Sayfalar
▼
892 ) BİR UÇTAN DİĞERİNE SAVRULAN MACARİSTAN !..
Avusturya-Macaristan, Habsburg Hanedanı tarafından yönetilen ve Orta Avrupa'da hüküm süren bir ikili imparatorluktu. Monarşi ile yönetilen bu imparatorluğun içerisinde bulunan Avusturya ve Macaristan ülkeleri iç işlerinde bağımsız, dış işlerinde ise Habsburg Hanedanı tarafından yönetilen Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'na bağlılardı.. Bu iki ülkeden Macaristan'ın ekonomik büyümesini ivmelendiren en önemli etken, sanayi ile tanışması oldu..
1910 yılına gelindiğinde Macaristan'a göçüp ülke nüfusundaki oranlarını % 5'e çıkaran Yahudiler, bölgeye kurdukları fabrikalarla, işletmelerle ve gerçekleştirdikleri ihracatlarla Avusturya-Macaristan'ın ekonomik konumunu bir anda yükseltmişlerdi. Nüfusun geride kalan % 95'lik kesimi ise genellikle eğitimsiz bırakılmış birer işçi olarak ya Yahudilerin fabrikalarında ya da asilzadelerin tarlalarında çalışıyorlardı..
Macaristan, eski Macar Prensliği'ni kuran kabilelerin şeflerinin çok büyük oranda topraklara sahip oldukları, yönetimde söz sahibi oldukları ve bu eski kabile şeflerinin ayrıcalık tanınan birer asilzadeye dönüştüğü bir ülkeydi. "Magyar" (Macar) kabileleri olarak adlandırılan bu kabilelerin asilzadeleri ise topraklarında çalıştırdıkları Macar köylülerinin meyve ve sebze üretiminden başka bir şeyle uğraşmasını ve ülkeye eğitimin gelmesini istemiyordu, hele ki topraklarının olduğu bölgede eğitim diye bir şey söz konusu bile değildi. Kısacası Magyar asilzadeleri, Türkiye'deki toprak ağalarının daha ayrıcalıklı ve doğrudan yönetimde sözü geçen versiyonlarıydı. Bu asilzadeler 1918'e gelindiğinde bile halkın % 33'ünü okuma-yazmadan uzak tutmayı başarmışlardı..
Nüfusun sadece % 5'ini oluşturan Yahudiler, 1904'e gelindiğinde Macaristan'daki tarıma elverişli toprakların % 37,5'unu ellerine geçirmişlerdi. Öte yandan 1910'a gelindiğinde Macaristan'daki tarım işçilerinin sadece % 0,1'i, sanayi çalışanlarının ise % 7,3'ü Yahudi iken ; avukatların % 50,6'sı, iş adamlarının % 53'ü, doktorların % 59,9'u, finansçıların ise % 80'i Yahudi idi. Yani nitelikli ve para getiren hemen tüm işlerde Yahudiler varken, vasıfsız ve düşük gelirli tüm işlerde de halk vardı.. Bu durum haliyle Yahudi burjuvazisinin politik gücü elinde bulundurması ile sonuçlanıyordu. Bu % 5'lik kesim ülkeyi ya yönetiyor ya da yönettiriyordu..
Macaristan'da Magyar asilzadelerinin etki edemediği topraklarda eğitim de doğru orantılı olarak gelişiyordu. Özellikle eğitime oldukça fazla önem veren Yahudi ailelerin çocukları dünya standartlarında eğitim alıyorlardı. Fakat, engellenmesine karşın, gelişen eğitimin ve dolaylı olarak oluşan ekonomik makasın da etkisi ile Yahudiler ile diğer halk arasındaki keskin fark giderek daha da belirginleşmeye başlıyordu. Birinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru belirgin şekilde ezilmiş bir işçi sınıfı oluşmaya başlamıştı bile.
Magyar asilzadeleri ve Yahudiler işçi sınıfının bu durumundan memnunlardı. "Bu insanlar eğitimsiz oldukları için karşılaştırma yapamazlar, o nedenle de yakın gelecekte bize karşı ayaklanamazlar" diye düşünüyorlardı. Fakat gözardı ettikleri çok önemli bir nokta vardı, bu insanlar eğitimsiz olsalar da onları örgütleyebilecek bazı eğitimli kişiler her an gün yüzüne çıkabilir ve sayıca fazla olan bu sınıfı yönetime karşı örgütleyebilirdi.
Nitekim gözardı ettikleri şey gerçek oldu. Ocak 1918'de Ulusal Konsey tarafından düzgün bir şekilde örgütlenen yarım milyon işçi, ezilen işçi sınıfının haklarını aramak için grev yaptı. Bunu hemen hemen aynı katılım oranında gerçekleşen Haziran grevi takip etti. Sonbaharda ise artık sokaklarda askerler, öğrenciler ve işçiler beraber bulunuyorlardı. Devrim adeta "Geliyorum !" diyordu..
1918 yılının Ekim ayı sonlarına doğru sokaklarda gerçekleşen devrimle (altta) birlikte ivedi bir demokratik reform beklentisi oluşmaya başlamıştı ve en sonunda ip inceldiği yerden koptu. Kral, saraya yürüyen işçilerin baskısına dayanamayarak devrimi yöneten Ulusal Konsey'in lideri Karolyi Mihaly'ı (üstte) başbakan olarak atamayı kabul etti ve Kral'ın izni altında, Karolyi Mihaly'ın başında olduğu yeni bir hükümet kuruldu..
Halkın desteğini de fazlasıyla arkasına alan Mihaly 11 Kasım 1918'de Birinci Dünya Savaşı'nın bitmesini de fırsat bilerek 16 Kasım 1918'de Macaristan'ın bağımsızlığını ilan etti ve ilk Macaristan Cumhuriyeti'ni kurdu. Avusturya-Macaristan ikili monarşisi çok hızlı bir şekilde resmen dağılmıştı. Artık Macaristan, Avusturya'dan ayrı ve bağımsız bir ülkeydi. Karolyi Mihaly'ın rüyası gerçek olmuştu..
Fakat Mihaly'ın yaşadığı Macaristan rüyası o kadar kısa sürmeyecek, hatta kâbusa dönecekti. İtilaf Devletleri yenilmiş bir ülkenin başına geçen yeni bir lideri rahat bırakır mıydı ?. Bu yeni hükümetin kanını emmek üzere çalışmalara başlamışlardı bile.. ABD ve İngiltere gibi "pazarlık ustası" ülkeler Mihaly'ı hemen masaya oturttular. Yaptıkları baskı ve doğan savaş tazminatları neticesinde Mihaly, halka bekleneni verememeye başladı. İtilaf Devletleri yine bir ağacı yaşken eğmişlerdi !..
Karolyi Mihaly Hükümeti depresyon ile boğuşurken onları köşesinden izleyip bunalımı fırsata dönüştürme hayalleri kurarak ellerini ovuşturan birisi vardı ki hükümete bir tekme de o atacaktı. O kişi Lenin'in öğrencisi Bela Kun idi.. Cumhuriyet'in ilanından hemen sonra, 20 Kasım 1918'de Rusya'dan dönen esirlerin Bela Kun (üstte) önderliğinde kurduğu Macaristan Komünist Partisi fırsattan istifade edip hükümete karşı atağa geçerek memnuniyetsiz halkı örgütlemeye başlamıştı bile.. Mihaly Hükümeti hem dıştan hem de içten baskılarla iyice köşeye sıkışmıştı..
İşçiler ve öğrencileri arkasına alan Bela Kun, gittikçe dahada popüler oluyordu. Cumhuriyet'in henüz dördüncü ayında, 21 Mart 1919'da, Macaristan Cumhuriyeti, Bela Kun tarafından yönetilen kanlı eylemler zinciriyle birlikte Macaristan Sovyet Cumhuriyeti haline getirildi. Tabii, başına da Bela Kun geçti (altta).
Kun'un komünist rejimi gelmişti gelmesine ama halk aslında farkında olmadan yağmurdan kaçarken doluya tutulmuştu. Kun gelir gelmez şiddet içerikli sadist yargılamalara başlamış, ardı arkası kesilmeyen bir idam kampanyası başlatmıştı. Önüne geleni kıyıma uğratıyor, bir korku imparatorluğu yaratıyordu. Bir kesim hariç : Yahudiler..
Kun'un başında olduğu komünist sistemin yöneticileri ve memurları da onun gibi Yahudilerdi. Bu nedenle kendileri gibi Yahudi olanları güvende tutuyorlar, olan yine orta kesime oluyordu. Macaristan halkı yine kandırılmıştı !..
Kandırılan halk daha fazla dayanamadı. Kendisinden önceki rejim gibi komünist rejim de dikiş tutturamadı, sendelemeye başladı. Ülke adına hiçbir iyi gelişme olmamış, aksine yüzlerce insan komünizm ideolojisine karşı çıktı diye idam edilmişti.. Başarısız komünist rejimi ile birlikte halkın Yahudilere olan öfkesi daha da artmış, çoğu yöneticisi Yahudi olan komünist rejimi yıkmak için yola çıkmışlardı.
Sonbahar geldiğinde komünist rejim tamamen devrilmiş yerine faşist Amiral Nicholas Horthy gelmişti. Horthy (üstte), 16 Kasım 1919'da, kendinden emin bir şekilde, arkasında duran yeni milli ordu ile birlikte, "Avrupa'nın ilk faşist rejimini kurmak üzere" beyaz atıyla Budapeşte sokaklarını geziyordu.. Komünizm gitmiş yine bir uç rejim olan faşizm gelmişti..
1 Mart 1920'de Millet Meclisi, yeniden Macaristan Krallığı'nın kurulmasına karar verdi. Bu kadar çok rejim değişmesinden yılmışlardı artık. Yeniden monarşiye dönmek istiyorlardı.. Fakat Macaristan artık o kadar radikal kararlar alabilecek bir durumda değildi. İtilaf Devletleri, "Dur bakalım, nereye monarşi getiriyorsunuz ?" dedi. İşin aslı, İtilaf Devletleri, Macaristan'da Habsburg Kralı IV. Charles'ın (altta) adını yeniden duymak istemiyorlardı..
Bunun üzerine Millet Meclisi yeni bir Kral naibi seçmek durumunda kaldı ve Meclis Horthy'i 131 oyla başa getirdi. Artık Macaristan faşist bir lidere emanetti..
Komünistlerin kızıl terörü, hüküm sürdüğü dönem boyunca 500 kişiyi idam ettirerek Macaristan'ı kana bulamıştı ama çözüm olarak gördükleri Horthy rejiminin beyaz terörü Macaristan'ı kana bulamakla kalmadı, Macaristan halkının yapısını bir daha düzelmeyecek şekilde deforme etti. Çoğu sadistik bir şekilde işkencelere maruz bırakılmak üzere beş bin kişi öldürüldü, on binlerce Yahudi ise sürgüne gönderildi.
Antisemitizmi yasalaştıran faşist rejim 1920'de "Macaristan'daki her ırk, her millet kendi nüfus oranı doğrultusunda üniversitelere katılabilir" şeklinde bir yasa çıkardı. Yasaya karşı gelenlerin veya ayaklananların sonu ise sadistik bir şekilde gerçekleştirilen kanlı bir idam oluyordu.
Bu yasa doğrudan şu anlama geliyordu : "Macaristan'ın nüfusunun % 5'i Yahudi ise o halde üniversitedeki oranları da % 5 olmak zorunda".. Bu da neredeyse % 100'ü üniversiteye giden Yahudiler için Macaristan'da artık kendilerine bir gelecek kalmadığı anlamına geliyordu. Öte yandan başını alıp giden antisemitizm dalgası ile birlikte Yahudilerin artık can güvenlikleri de yoktu..
Faşist yönetimin getirdiği köklü değişimler nedeniyle, Von Neumann (altta solda) gibi 20. yüzyılın en önemli bilim adamları Macaristan'ı genç yaşta terk edip Almanya'ya, özellikle de Berlin Üniversitesi'ne kabul edilebilmek üzere yola çıktılar. Bunlardan birisi de sonraki yıllarda atom bombası çağını başlatacağından habersiz olarak Macaristan'ı terk eden genç Leo Szilard (altta sağda, Einstein ile) idi..
ATAKAN BÜYÜKDAĞ'IN "KAVGAMIZ / YAHUDİ BİLİM ADAMLARI HİTLER'E KARŞI" ADLI KİTABINDAN DERLENMİŞ BİR YAZIDIR..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder