Sayfalar

823 ) KIZLARAĞASININ PİÇİ !...

    

Üç kardeşini idam ettirmiş olan Sultan IV. Murad'dan sonra tahta çıkan Sultan İbrahim (üstte solda), Osmanlı hanedanının tek erkeği kalmış bulunuyordu. Evladı yoktu. Üstelik, tahta çıkıncaya kadar hapsedildiği odada her an ölüm korkusuyla yaşadığından erkeklik kudreti de düğümlenmiş bulunuyordu. Başta anası Kösem Mahpeyker Sultan gelmek üzere, bütün saray ve devlet erkânı endişeye düştü, genç fakat hasta padişahtan döl alınamazsa, Sultan İbrahim'in bir şehzadesi dünyaya gelmezse, Âli Osman hanedanı sona ermiş olacaktı..
Çeşitli yollardan çalıştılar. Hocalar okuyup üflemeye, muskalar, tılsımlar yazmaya başladı. Hekimler kuvvet macunları, şurupları, en etkili "harekete getiriciler" hazırladı. Saray ve devlet erkânı da esircilerden dünya güzeli, cennet kaçkını bakireler satın alıp padişaha takdim etmekte birbirleriyle adeta müsabakaya giriştiler... Ve nihayet şeytanın düğümü çözülüp, Topkapı Sarayı'ndaki muhteşem Osmanlı horozu ötmeye başladı ! Hem öylesine ki, önce Ukraynalı bir dilber-i nazenin olan Hatice Turhan Sultan, Veliaht Şehzade Sultan Mehmet'i doğurdu.. Onu, padişahın iltifat ettiği diğer cariyelerin birbiri arkasından doğurduğu şehzadeler ve sultanlar takip etti. Harem'in hemen her odasında bir beşik sallanmaya başladı..

    

Sarayda yarım yüzyıla yakın hizmet etmiş ve o sıralarda kızlarağalığına kadar yükselmiş bulunan zenci Sümbül Ağa da, padişaha takdim edilmek üzere, harikulade güzel bir Gürcü kızı satın almıştı. Fakat cariye, saraya gelip de padişaha bir bakire olarak takdim edileceğini öğrenince, Sümbül Ağa'nın ayaklarına kapanarak, bakire olmadığını ve hatta, gebe olduğunu itiraf etti..
Gürcü güzelinin adı Zafire (üstte solda) idi. "Resim gibi güzel bin cariye içinde bir taneydi." Zenci hadım Sümbül Ağa, Zafire'nin ahu gözlerindeki incileri görünce yumuşadı. Kızı padişaha vermekten vazgeçerek evlat edindi. Az sonra da Zafire bir oğlan doğurdu. Kızlarağası, şu kadar yıl himmetini gördüğü hanedana bir bağlılık ifadesi olarak bu babası meçhul oğlancığa "Osman" adını koydu (üstte sağda) ..
Veliahdın anası Turhan Sultan, zayıf ve nahif bir kadındı. Şehzade Mehmet'i emzirecek sütü yoktu. Zafire, şehzadeye sütanne oldu.. Fakat Sultan İbrahim de sütnineye âşık oldu. Zafire, gerçekten bir ateş külçesi halindeydi. Padişaha bir dişi kedi cilvesiyle sokuldukça İbrahim çileden çıktı !..



Bir gün padişah "İftariye"de (Sultan İbrahim tarafından Ramazan'da iftar etmek üzere yaptırılan şahnişin) Sütnine Zafire'yle göz göze, diz dize oturuyordu. Gürcü'nün piçi, koca Osmanlı padişahının dizindeydi. Veliaht Şehzade Mehmet de taşlıkta, yerde terk edilmiş, emekleyip oynuyordu..
Sünnet Odası tarafından taşlığa, nazlı bir yasemin dalı halinde, Hatice Turhan Sultan çıktı.. Ve Padişahı İftariye'de sütnine ile dudak dudağa öpüşürken gördü..
Sultan İbrahim sinirlendi, Zafire şaşırdı. Kocası tarafından tamamen ihmal edilmiş Ukraynalı güzel kadın ise izzet-nefsi zedelenmiş, fakat vakarını muhafaza ederek yerde kendi halinde emekleyen küçük prensi kucağına aldı, Sultan İbrahim'in karşısında analık cesaretinin anıtı halinde durdu.
"Padişahım !" Yaptığın işten utanmaz mısın ! Öpüp koklamak için kadın istersen işte ben.. Sevip okşayacak çocuk istersen işte şehzaden !.." dedi..
Aslında bir ruh hastası olan ve o anda bütün sinirleri sonsuz bir ıstırapla gerilmiş bulunan Sultan İbrahim yerinden fırladı.. Zaten hızlı hızlı konuşurdu, herkes ne söylediğini hemen kavrayamazdı, bu sefer dili büsbütün çetrefilleşti.
"Neler söyler.. Hele bak neler söyler.. Bre ben padişahım.." dedi, kucağındaki piç Osman'ı Zarife'ye verdi. Turhan'ın kucağından kendi öz evladı Şehzade Mehmet'i kaptı ve küçücük şehzadeyi büyük mermer havuza fırlatıverdi !..
Turhan Sultan bir çığlık atarak yere yığıldı, bayıldı.. Şehzade Mehmet suya gömülürken, sahneye şahit olan bir Has Odalı oğlan da havuza atlayarak çocuğu muhakkak bir ölümden kurtardı..
Çocuk suya düşerken şakağını havuzun kenarına çarpmış ve derince bir yara açılmıştı, ki bu yaranın izi, geleceğin Sultan IV. Mehmet'inin (altta) güzel yüzünde, babasının acı bir hatırası olarak kalacaktı..



Bütün bunlar birkaç saniye içinde olmuştu.. Gözleri yuvalarından fırlamış olan Padişah, o anda karşısında anası Kösem Sultan'ı (altta solda) buldu.. Rezaletin ve facianın dehşeti karşısında ürktü ve hızlı adımlarla Harem'e doğru uzaklaştı.. Kaçtı..
Valide Sultan'ın yanındaki cariyeler taşlar üzerinde yatan Turhan Haseki'ye (altta sağda) koşarlarken, Kösem ise sütnineyi saçlarından yakaladı, "Def ol kaltak.. Sen de, piçin de, Sümbül de def olun.. Saray-ı Hümayun'da size artık bir an durmak gerekmez !" diye bağırdı..

    

Kızlarağası Sümbül Ağa hemen o gün azledildi ve Osmanlı sarayı geleneğince Mısır'a sürgün emri çıktı..
Dilin kemiği yoktu.. Bir hadım zenci olan kızlarağasının bir cariyesinin sarayda bir piç oğlan doğurduğunu, yalnız saray halkı değil, bütün İstanbul halkı biliyordu...
Deniz mevsimi geçmişti, ama İbrahim Reis adında bir kaptanın gemisiyle derhal yola çıktı.. Cariyeleri, hizmetkarları, atları, kıymetli eşyası ve mücevherleriyle..
O sıralarda, Adalar Denizi açıklarında altı gemiyle dolaşan Malta korsanları, gerekli bilgiyi almış, Rodos-Girit arasında pusudaydı.. Burada gemiyi çevirdiler ve çıkan çatışma sonrası gerek Ağa, gerekse geminin Reisi dahil olmak üzere hemen herkes öldü.. Zafire, oğlu Osman, diğer cariyeler, Sümbül Ağa'nın servetiyle beraber Maltalıların eline geçti.. 
Küçük Osman ve anası Malta'da törenle karşılandılar. Avrupa'da derhal Sultan İbrahim'in büyük oğlu Osman'ın esir edildiğine dair haberler yayıldı. Maltalılar, bir saray entrikasıyla bu çocuğun veraset hakkının gasp edildiğini iddia ettiler. Malta korsanlarının reisi Laskaris, Osman'a kendi sarayında bir daire ayırdı. Zafire, Malta'ya geldiğinin üçüncü ayında öldü. Onunla gelen cariyelerden beşi Hristiyanlığı seçtiler ve dantela örme konusundaki fevkalade maharetlerinden ötürü İspanya Kraliçesinin sarayına gönderildiler. Osman 12 yaşına kadar bu sarayda büyüdü. Hristiyan dinine sokuldu ve 12 yaşında bir manastıra verildi. Çocuğa Dominic de Saint Thomas adı verildi, fakat bu adından ziyade "Osmanlı Papazı" lakabıyla tanındı.. İspanya'da Salamanca Üniversitesi'nde ilahiyat tahsil etti ve rahip oldu. Roma'ya giderek felsefe tahsil etti. Bir Fransa seyahatinde Fransa Kralı XIV. Louis tarafından da bir Osmanlı prensi olarak kabul edildi. 
Bu korsanlık olayının hemen sonrası, Akdeniz güvenliğinden sorumlu olan Venedik'i suçlayan Osmanlı ile Venedik arasında 25 yıl sürecek Girit Adası savaşı başladı (altta) .. 
Savaşın son yıllarındaydı.. "Osmanlı Papazı" Girit Adası'nda, Venediklilerin son savunma noktası olan Kandiye'ye gönderildi. Genç rahip, Türk ordusu serdarı Sadrazam Köprülüzade Fazıl Ahmed Paşa'ya gülünç vaatlerle dolu bir mektup gönderdi ve Osmanlı tahtını elde etmesi için yardımını istedi !..
Bu mektubun cevabı, durmadan ateşlenen Türk toplarıyla verildi. Nihayet Rahip Dominic, Kandiye'den Malta'ya döndü ve orada 34 yaşındayken öldü..



REŞAD EKREM KOÇU'nun "Topkapı Sarayı" adlı kitabından derlenmiş bir yazıdır.   


            

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder