Sayfalar

933 ) BİR ZAMANLAR AMERİKA'DA !..

   

New York polis departmanı zor günlerinden birini yaşıyordu. Dedektifler telaş içerisinde oradan oraya koşturuyordu. Türkiye Cumhuriyeti'nin büyükelçisinin küçük oğlu, koskoca Carnegie Hall'da konser sırasında kaybolmuştu !.. 
Aslında kimsenin aklına uzakta Harlem'deki gece kulüplerine bakmak gelmiyordu. Çaykovski'nin açılışını yaptığı ciddi, ağırbaşlı, saygın Carnegie Hall'daki klasik müzik konserine gönderilen genç Türk, konser sırasında sıkılıp çıkmış, atladığı ilk taksiye "Ben Rhythm and Blues dinlemek istiyorum, beni en iyi yere götür" demiş ve kendisini o çok sevdiği özgür müzik dünyasının ortasında bulmuştu. O genç, çok uzak kültürden gelmiş olmasına rağmen 1933 yılında, daha 12 yaşında, Duke Ellington'dan imza alırken belki de bu müziğin dünyadaki en önemli üreticilerinden biri olacağını ne Duke Ellington ne de kendisi biliyordu.. Aslında bu öyküyü anlamak için biraz daha gerilere gitmek gerekiyordu.

   

Mimar George Oakley Totten Jr. Sultan Abdülhamid'in veziri İzzet Paşa için bir proje çizmişti. Çok beğenilen bu çizimler sonrası tam sultanın mimarı olacaktı ki İkinci Meşrutiyet ilan edilmiş ve Totten Jr. Amerika'ya geri dönmek zorunda kalmıştı..
Hayat onu ilk işinde, yeni çıkan gazozlara bildiğimiz gazoz kapaklarını yaparak milyoner olan Edward Everett'in karşısına çıkarmış, yeni zengin, kesenin de ağzını açınca daha sonra Washington'ın büyükelçilik semti olacak Sheridan Circle'da Art Nouveau ve Osmanlı tarzı şahane bir malikane yapmıştı. Everett bu şahane malikanede uzun yıllar yaşayamamış, ölümünden birkaç yıl sonra 1932'de Türk dostu mimarın yaptığı bu binayı genç Türkiye Cumhuriyeti, eşyalarıyla kiralamış, daha sonra da Atatürk'ün ileri görüşlülüğü ve ABD ile gelişecek ilişkiler düşünülerek 200.000 dolara satın almıştı. Genç Cumhuriyetin aydınlık yüzlü ilk büyükelçilerinden Münir Ertegün, oğullarıyla birlikte bu şık binaya mutlulukla yerleşmişti. İkinci katında zarif bir konser salonu da bulunan binaya yerleşen çocukları 25 bini aşkın caz ve blues plağının da sahibi olmuştu.. 



İşte New York polis departmanının, klasik müzik konserinde kaybolduğu için harıl harıl aradığı çocuk, büyükelçinin oğlu Ahmet Ertegün'dü. 23 yaşına geldiğinde Ahmet Ertegün, abisiyle birlikte borç harç toplayabildiği 10 bin dolarla kurduğu Atlantic Records ile Aretha Franklin'den Ray Charles'a ve ilk imza aldığı isim olan Ella Fitzgerald'a kadar ünlü sanatçılarıyla cazın geniş kitleler tarafından sevilmesine öncülük yapacaktı..
Yeniden büyükelçilik binasına dönelim..
Üst kattaki şık konser salonunda genç Ertegün kardeşler büyük bir Atatürk büstünün yanında saksafoncu Lester Young, Duke Ellington orkestrası üyeleriyle neşeli bir sohbetteler. Artık Pazar günleri güzel bir yemeğin arkasından inanılmaz caz buluşmaları klasikleşmiş. Daha birkaç ay önceki ilk buluşmada büyükelçiliğin Türk yetkilileri, davetliler heyecanla salonda yerlerini almış ama geleceği söylenen sanatçıların yokluğu, garip bir gerginlik ve heyecan doğurmuştu. Ertegün kardeşlerin kavasa bas bas bağırmasına neden olan, aslında 1940'ların Amerika'sına özgü ırk ayrımı utancının bir sonucuydu. Konser verecek bütün önemli isimler arka kapıdan büyükelçiliğe alınmış, mutfakta bekletiliyordu !..

   

O gün Türk Büyükelçiliği'nde bir devrimin ilk kıvılcımı da çakıyordu. Aynı hastaneye giremeyen, otobüste ön koltuklara oturamayan Afrika kökenli Amerikalılar, "Türkiye topraklarında" yani büyükelçilikte, beyaz müzisyenlerle beraber "jam session" (doğaçlama müzik) yapabiliyor, konserler unutulmaz birer sanat etkinliğine dönüşüyordu..
Yeniden yukarıdaki sohbete dönelim..
O sohbete yıllar içerisinde Louis Armstrong'tan Duke Ellington'a, Aretha Franklin'e, dünya devleri gelmeye başlıyordu. Müziğin kardeşlik mesajlarının ilk adımı atılıyor, Türk Büyükelçiliği ırk ayrımına karşı kurtarılmış bölge oluyordu. Dışarıda hayat Afrika kökenli Amerikalılar için zor devam ederken, cazın tüm siyahi devleri, büyükelçiliğin ön kapısından gururla içeriye giriyordu. Bu özgürlük ortamı elbette tepki çekiyordu. Güneyli iki senatör buna daha fazla katlanamayıp büyükelçimize yazdıkları mektupta Afrika kökenli Amerikalıların ön kapıdan içeriye alınmasına büyük tepki gösteriyor ancak Büyükelçi Münir Ertegün'ün tokat gibi yanıtı bugün içler acısı hale gelmiş, herkesle sorunlu Türk dış siyasetinin Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki parlak, onurlu geçmişini tarihe kaydediyordu.
Büyükelçi Münir Ertegün mektubunda, "Evet, biz ön kapıdan alırız dostlarımızı her zaman. İstediğiniz şartlarda, siz de gelirseniz kabulümüzsünüz ama sizi de arka kapıdan alır, ağırlarız" diyor ve genç Cumhuriyet'in onurunu, eşitlik ve kardeşlik ruhunu, güneyli ırkçı senatörlerin yüzüne çarpıyordu..



METİN UCA'NIN "KAFA" DERGİSİNİN AĞUSTOS-2018 SAYISINDA YAYIMLANAN "ONCE UPON A TIME IN AMERICA" BAŞLIKLI YAZISINDAN ALINTIDIR..  

 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder