Sayfalar

827 ) SULTAN AZİZ DEVRİNDE YÜZ BAKIMI !..



Boylu boslu, fakat narin, ince belli sarışın bir halayık, bir Kafkas kızı ayakta durmuş ; elinde kalın, kabartma, işlemeli som gümüşten bir yuvarlak ayna, kımıldamadan duruyor. Hanım, köşe minderine bağdaş kurmuş, önünde tuvalet levazımı, yüzünü yapmaktadır..
Bu levazım neden ibarettir ? Düzgün, rastık ve sürme... "Düzgün" denilen beyazlatıcı boya üstübeç ve cıva ile yapılmış zararlı bir bileşimdir ; sürünmeden önce şişeyi iyice çalkalamalı ki dibine durulan tortulu kısım, üstünde kalan berrak su ile karışsın ve şimdi, kirlenen beyaz ayakkabılarımızı aklaştırmak için kullandığımız yarı sıvı keten ayakkabı boyalarına benzesin. O cilde yumuşacık, ufacık bir sünger parçasıyla içirilir ; bir nevi badanadır ; terleyince de su sızmış badana gibi yol yol olur ; bilhassa geçkin, buruşuk deriler üzerinde yaşlılığın tahribatını pek belli eder..
"Düzgün"ü, her mahallede, o işle şöhret kazanmış fakir kocakarılar yaparlar ; yalnız düzgüncülükle geçinenler de vardır ve aslen Rumelili olanlar bu sanatta yerlilerden daha ustadırlar. "Düzgün" zararlı bir tuvalet suyudur ; cilt gözeneklerini kapatır, yüzün çabuk pörsümesine sebep olur ; ayrıca, bileşiminde çözülmüş cıva ve kurşundan dolayı dişleri de vaktinden önce çürütür. 
"Rastık", "Rasuht" şeklinde aslen Farsî bir kelimedir ; antimuan denilen madeni maddeden yapılır..



Zamanın modası bembeyaz, kireç beyazlığındaki çehredir ; ak çehre üzerinde kapkara göz ve kapkara kaş !.. İşte rastık ile sürme, düzgünlü yüzde bu tezadı yapmak, kirpikleri ve kaşları simsiyah hale getirmek için kullanılan boyalara denir. Birincisi, hamur şeklindedir, öbürü incecik, yağlı bir toz, rastık, kına ve zerdeçal ile karıştırılıp beyaz saçların boyanmasında, kızıl ve zeytuni renge çevrilmesinde de kullanılır.. Yaşlı Müslüman hanımı ak saçlı gezemez, reaya yani Ermeni ve Rum kadınlarına benzeyemez. Mesela kadınlar hamamında saçları ak, kınasız birine rastladınız mı dinini öğrenmeye lüzum kalmadan ona : "Hu kokona, şöyle geri çekil bakayım !" diye kötü muamele edebilirsiniz ; saçına kır basmış olan kınasızlar yüzde yüz Müslüman değildir !..
Saç boyası hamamda sürülür. Dediğim gibi kına ile zerdeçal, bazen de küçük miktarda rastığı bir tasta ezerler, sulu bir hamur haline getirip başa iyice sıvarlar ; sonra bir tülbentle sıkıca sararak ; muayyen vakit gelince ılık su dökünerek fazlasını atarlar. Her kadının kendi zevkine, alıştığına göre bir bileşimi vardır : Şu kadar dirhem veya bu kadar paralık zerdeçala şu kadarlık kına.. Renkler o suretle ya çok kızıl, ya fazla siyah, yahut da alacalı olur..
Yalnız, tekrar edelim, saç boyanmasında başkalarını aldatmak, kendi saçının tabii rengi imiş gibi görünmek maksadı gözetilmez ; amaç, yaşlılıkta Hristiyan karısına benzememektir. Binaenaleyh, dini bir mecburiyet mahiyeti alan bu âdetten dolayı hamam civarındaki aktar dükkanının esas satışlarından ikisi zerdeçal ile kına, üçüncüsü de -yine aynı endişe ile kullanılan- temizlik bileşeni "zırnık"tır (sarı renkli doğal arsenik sülfür)...



"Artık", içine ancak bir yüksük sığabilecek, mini mini, yuvarlak kutularda satılır. Bu kutular, üzerine yazılan yazı ile dil gezdirilince kolayca silinen ve "kaymak kağıdı" denilen parlak renkli kağıtlarla kaplıdır. Sulandırılıp bir çöple kaşlar boyanır. Hatta misafirliğe, sabah kahvesi içmeye giden kenar mahalle kadınlarının fincan dibinde kalmış telveyi de ekseriya kaşlarına sürmeleri âdetti. Kaşın kalın, siyah, gür olması zamanın estetiği icabındandır..
Sürmenin Mekke'den gelenine itibar fazla idi. Sanki Mekke sürmesi, zemzem gibi, o beldenin öz malı, mahsulü idi. Halbuki Araplar bunu, elmanın içine Avrupa'dan gelme "antimuan" kırıntıları koyup ateşte kavururlar, havanda döverler, gayet ilkel şekilde yaparlardı. Yağlısına biraz hintyağı karıştırırlardı. Hakikaten zarif, medeni sürmedanlıklar içinde satılanlar ise pek makbuldü. Bu sürmedanlıkların vidalı başına yine madenden bir çubuk bağlı olduğundan toz gözlere bununla çekilirdi ; sürmedanlığı olmayanlar süpürge çöpü kullanırlardı. Kibrit kullanımı henüz yaygınlaşmadığından, çöpü de bittabi ancak sonradan süpürgenin yerini tutmuştur. "Sürme" iki türlü idi : Yağlı ve yağsız.. Evlerde "günlük" isine kahve fincanı tutarak da sürme yapılabilirdi. 
Sabunlar hep yerli.. Edirne'ninkiler ise pek makbul.. Halep kili, saçlara sinen nefis ve ince kokuların en etkilisidir..



Yapma ben de modadır ; ama sonraki ve şimdiki gibi cehennem taşı ile cilt yakılarak yapılmazdı ; yapıştırılırdı. Zamane modasına rağmen Sultan Aziz, benden hazzetmediği için bir gün, püskürtme benli genç bir ibriktarının yüzüne hiddetle bakmış : "Nedir o suratındakiler ? Çıkart onları da sonra karşıma çık ve elime su dök !" demişti. İbriktar cerrahlara başvurmuş, işi becerememişler, çehresini delik deşik etmişlerdi. Zavallı güzel delikanlı da derdinden, kahrından verem olup ölmüştü.
Şakağa "laden" yapıştırmak da modadır. Daima beyaz üstüne siyah !.. İşte göze hoş gelen budur. İlle beyazlık.. Ay gibi, kağıt gibi, sütlaç ve yoğurt gibi beyazlık büyük başarı !...   



EKTEKİ KİTAPTAN DERLENMİŞTİR..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder