Sayfalar

907 ) HÜRRİYET ŞEHİDİ MİDHAT PAŞA ..

midhat paşa ile ilgili görsel sonucu   midhat paşa'nın mahkemesi ile ilgili görsel sonucu

Tahta geçince sadrazamlığa yeniden Mütercim Rüşdü Paşa'yı getiren Sultan Abdülhamid, iç ve dış olayların zorlamasıyla onu görevden almak, Avrupa'da büyük saygınlığı olan Midhat Paşa'yı 20 Aralık 1876'da sadrazamlığa getirmek zorunda kaldı. Üç gün sonra da Midhat Paşa ile arkadaşlarının hazırladıkları Kanun-ı Esasi ilan edildi..
Abdülhamid, yandaşları aracılığıyla ya da doğrudan doğruya işe karışarak Kanun-ı Esasi tasarısına istediği yönü vermeye kalkışmış ; bu arada padişahın, kuşkulandığı kişileri ülke dışına sürgün etmeye yetkili olduğu yolundaki 113. maddenin kabulünü sağlamıştı. Bu konuda Midhat Paşa ile aralarında anlaşmazlık çıkmış, ancak vekiller toplantısındaki görüşmelerde arkadaşlarından gerekli desteği alamayan Midhat Paşa, anayasayı zedeleyecek bu hükmün konulmasına direndiği takdirde Abdülhamid'in meşrutiyet ilan etmekten vazgeçeceğini gözönüne alarak, fazla direnmemişti..
Çok geçmeden Midhat Paşa ile Abdülhamid'in araları açıldı. Paşa, padişaha, görev, yetki ve sorumluluklarını bildiren, Osmanlı tarihinde bir örneği bulunmayan bir mektup gönderdi. Bu, iplerin kopmasına yol açtı. Bu gerginlikten yararlanan kimi çevreler de, Midhat Paşa'nın cumhuriyet ilan edeceği yolunda söylentiler yayarak Abdülhamid'in kuruntusunu körüklüyorlardı..
5 Şubat 1877'de Midhat Paşa'yı sadrazamlıktan uzaklaştıran ve tutuklayan Abdülhamid, sözü geçen 113. maddenin verdiği yetkiye dayanarak onu "İzzettin" vapuruyla Avrupa'ya sürgüne gönderdi..

midhat paşa ile ilgili görsel sonucu

Midhat Paşa bir süre Avrupa'da yaşadı. Ertesi yıl Girit'e dönmesine izin verildi. Aralık 1878'de Suriye Valiliğine, Ağustos 1880'de Aydın Valiliğine atandı. Vilayetin merkezi İzmir'de görev yaparken, Abdülhamid, Abdülaziz'in öldürüldüğü savıyla soruşturma başlattı. 
Padişahın hükümete haber vermeden kurdurduğu soruşturma komisyonunu oluşturan Süruri Efendi, Mahmut Nedim ve Cevdet Paşalar, "Midhat Paşa düşmanı" olarak tanınan kişilerdi. 
17 Mayıs 1881'de padişah yaverlerinden Binbaşı Hüsnü Bey İzmir'e gönderildi ve Midhat Paşa'nın vali konağında tutuklanması için harekete geçildi. Saat 02.30 sıralarında, konağının, bitişikteki kışlada silahlandırılan ve bir süre sonra dikkati başka yöne çekmek üzere bir yangın başlamış gibi silah atmaya başlayan askerlerce kuşatıldığını gören Midhat Paşa, Fransa Konsolosluğuna sığındı. Olay uluslararası boyutta genişleme aşamasına girdiği sırada, Adliye Nazırı Cevdet Paşa, halen konsoloslukta ikamet eden Midhat Paşa'ya bir telgraf gönderdi :
"Mahkemelerimizin yerleşmiş bir tarafsızlık şöhreti vardır. Bir itham karşısında bulunuyorsunuz. Şu halde Usul Kanununun bütün şekillerine riayet edilecek, duruşmalar umuma açık olacak ; hüküm, savunmanıza göre verilecektir. Size bir lütuf olarak Sultan, bana, benim başkanlığımda ilk soruşturmayı yapacak hakimlerle birlikte İzmir'e gitme ve soruşturmaları yönetme görevini verdi.. Şu halde taleplerinizde artık ısrar etmeyiniz ve kanuna boyun eğdiğinizi ve adalete teslim olduğunuzu telgrafla bana bildiriniz.  -Cevdet" (İ. H. Uzunçarşılı, "Midhat ve Rüştü Paşaların Tevkiflerine Dair Vesikalar")

Bu sırada, Osmanlı Devleti ve Fransa arasında devam eden bir Tunus sorunu da vardı. Bunu dikkate alan Fransa, Midhat Paşa'ya sığınma hakkı tanımadı. Paşa da, başka çıkar yol bulamadığı için, Adliye Nazırı'nın telgrafına da güvenerek, teslim olacağını bildirdi..
Bilal N. Şimşir, "Fransız Belgelerine Göre Midhat Paşa'nın Sonu" adlı kitabında şöyle yazar :
"Türkiye ile Fransa arasındaki Tunus meselesinin hararetli bir zamanına rastlayan Midhat Paşa'nın Fransa Konsolosluğuna sığınması olayı, Türkiye'nin bu meseledeki tutumunu değiştirmesinde açıkça rol oynamıştır. Sultan Abdülhamid'in 'Midhat Paşayı ele geçirmek için Tunus'u elden çıkardığı, imparatorluğun koskoca bir köşesini bir paşa ile trampa ettiği' eldeki belgelerle, belki yüzde yüz kesinlikle söylenemez. Ama, Fransızların Midhat Paşa'yı derhal teslim etmeye karar vermeleri üzerine 'pek duygulanan' sultanın, Tunus meselesinin iki ülke arasında 'geçici bir bulut' olduğunu, bu konuda 'ucuza anlaşılabileceğini' Fransa Büyükelçisinin kulağına iletmiş olduğu bir gerçektir.."

İlgili resim

"İstanbul" vapuruna bindirilen ve yolda Cevdet Paşa tarafından sorguya çekilmeye başlayan eski sadrazam, Yıldız Sarayı bahçesindeki Çadır Köşkü'ne (altta) götürüldü. Ertesi sabah da Süruri Efendi başkanlığındaki, Savcı Lâtif, padişah yakınlarından Ragıp Beyler ile sorgu yargıçlarından oluşturulan kurulun önüne çıkarıldı. 
27 Haziran 1881'de başlayan ve üç gün süren duruşma, normalde bir ağır ceza mahkemesi olması gerekirken, bir gözlemci olarak duruşmaları izleyen Fransa'nın İstanbul Büyükelçiliği ikinci tercümanı M. Outrey'in ifadesiyle bir "uğursuz komedi" idi.. 
Süruri Efendi başkanlığındaki mahkemenin üyeleri Rum Hıristofidis Efendi, Macar dönmesi Emin Bey, Ermeni Takvor Efendi, Hüseyin Bey, ve Hacı Emin Bey idi. Duruşma aşamalarıyla ilgili yayınlar ve dönemin yabancı basını incelendiğinde, bunun padişah tarafından yönlendirilen güdümlü bir mahkeme olduğu ve elde kesin kanıt bulunmamasına karşın mahkûmiyet kararları verdiği açıkça anlaşılmaktadır. 

midhat paşa'nın mahkemesi ile ilgili görsel sonucu

Mahkeme, Abdülaziz'i yatağında öldürdükleri gerekçesiyle, Fer'iye Sarayı'nın korucu ve bekçileri Pehlivan Mustafa, Cezayirli Mustafa, Boyabatlı Hacı Mehmet, Mabeyinci Fahri Bey, olay sırasında orada bulunan subaylardan Binbaşı Necip Bey, Namık Paşazade Binbaşı Ali Bey'i ölüm cezasına ; olayla ilişkili gördüğü Seyyid Bey (V. Murad'ın İkinci Mabeyincisi) ile Miralay İzzet Bey'i onar yıla mahkûm etti. Midhat Paşa ile Abdülaziz'in damatları Mahmud Celaleddin ve Nuri Paşalar da cinayeti hazırladıkları öne sürülerek ölüm cezasına çarptırıldılar. 
Mahkeme-i Temyiz Cinayet Dairesi kararı onayladı. Abdülhamid, her türlü sorumluluktan kurtulmak için, bakanlar kurulu ile eskiden bu heyette bulunmuş olanlardan, feriklerden, müşirlerden 25 kişilik bir kurul oluşturdu ve kurula mahkeme kararını inceleme görevi verdi. Bunlardan 15'i kararın onaylanması yolunda oy kullandı..
Daha sonra ölüm cezalarını yaşam boyu hapse çeviren Abdülhamid, 28 Temmuz 1881'de mahkûmların hepsini Taif'e (altta Taif Kalesi / zindanı) yollattı. 

midhat paşa'nın boğdurulması ile ilgili görsel sonucu

1883 yılında Midhat, Celaleddin ve Nuri Paşaların kaçırılması girişiminde bulunulduğu, bu konuda Fransa'nın Cidde Viskonsolosundan yardım istendiği, konsolosun sorması üzerine Fransa Dışişleri Bakanlığının bu girişime katılınmaması yolunda yönerge verdiği anlaşılıyor..
Yine bu sıralarda paşaların Sevakin'de bulunan İngiliz amirali tarafından kaçırılacağı yolundaki bir telgraf, Abdülhamid'in büyük telaşa kapılmasına yol açtı. Telgrafı saray gönderen, Hicaz Telgraf Başmüdürü idi. Padişah bunun önüne geçilmesini, kaçacak olurlarsa öldürülmelerini istedi. İ H. Uzunçarşılı, "Zannıma göre, aslı olsun olmasın, Midhat ve Mahmut Paşaların kaçırılmak istenmesi, Abdülhamid'i kesin olarak bunlardan kurtulmaya sevk etmiştir, bundan şüphe yoktur ; yani İngilizlerin bu iki paşayı kaçırma teşebbüsü, fırsat arayan padişahı bunları öldürtmeye sevk etmiştir." diyor..
Bu tarihten sonra mahkûmlar daha güç koşullarda ve baskı altında yaşadılar. Öte yandan, Midhat ve Mahmud Paşaları sessiz sedasız öldürmek için yiyecek ve içeceklerine zehir konuyordu. Ancak paşalar dikkat ve özen gösteriyorlardı. Bu arada Midhat Paşa'nın uşağı Arif'e, paşasını zehirleyecek olursa 1000, Mahmud Paşa'yı da zehirleyecek olursa ayrıca 500 lira verileceği bildirildi. Arif Ağa buna yanaşmadı. Kimseye söylemeyeceğine yemin ettirilmesine rağmen durumu paşalara haber verdi. Bu arada Midhat Paşa'nın sağ omzunda çıkan şirpençe çıbanı, Mahmud Paşa'nın bulduğu kocakarı ilacı ile iyileşmeye başladı..
Midhat Paşa 26 Nisan 1884'de ailesine gizlice yolladığı mektupta, "Bu mektubum ihtimal ki son mektubumdur," diyordu. Sütüne, tenceredeki etine, su testisine zehir konulduğunu belirtiyor ve bunların farkına vardığını ifade ettikten sonra muhafızları Binbaşı Çerkes Bekir ile Çerkes Hasan'ın, okul arkadaşlarından küçük rütbeli üç subayın bulundukları bölüme getirildiğini, bunlar tarafından öldürüleceklerini yazıyordu. Mektup şu cümlelerle sona eriyordu
"Vücutlarımız ortadan kaldırmak için İstanbul'dan her gün kesin buyruklar gelip dünkü gün de Mekke'den Miralay Çerkes Mehmet'in (Mehmet Lütfi) dahi gelmesi bunun için olduğundan dolayı, bu kadar hücuma karşı artık korunmanın hiçbir yolu olmayıp bizim için böyle bir kötü fiilin ortaya çıkma belirtileri kesinleşmiştir ; ola ki mektubum varmadan önce ölüm haberimi alırsınız ; bundan dolayı aşırı keder ve üzüntü boşunadır. İnşallah Allah günahlarımızı kefaretiyle af ve merhamet ederek bir de bu yolda şehitliğe ulaştırınca, bundan büyük nimet olmaz..
"Sizin için bırakacağım vasiyetin özü odur ki, ölümden sonra sizin İstanbul'a dönmenize müsaade edilir ve belki maaş da verilir ; pek rica ederim, hepiniz konakta yerleşip kardeş gibi iyi geçinmelisiniz ve kız kardeşim Sıdıka Hanım'ı yanınıza alıp kendisine terekenin üçte birinden 150 lira kadar bir şey vermelisiniz. Hepinizi Allah'a emanet ederim. 10 Recep 1301, 14 Nisan 1300 (26 Nisan 1884)  Midhat."

midhat paşa ile ilgili görsel sonucu

8 Mayıs 1884 çarşamba gecesi, herkes derin uykudayken, önce Midhat Paşa'nın odasının kapısı kırılır ve içeri giren askerler Paşa'yı boğarak öldürürler. Sonra da sıra Mahmud Paşa'ya gelir..
Paşaların naaşları sabaha kadar kışla hastanesi bitişiğindeki gasilhanede sabaha kadar tutulduktan sonra, yine askerler tarafından, Taif'in kale duvarı dışında, geceden mezarcıya kazdırılmış mezarlarına bırakılmışlardır..
Olaydan sonra Midhat Paşa'nın şirpençeden öldüğü yolunda sahte rapor düzenlendiyse de, buna ne yabancı devletler ve yabancı basın, ne de Osmanlı kamuoyu inandı. 
Elde cinayetin Abdülhamid'in buyruğuyla işlendiğini ortaya koyan kesin kanıtlar yoksa da, gerek olayın akışı, gerek Taif ile saray arasındaki yazışmalar ve birtakım belgeler cinayetlerle Abdülhamid arasında doğrudan ilişki bulunduğunu, başka bir deyişle Abdülhamid'in haberi ve buyruğu olmadan bu cinayetlerin işlenemeyeceğini ortaya koymaktadır..
Özgürlük savaşımının önderi olması ve Abdülhamid'le arasındaki öldürülmesine kadar varan çatışmanın anayasal bir düzene ulaşılması çabalarına dayanması nedeniyle, Midhat Paşa "Hürriyet Şehidi" sanına hak kazanmıştır..
Paşa'nın kemikleri 28 Haziran 1951'de yurda getirilmiş ve Abide-i Hürriyet Tepesi'ndeki kabrine defnedilmiştir..

türkiye'de siyasal cinayetler ile ilgili görsel sonucu
      

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder