

Fransa ile Türkiye arasındaki ikili ilişkiler açısından 1992 yılına damgasını vuran, Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterand'ın Türkiye'ye yaptığı resmi gezidir. O yılların Paris Büyükelçisi Tanşuğ Bleda, "Maskeli Balo" adlı anı kitabında, bu gezinin fazla bilinmeyen yönlerini anlatıyor..
Fransa ile diplomatik ilişkilerimizin 500 yıllık bir geçmişe sahip olmasına rağmen, 1992'ye kadar devlet başkanı düzeyinde sadece üç ziyaret yapılmıştır. İlkini Sultan Abdülaziz 1867 yılında Paris'e giderek gerçekleştirmiştir. İkincisi Cevdet Sunay tarafından 1967'de yapılmış ve nihayet De Gaulle 1968 yılında Türkiye'ye gelmiştir (altta) .. 1991 yılında Turgut Özal Paris'e geldiğinde yaptığı davet üzerine de bir görüşme olmuştur..

Françoise Mitterand, 13-14 Nisan tarihleri arasında, eşsiz olarak, yanında beş bakan ve kalabalık bir resmi ve özel heyetle Türkiye'ye geldi. Bundan sonrasını Tanşuğ Bleda şöyle anlatıyor :
"13 Nisan Pazartesi günü saat 14.00'de Fransa heyetini getiren uçak Esenboğa'ya indiğinde şeref mihmandarı olarak ben ve Galatasaraylı Tuğamiral Tanzer Dinçer karşılayıcılar arasında yerimizi almıştık. Olağan karşılama töreni sonrasında uzun bir kortej halinde şehre doğru yola çıkıncaya kadar her şey iyiydi.. Resmi görüşmeler için yarım gün ayrıldığından, Mitterand'ın Çankaya Köşkü'ne gelmeden evvel Anıtkabir'i ziyaret ederek çelenk koyması ve ondan sonra doğrudan Çankaya'ya giden Özal'la buluşması öngörülmüştü.. "
Bu planı biraz riskli bulan Bleda'ya merak edecek bir şey olmadığı, şoförlerin tembihli olduğu ve hepsinin nereye gideceklerini bildiği söylenir. Fakat deneyimli diplomatın korktuğu olur.. Sıhhiye Meydanı'na gelindiğinde bütün o "tembihli" şoförler birden şaşırıverir ve konvoy adeta dağılır !.. Neyse ki Mitterand ve Bleda'nın bulunduğu otomobil, büyükelçinin yönlendirmesiyle Anıtkabir'e gider. Herkes iyi kötü sonunda Çankaya'ya gelir !.. Fakat bir kişi eksiktir : Fransa Sağlık Bakanı Kouchner !..
"Polis telsizleri hemen devreye girdiğinde bakanın Oran tepelerinde şoförün, şehir ve yöre hakkında kendisine verdiği izahatı tepine tepine dinlediğini öğrendik !.. Bu gecikme nedeniyle Çankaya'da fazla kalmadık ve Ankara Hilton'a geçtik. Mitterand, oteldeki odasında Başbakan Demirel ve yardımcısı Erdal İnönü'yü kabul ettikten sonra biraz dinlenip akşam yemeği için tekrar Çankaya Köşkü'ne geçecekti.."
Çankaya'da yemek servisi başlamadan yapılacak resmi konuşmaları Fransız A2 Televizyonu canlı yayınlayacağı için gerekli düzen kurulmuştur. Fakat aksilik bu ya, Mitterand konuşmaya başladığında Fransız televizyoncuların uyarısıyla fark edildi ki, başkanın yakasındaki mikrofon mide hizasına kadar kaymıştır !.. Televizyoncuların yanındaki bir Türk görevli durumu anlayınca hemen şeref masasına yönelir fakat korumalar tarafından geri püskürtülür !.. Bu arada ses kesildiği için yayın da durdurulmuştur. Biraz önce geri püskürtülen "yılmaz" görevli bu defa yerden sürünerek şeref masasına yaklaşmış ve başkanın cebinden yayın aletini çıkartmaya teşebbüs etmiştir bile. Ancak Mitterand cebinde bir başka el hissedip, belki de "soyuluyoruz" diye düşünerek, hemen cebini tutunca bu girişim de sonuçsuz kalır. Görevli artık bu işi bir hedef haline getirmiştir, biraz sonra yine yerlerden sürünerek, ama bu defa elinde uzun bir mikrofonla, başkana yaklaşır ve hizasına geldiğinde aniden doğrulup tam önüne koyuverir. Mitterand hiç ummadığı bir anda önünde sırık gibi bir mikrofonu görünce artık kendisini tutamaz ve nutkunun belki de en ciddi yerinde kahkahayı basar..
Tarihimizde Türkiye'yi ikinci kez ziyaret eden bir Fransız devlet başkanına sunulan mönü de rezalettir. O güzelim Türk mutfağı dururken hazır et suyu, tuzlu soğuk balık, kuzu sırtı ve bezelyeli pilav, kaymaklı karışık tatlı.. Misket büyüklüğündeki konserve bezelyeli lapa pilava kimse dokunmaz..
Sonra birden ışıklar karartılır ve sahneye çıkan bir kadın sanatçı bir türküye başlar. Bu türkünün ardından, aynı hanım bu defa İkinci Dünya Savaşı'nda Fransız direniş örgütünün şarkısı olan "Kiraz Zamanı"nı söylemeye başlar. Bir anda Başkan Mitterand'ın suratı asılır. Çünkü Fransa'da Mitterand'ın savaş sırasında direnişçilere katılmayıp Almanlarla işbirliği yaptığına dair yaygın söylentiler vardır !. "Gece bu muhteşem finalle kapandı," diye yakınır büyükelçimiz..

Ertesi gün, 14 Nisan sabahı erkenden İstanbul'a geçerek öğleye kadar turistik yerleri ziyaret edeceklerdir. Fakat korumalar, gazeteciler ve işgüzarlar üçgeni arasında itilip dürtülmekten Sultanahmet Camii ile Ayasofya Müzesinden pek fazla bir şey anlayamayan konuklar Topkapı Sarayı'na gelip cümle kapısından girdikten sonra bahçede yürürlerken birden yolun ortasında iki adet yaldızlı koltuk görürler.. Oturup da bakalım ne olacak derlerken, dört beş Mevlevi çıkıp açık havada zar zor işitilebilen bir ney sesi eşliğinde dönmeye başlar.. "Yahu koca sarayda kapalı bir yer yok muydu ?" demeye kalmaz, yerdeki yakın korumaya bir de havadan helikopter katılır ! Tepelerine kadar gelen helikopterin sesinden ney müziği filan duyulamadığı gibi, pervanesinin rüzgarından etekleri savrulup sönen ve dengelerini kaybeden semazenler birer ikişer yerlere serilir ! Görevliler nihayet pilota el kol işaretleri yaparlar, bir yandan da polisler "çekilin oradan !" diye bağırırlar ve helikopter uzaklaşır ama konuklar gösteriyi tekrar izlemek istemezler artık..
Arada bazı "ufak tefek" olaylar daha olur. Örneğin, Mitterand tuvalete gittiği sırada işgüzar bir gazetecinin "Mitterand kaçırıldı !" şeklindeki vaveylası sonucunda herkes hop oturur, hop kalkar !..
Programa göre, "Sarayburnu" gemisiyle yapılacak olan Boğaz gezisi sırasında öğle yemeği yenecek ve sonra Sepetçiler Kasrına gidilecektir. Fakat tam yerlerine oturmuşlardır ki, Araştırma ve Uzay Bakanı Hubert Curien'in gemide olmadığı anlaşılır !. Tek ihtimal, bakanın Topkapı Sarayında kalmış olmasıdır. Bir polis arabası derhal saraya gider. O sırada rıhtımdaki polislerin telsizlerine, "Sirkeci'de şüpheli bir şahsın yakalandığı ve kişinin yabancı bir dilde söylediklerinin anlaşılmadığı" haberi gelir ! Ve bu kişi, aranan bakandır !
Gece Dolmabahçe Sarayı'nda verilen konser sonrası herkes bina içinden yemek salonuna geçerken birden işgüzar takımı yolu kesip, "Başkan ve bakanlar hariç herkes bahçeden dolaşıp gelecek" diye uyarırlar. Dışarı çıkanları bir sürpriz beklemektedir : Saray idaresi bahçedeki tüm ışıkları kapatmıştır. Zifiri karanlıkta halay çeker gibi herkes el ele tutuşmuş yürürken birden ön taraftan "Yandım Allah !" anlamına gelen Fransızca çığlıklar duyulur. Bu, en önde olup da bahçedeki havuzun farkına varamayan talihsizlerdir !.
Fazla uzatmayalım, bundan sonraki program da eksik gedik tamamlandıktan sonra, Fransızlar uçaklarına koşar adım doluşarak saat 23.00'de ülkelerine doğru yola çıkarlar..
Tanşuğ Bleda, bu konuyla ilgili son cümlesini şöyle bağlıyor :
"İşte size ne bir eksik ne bir fazla, tarihte Türkiye'yi ikinci kez ziyaret eden bir Fransa devlet başkanının arşivlerde olmayan ziyaretinin öyküsü.."

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder