Sayfalar

826 ) EN BÜYÜK HİNTLİ !..



Fransız yazarlarından Lanza Del Vasto (üstte), Hindistan'a sevgisi yüzünden gitmemiştir. O eski bilgelik memleketinde aradığı, Modern Batı sorunlarının, yani savaşla adaletsizliğin çözümüdür. Lanza, kimse kimseyi öldürmezse dünyada savaş diye bir şey kalmayacağına inanır.. 
Yazar, İncil'de de aradığını bulamamıştır. İncil : "İyi insanlar dünyayı ele geçireceklerdir." diyordur ama dünyanın zorbalar arasında paylaşıldığı görülmüştür. İncil'in ; "Kılıcını kullanan kılıçla öldürülecektir." diye gözdağı vermesi de lafı güzaftan başka bir şey değildir. 
Sonunda Lanza, Gandhi'yi yoklamayı düşünür.. Yazar, barışsever Hintlinin Sabarmati'deki kulübesine gelip dayandığı zaman, onu verandanın aşağısında, toprağın üstüne oturmuş bulur. Gandhi iri ellerinin avucuyla toprağa vuruyor, Lanza'yı yanına çağırıyordur. Kocaman gözleri, metal gözlüklerinin arkasından gülümsüyordur. Daha ilk andan, konuğuna oğluymuş gibi bakmaya başlamıştır. Yazarın dikkatini ilk önce, "Büyük Hintli"nin temizliği çekmiştir. Sırtında lekesiz "khaddar"dan, o elde dokunmuş kumaştan, bir peştamal vardır..



200-300 milyon nüfus üzerinde başbuğluk kurmuş olan bu adam, birçok bakımdan, Hindistan'da sık sık ortaya çıkan mürşitlere, gurulara benziyordur. Hindistan'daki toplumsal ve siyasal yapıyı değiştirmekten çok insanoğlundaki kötülük eğilimini ortadan kaldırmaya çalışıyordur. Kişiliğinden bir çeşit büyü, bir çeşit manyetizma yılmazlığı fışkırmaktadır..
Özel yaşamı da ermişliğe giden bir yolda olduğunu ortaya koyuyordur. Yoksul köylüler gibi yaşıyordur. Gezilerinde, dördüncü mevki vagonlarda yolculuk eder. Kendi çamaşırlarını kendi yıkar. Ev işlerine de omuz verir. Karısını kendi elleriyle doğurtmuştur. Sağlık bilgisini yaygın duruma getirmek için, geçtiği köylerde lağım yoksa, onlara kendi elceğiziyle lağım da açar. On üç yaşında iken evlendirdikleri karısı Ba (Kasturbay) da ona ayak uydurmuştur. Evleri yoksa da kulübeleri vardır. Onlara "Ashram" adını vermiştir...
Gandhi'ye, yakınları "Bapu-ci" adını takmışlardır. Bu, hem baba, hem de ağa anlamına gelir. Bapu-ci sofrada herkese yemeği kendi dağıtır. Yemek, çokluk acı otlar, pirinç, esmer şeker parçası, kara ekmek ve de taze tereyağından oluşuyordur. Yani tümü de taze ve baharsızdır.
Gandhi'nin temizliği çevresinde de kendini gösterir. Ashram'ın berisine baktığınızda karısı Ba'nın ıslak ot ve toprakla bakır bir tencereyi ovmakta olduğunu görürdünüz. Ya da beyaz sakalı bir adam -belki de bir bakan- mutfağın arka tarafında bağdaş kurmuş, büyük bir ağırbaşlılıkla sebze ayıklıyordur. Ya da Kapurtala'dan, Pencap'taki eski prenslik sarayından kopmuş bir prenses biricik odanın halısını silkelemektedir. Dahası var, Amiral Slade'in kızı Mira Behn, yıllarca önce Mahatma Gandhi'ye gelmiş ve bir daha yanından ayrılmadığı için şu anda, tıraş edilmiş ve sert bir tülle bağlanmış başıyla kuyunun taşı üstünde çamaşırlarını yıkamaktadır..
Savaşkanlıklarıyla ünlü Kuzey-Batı aşiretlerinin Müslüman başkanlarından Abdülgaffar Han ve yine Müslüman önderlerden Muhammed Ali de çevresinden uzaklaşmayanlar arasındadır..
Bapu-ci, bir yere gideceği zaman, sabahın yedisinde yola çıkar. Çabuk çabuk yürür. Sağ elinde uzun bir bambu sopası. Şapka giymez. Peştamalını bacaklarının arasına sıkıştırır. 1931 yılında, Londra'daki Yuvarlak Masa Toplantısı'na katıldığı İngiltere Sarayı'na gidip Kral V. George'un elini sıktığı vakit bile üstünde aynı şeyler vardır. Yani bir şey yoktur !..
Köyden köye atlarken insan kalabalığı, insan dalgaları onun geçeceği yollara, demiryollarına üşüşür. Geceleyin konaklayacağı evin önünde binlerce kişi, sabahlara dek : "Mahatma Gandhi'ye zafer" çığlıklarıyla tempo tutar.. Ne var ki Gandhi bu gösterilerden tedirgin oluyordur. Barışa ve sessizliğe tutkun bir insan için bu gerçekten bir işkencedir. Sonunda, haftanın bir gününü, yani pazartesileri, kendine ayırmak zorunda kalır. Ona "Sessizlik Günü" adını yakıştırır. O gün, kimsenin kendisiyle görüşmesine evet demez. Kral Naibi bile, çok gerektiğinde, onunla mektup yoluyla ilişki kurar. Çünkü Kral Naibi yani Genel Vali işini kolaylaştırmak için, hiçbir geçerli görevi olmayan Gandhi'nin kapısını sık sık kurcalamaktadır..
İtalyan yazar Giovanni Papini, Gandhi'yi kendi kulübesinde yokladığında Bapu-ci çıplak bir odada, yerde oturuyordur. Boş bir çıkrığın yanı başında düşünceye dalmıştır. O gün Papini'ye şunları anlatır :
"Eğer Müslüman, Sih ya da Hristiyan bütün Hintlileri birleşmeye çağrıyorsam, bunu dinlerin birliğini ilan etmiş olan bir inanışı, tüm Avrupalıların benimsediği bir altın gülücüğü izlemekle yürütüyorum. Eklemeye gerek yok, sınıf ayrımlarını kaldırmak düşüncesini de Büyük Fransız İhtilali'nin eşitlik ilkesinden aldım.."
Gandhi, o gün Papini'ye Hintlilerin bir portresini de çizer :
"Alınyazısına boyun eğen ve de fizikötesi bir anlayışı içlerinde büyüten Hindular siyasayı hep aşağı bir iş saymışlardır. Eğer, derler, bir hükümet gerekse, bunu oluşturmak isteyenler varsın istediklerini yapsınlar. Biz de bir angaryadan kurtulmuş olalım.."
Gandhi, Hintlilerin yüzyıllarca Moğol ve Türk egemenliklerine katlanışlarının nedenini de burada görür. Fransızlar, Portekizliler, Hollandalılar, İngilizler gelip kıyılara ticaret evleri kurduklarında ya da daha içerilere sarktıklarında, Hintlinin gıkı çıkmamıştır. Onlar ruh evreninde yaşamayı, sonsuzluğun yolunu araştırmayı, her şeyden yeğ tutuyorlardır..
Mahatma (1915 yılında Şair Rabindranath Tagore tarafından verilen isim. "Büyük Usta" anlamında) Gandhi'yi en iyi betimleyen yine kendisidir :
"Ben kaşarlanmış bir iyimserim. Çünkü kendime inanıyorum. Ama size kesinkes zafere ulaşacağıma hiçbir kanıt gösteremem. Çünkü tüm çabalarıma karşın, gerçeğin nerede saklı olduğunu bulamadım. Ama bütün yaşamım boyunca yoksullardan, acı çekenlerden oldum.."  

    

SALÂH BİRSEL'İN "GANDHİ YA DA HİNT KİRAZININ GÖLGESİNDE" ADLI KİTABINDAN DERLENMİŞ BİR YAZIDIR.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder