Sayfalar
▼
851 ) BİR CUMA SELAMLIĞI..
Yalnız temsilcilerin değil, İstanbul'daki diğer yabancıların, hatta kent sakinlerinin bile öncelikle yapmak istediği en hoş gezintilerden biri, Cuma günleri padişahın namaz kıldığı camiin civarına gitmek. Payitahtta bulunduğum sürenin (1885-87) büyük bölümünde, padişah ibadetini Beşiktaş camiinde yapma alışkanlığında idi. Fakat Yıldız'a daha yakın, neredeyse tamamlanmakta olan bir başka cami inşaatı sürüyor. Bu cami Boğaziçi'nin üstündeki tepelerin doruğunda. "Hamidiye Camii" adını taşıyor. Bu camiye sık sık gidiyor..
Bu, camiye gidiş merasimi, padişah hayatta olduğu sürece, asla atlanmıyor. Yağmur, dolu yağsa,deprem, veba veya başka bir salgın olsa, hatta padişahın kendisi hasta dahi olsa -Cuma selamlığı, aynı anda dinin mutlak halifesi olan padişahın en önemli vazifelerinden birini oluşturuyor. Yaptığı ibadeti onun adına başka birinin yapması olanaksız. Bu, şahsen yerine getirmesi gereken dinsel bir ödev. Görevlerinin en onurlusu ve imtiyazlarının en büyüğü olarak kabul ediliyor. O gün camiye gitmeyi ihmal etmek neredeyse bir isyan başlatabilir..
Bu âdet ilk olarak İ.S. 1361 yılında başlamış. Dönemin hükümdarı Sultan Birinci Murad, gözdelerinden biriyle ilgili bir davada müftüye kanıt göstermek istediğinde, camide toplu ibadete katılmamış hiç kimsenin dinsel bir mahkemede tanık olarak kabul edilemeyeceği şerî kural gereği, tanıklığı reddedilmiş. Bu kararın adaletini kabul eden Murad, ertesi Cuma büyük bir debdebeyle camiye gitmiş. Diğer müminlerle birlikte, onlardan biri olarak, ibadetini icra etmiş. Âdet o gün bugündür en katı ve düzenli biçimde uygulanmakta. Sultan Birinci Mahmud, çok hasta olmasına karşın gitmek için ısrar ettiği selamlık merasiminden dönüşte, sarayın girişinde atından inerken düşüp ölmüş. Aynı kader, hekimlerinin tavsiyesine aldırış etmeyerek, alışılmış olan Cuma selamlığına gitmek üzere hasta yatağından çıkan Sultan Üçüncü Osman'ın da sonunu getirmiş. Saraya sağ salim dönmüş ama ertesi gece son nefesini vermiş.
Merasime artık, sultanın kullarının kadife ve sırmalar içinde giyindiği ve Aya Sofya Camii'nden dönüşünde yolu üzerinde avuçlar dolusu altın ve gümüş saçıldığı eski günlerde olduğu gibi ihtişam ve debdebe eşlik etmiyor.
Padişahın camideki ibadeti, değişmez bir biçimde alaturka saatle 7'de gerçekleşiyor. Bu, alafranga saate göre öğleden sonra 2 anlamına geliyor. Genel olarak büyük ve şık bir açık arabayla geliyor. Kendisine güvenilir bir dostu, bir nezaket abidesi olan yaşlı Namık Paşa ile Plevne kahramanı Osman Paşa eşlik ediyor. Genellikle bu merasimlerde yolu beş ila yedi bin askerden oluşan birlikler koruyor. Üzerine Kur'an'dan ayetler yazılı kutsal yeşil sancaklar ve kendi alay sancaklarını taşıyarak bando eşliğinde kentin dört bir yanından geliyorlar. Padişah arabasıyla görünmeden evvel yerlerini alıyorlar. Bazı tabur veya alayların askerleri, Arnavutlar gibi, tuhaf üniformalar giyiyorlar. Afrikalı Nübyeliler veya Tunuslulardan oluşan bir alay gördüm. Deri önlüklü ve kocaman baltalar taşıyan iri kıyım istihkâmcı veya madencilerden oluşan bir birlikleri vardı. Osmanlı hakimiyeti altındaki ülkelerin her birinin temsilcileri bulunuyor. Bunlar çok iyi eğitimli, disiplinli askeri birlikler. Çeşit çeşit üniformalar giyiyorlar. Askeri bando ve refakatçilerin "birlik ruhu", olaya dinsel bir törenden öte bir nitelik katıyor..
"Selamlık" alayını veya camiden içeri girer veya çıkarken padişahı görmek isteyenlerin, ister nizamiye binası ister yeni kışlada, daha 12'de yerini alması gerekiyordu. "Kralın yüceliği halkının çokluğuna bağlıdır." Halk bu merasimler vesilesiyle "topluca" ortaya çıkar. Siyah püsküllü, canlı kırmızı fesler sahneye damgasını basar. Gelgelelim, üniformaların genel tonu kızıl pantolonları dize kadar inen Zühafların üniformasıdır. Askerler zeytin renginde formaları içinde, çoğu güneş altında bronzlaşmış durumda ve muhteşem yapıdadırlar. Padişah, camiye girerken, üniformaları çokça altın sırmalar ve nişanlarla ışıldayan düzinelerce zabiti ile kuşatılır. Kapıda camiin imamı tarafından karşılanır. Kalabalığın, askerlerce iyi kötü kontrol altında tutulmak dışında, uyması gereken özel bir düzen yoktur. Arabalar, atlar ve halk karmakarışık bir halde iç içedir. Bu tören sırasında ne sarhoş bir adam ne de aşikâr bir düzensizlik gördüm. Birçok arabada padişahın eşleri, kızları, kuzenleri ve yeğenleri ile annesi ve teyzesi bulunur. Elmaslar, örtülü güzelliklerin üzerinde fazlasıyla parlar. Kuşkusuz, Türk olmayan ve bu nedenle, okuyucunun çok geçmeden aşina olacağı şekilde giyinmemiş kadınlar da vardır..
Padişah camiye girer. O ibadetini tamamlayıncaya değin herkes sessiz durur. Ardından bir borazan sesi duyulur ; bir halı serilir ve yaveran subaylar, nazırlar ve diğerleri at biner. Hareket için hazırdırlar. Askerler "silah omza" vaziyeti alır, demir kapı açılır ve haykırışlar başlar : "Padişahım çok yaşa !"
Kimi zaman padişah, bu merasim için süslenmiş beyaz bir küheylana biner ; ama genellikle, pek çok tezahürat arasında, dizginlerini kendisi tutarak bizzat sürdüğü arabasıyla gelir ve döner. Halkı onun için yol açar ve seyir sona erer..
Resmetmeye çalıştığım Selamlık merasiminin, yerli bir sanatçı olan Hamdi Bey tarafından güzel bir resmi yapılmış. Bu resim, New York sakinlerinden gerek sanat gerek din üzerine çalışmalar yapan Bay Eliot F. Shephard için yapılmıştı. Bu resimde, Padişah hazretlerinin, ona uzun süre saygın hizmette bulunmuş muhterem Namık Paşa'nın ve Plevne kahramanı Osman Paşa'nın eşliğinde, açık bir arabayı sürmesi temsil edilir ; fakat bu resim, ibadetinin bitiminde gördüğü coşkulu tezahüratı veya halkının iyi niyetinin öteki kanıtlarını gösteremez, göstermesi de mümkün değildir..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder