYASİ İNTİHARI..CENGİZ ÖZAKINCI
37.BU VATAN BÖYLE KURTULDU..EROL MÜTERCİMLER
38.16.YÜZYILDA İSTANBUL..METİN AND
39. ERKEN MODERN OSMANLILAR.. VIRGINIA H. AKSAN-DANIEL GOFFMAN
40."POPÜLER TARİH" VE "NTV TARİH " DERGİLERİ
41.İKİNCİ ADAM..Ş.SÜREYYA AYDEMİR
42.HAYAT..AYŞE KULİN
43.DEVRİM VE DEMOKRASİ..NUMAN ESİN
44.BİR NUMARALI TANIK..KURTUL ALTUĞ
45.İHTİLALİN MANTIĞI..Ş.S.AYDEMİR
46.KUTSAL İSYAN...HASAN İZZETTİN DİNAMO
47.KUTSAL BARIŞ...HASAN İZZETTİN DİNAMO
48.ÇÖL KRALİÇESİ...JANET WALLACH
49.YÖNETMENLER,FİLMLER,ÜLKELER..A.DORSAY
50.AY HIRSIZI...SUNAY AKIN
51.ONLAR HEP ORADAYDI...SUNAY AKIN
52.KULE CANBAZI...SUNAY AKIN
53.LÜZUMSUZ BİLGİLER ANSİKLOPEDİSİ..TAMER KORUGAN
54.PRENS..NİCCOLO MACHİAVELLİ
55.İSTANBUL'DA BİR ZÜRAFA..SUNAY AKIN
56.KIZ KULESİNDEKİ KIZILDERİLİ..S.AKIN
57.AH BEYOĞLU,VAH BEYOĞLU..SALAH BİRSEL
58.İSTANBUL-PARİS..SALAH BİRSEL
59.YAVUZ'UN KÜPESİ..ERHAN AFYONCU
60.OSMANLI PADİŞAHLARININ HAYAT HİKAYELERİ...YILMAZ ÖZTUNA
61.BİZİM DİPLOMATLAR..BİLAL N.ŞİMŞİR
62.KİM VAR İMİŞ BİZ BURADA YOĞ İKEN..CEMAL KAFADAR
63.RÜZGARIN GÖLGESİ..CARLOS RUIZ ZAFON
64.MELEĞİN OYUNU..CARLOS RUIZ ZAFON
65.ORTA DOĞU..TAYYAR ARI
66.ABD-ORTA DOĞU-TÜRKİYE..HALUK GERGER
67.ORTA DOĞU.. BERNARD LEWIS
68.ON BİR CUMHURBAŞKANI ON BİR ÖYKÜ.. CÜNEYT ARCAYÜREK
69.ÖFKELİ YILLAR...ALTAN ÖYMEN
70.ATATÜRK'TEN SONRA BUGÜNLERE NASIL GELDİK ?..CÜNEYT ARCAYÜREK
71.ÇANKAYA...CÜNEYT ARCAYÜREK
72.DEMOKRASİNİN İLK YILLARI..C.ARCAYÜREK
73.YENİ İKTİDAR,YENİ DÖNEM..C.ARCAYÜREK
74.BİR İKTİDAR,BİR İHTİLAL..C.ARCAYÜREK
75.NEREDEYSE BİR BALİNA..STEVE JONES
76.MOSSAD GİZLİ TARİHİ...GORDON THOMAS
77.BARIŞA SON VEREN BARIŞ...DAVID FROMKIN
78.SULARIN GETİRDİĞİ PADİŞAH..CAHİT ÜLKÜ
79.TANK SESİYLE UYANMAK..HASAN CEMAL
80.BİR MANİNİZ YOKSA.. ...AYFER TUNÇ
81.ALATURKAFRANKA..ERCAN ÇİTLİOĞLU
82.SUÇUMUZ MÜKEMMEL OLMAK..S.DUMAN
83.DARBE...STEPHEN KINZER
84.ÖZAL HİKAYESİ..HASAN CEMAL
85.TURGUT NEREDEN KOŞUYOR ? ..E.ÇÖLAŞAN
86.YEDİ TEPE ANADOLU...ALİ CANİP OLGUNLU
87."K", "DERBEDER BİR KAHİN"...CANSU YILMAZÇELİK
88.LATİFE HANIM...İPEK ÇALIŞLAR
89."K",YIKIK BİR SARAYDIR DÜNYA..PERİHAN ÖZCAN
90.BEYAZ PERDEDE KIRMIZI FİLMLER.. ATİLLA DORSAY
91.TEK ADAM..Ş.SÜREYYA AYDEMİR
92.DAHİLER VE AŞKLARI...ÖZCAN ERDOĞAN
93.HAYATIM KİTAP..YAŞAR AKSOY
94.BOĞAZİÇİ ŞINGIR MINGIR..SALAH BİRSEL
95.BİR EKONOMİK TETİKÇİNİN İTİRAFLARI...JOHN PERKİNS
96.CUMHURİYET TARİHİ YALANLARI 1. VE 2. CİLT...SİNAN MEYDAN
97. KOMPLO TEORİLERİ..EROL MÜTERCİMLER
98.ÖNCE KADINLAR VE ÇOCUKLAR..SUNAY AKIN
99.BİR ÇİFT AYAKKABI..SUNAY AKIN
100. BENİM CUMHURİYET'İM..EMİNE UŞAKLIGİL
101.DARAĞACINDA ÜÇ FİDAN..NİHAT BEHRAM
102.NEREYE..CAN DÜNDAR
103.İSTANBUL'DAN SAYFALAR..İLBER ORTAYLI
104.BİZİM İZMİRİMİZ..MELİH GÜRSOY
105.GİZLENEN TARİH..BRİAN HAUGHTON
106.BERGAMA DÜŞLERİMİN ŞEHRİ,İZMİR SEVDAM..SELAHATTİN TURAL
107.GÖLGEDEKİLER..CAN DÜNDAR
108.KIRMIZI BİSİKLET..CAN DÜNDAR
109.YAKAMDAKİ YÜZLER..CAN DÜNDAR
110.GEÇMİŞ AYRINTIDA SAKLIDIR..CEMİL KOÇAK