Sayfalar

960 ) ANADOLU'DAN İNGİLTERE'YE, TARİHİN İLK MÜLKİYET DÜŞMANLARI !..

gülün öteki adı ile ilgili görsel sonucu   katharizm ile ilgili görsel sonucu

Fransa'da "Katharizm", İtalya'da "Patarinizm", Balkanlar ve Makedonya'da "Bogomilizm" diye tanınan, iyi ile kötünün karşıt güçlerine dayanan bu din ; 10. ile 15. yüzyıllar arasında Batı Anadolu'dan İngiltere'ye kadar yayılır ve evrensel bir mesajın taşıyıcısıdır. Temeli Manes'in (Mani) düalist din temeline dayalı olsa da, özgünlüğü, kaynağının sadece İran'dan çıkmış olmadığını gösterir. Bu dinde, eski uygarlıklarda yer alan sihirbaz felsefeleri bulunmaktadır..
Manikeizm ile Bogomilizm arasındaki devamlılık, Bizans İmparatorluğu dönemindeki Manes mezhebi üyeleri (Pavlusçular) sayesindedir. Manes mezhebi üyeleri, Manikeizmin ana dallarını şekillendiren doğulu düalist bir tarikat oluşturuyorlardı. 3. yüzyılda Samsatlı Paul tarafından kurulmuş olan bu tarikat 8. yüzyılda yeniden düzenlenmiştir. Öğretileri Manikeizminkine benzerdir : Resmî kiliseye muhalif olmak, üç kutsamayı reddetmek, tapınaklara ve imgelere, özellikle de haça tapmaya karşı çıkmak. Bu mezhebin üyeleri Ahdiatik'i reddedip İsa'nın öğretisini kabul ederler ; bu dinde düalizm her türlü sihirbazlık felsefesiyle iç içedir, bir bütündür ve böylelikle yumuşatılmıştır. Hep kötü olarak yargılanan yaradılış, karanlık bir tanrının yapıtıdır ve iyi tanrının katılımına kapılarını kapatmıştır..
Manes mezhebi üyelerinin bir bölümü Ermeni olup Anadolu'da imparatorluğun doğu sınırlarında yaşarlar ve dinlerini uzlaşmaz bir biçimde savunurlardı ; Ermeniler, Bizans devletine ciddi zorluklar çıkaran savaşçı bir halktı. Bizans devletinin bu durumda başvurduğu en etkili yol, halkları oturdukları bu bölgeden başka bir bölgeye aktarmaktı : Örneğin Slavları Anadolu'ya ve Ermenileri Balkanlar'a.. Aynı şey Manes mezhebi üyelerinin başına gelir. Bunlar 8. yüzyılda V. Konstantin Kapronim tarafından Doğu Trakya sınırından, daha sonra 10. yüzyılda Ermeni asıllı önce general, 969 ila 976 yılları arasında imparator olan Jean Tzimiscés (altta) tarafından sürülürler. Balkanlar'daki Philippopolis, bugün Bulgaristan'daki Plovdiv (Filibe) kenti (altta sağda, 1885 yılında) Manes mezhebi üyelerinin yeni yerleşim merkezi olur..

İlgili resim      philippopolis in 970 ile ilgili görsel sonucu

Tzimiscés, kentin yakınlarına doğulu bir koloni kurmakla, doğu sınırlarındaki bu baş edilmesi zor tarikatı kalesinden ve kentinden uzaklaştırmış, aynı zamanda bu yeni bölgenin, kuzeyden gelen İskitler'in saldırılarına karşı iyi bir tampon bölge olmasını sağlamıştı. 
Bogomil papazlarının çabaları sayesinde Manikeizm 5. yüzyılda Bulgaristan'da yayılmış ve yeniden canlanmıştır..
Bogomilizmin ortaya çıktığı ilk bölge ya Alaşehir ya da Filibe'dir. Bulgaristan'dan Anadolu'ya mı, yoksa Alaşehir'den Filibe'ye mi yayıldığı tam olarak bilinmemektedir. Tarihi verilerde, Bogomil papazlarının bu yeni inancı Balkanlar'da 950'den sonra yaydığı belirtilmektedir. Yunanca "Theophil", Latince "Amadeus", yani "Tanrı dostu" anlamına gelen "Bogomil" adı ; bu yeni inançtan ilk söz eden papazın adı mıydı, yoksa "Tanrı'nın Dostları Kilisesi"nin liderine verilen takma ad mıydı, tam olarak bilemiyoruz..
Ekonomik ve toplumsal koşullar Bulgaristan'da Bogomil öğretisinin yayılmasına elverişliydi. Çoğunlukla asiller ve yüksek din adamları tarafından sömürülen çiftçi sınıfı, lükse ve kendilerini yöneten üst tabakaların ahlaksızlıklarına ve ayrıcalıklarına başkaldırıyordu. Bogomil dinine girenler kısa sürede, inançlarının temel ilkelerini unutur ve inananlar arasında iki grup oluşur : Bir tarafta kuramcılar, öbür tarafta genelde dinlerine sadık olmayan müritler..
Bogomil müritleri zalim gördükleri kişileri "İyi"den ayırmak için çekinmeden öldürüyorlardı. Geçici iktidar tarafından desteklenen kilise ise, sapkın olduğunu düşündüğü kişileri öldürtüyordu. Bogomiller beş yüzyıl boyunca varlıklarını sürdürmüşlerdir. 8. yüzyılda kısa bir bağımsızlık döneminden sonra, Bulgar halkı Bizans saltanatı altına girer ve bu durum Bogomillerin yararına olur. Bogomiller dönem dönem kiliseye ve yabancı hâkimiyetlerine başkaldırırlar.
Bogomil dini Bulgaristan'dan Batı Makedonya'ya, Mora Yarımadası'na, Peloponez'e, Athos Dağları'na, Dalmaçya'ya, Bosna'ya (altta), Hersek'e ve (o dönemde Yunan olan) Ege bölgesine yayılır ; Konstantinopolis'e, Rusya'ya, İtalya'dan geçerek Batı Avrupa'ya kadar sızar. Batı Avrupa'da bu doğulu düalist din değişik adlarla anılır : İtalya'da "Patarin", Almanya'da "Kathari", Fransa'da "Poblikan" ya da "Albigeois" vs.

bogomilism ile ilgili görsel sonucu   bogomilism ile ilgili görsel sonucu

7. yüzyılda Bosna hükümdarı Kulin (Voyvoda) Bogomilizmi resmî din ilan eder. Papa tarafından başlatılan ve Macaristan kralı tarafından yönetilen Haçlı Seferleri bile, Katolik Kilisesi tarafından dışlanmış bu yeni dini söndürmeye yetmemiştir. Bosna'da Bogomillere "Gazari" adı verilmiştir. Balkanlar'da ve Dalmaçya'da Bogomil dini, 1481'de Türklerin gelişinden sonra tamamen yok olur. Katharların daha önceden bölge halklarının Hristiyanlık inançlarını sarsmış olması (bir bakıma), Osmanlıların yeni bir bölgede yeni bir din olan İslam'ı fazla zorlanmadan yaydıklarını açıklar. Bosna'da kentlilerin ve ova halkının Bogomil dinin genel olarak kabul ettikleri ve sonra da İslam'a döndükleri söylenir. Oysa dağda yaşayanlar Hristiyan dinine bağlı kalırlar. Bunlar, bugün Bosna'daki Sırplardır. 

İlgili resim

Şeyh Bedreddin sığınmak için Deliorman'a geldiğinde, bu mezheplerin öğretisi kolektif bellekte yerini almıştı bile : Bütün bunlar, Müslüman ülkelerde durdukları temel dogmalardaki kara deliğin boyutunu göstermektedir..
Şeyh Bedreddin mezhebi ise ; adına ister Bogomilizm, ister Katharizm densin ; özel mülkiyete karşı çıkan, cennet ve cehenneme inanmayan, çalışmayana ekmek vermeyen ve köleliği alaşağı eden, yerleşik düzenlere aykırı bu öğretinin sonuncu halkasıdır ; evrimidir. Bedreddin, Kathar ya da Bogomil öğretilerinin Manikeizm ve Hristiyanlık yorumlarından kaynaklanan safça yanlarını atıp, ekonomi ve özgürlük eşitliğine dayalı temelinden yola çıkarak, öğretiye kendi geliştirdiği bir yorum getirmiş ; dinsel bir biçim vermiştir..
İnsanların kardeşliği ve payların eşitliği üzerine yazılmış bir senfoninin, Batı Avrupa'da Hristiyan kökenli bir orkestra şefinin ; Doğu Avrupa'da ise Müslümanlıktan gelen bir maestronun yönetiminde icrasıdır bu.. Yorumlar değişik, ama partisyon aynıdır. Aynı hoşgörüsüzlük ve tutuculuk duvarına çarpıp parçalanmışlardır..

İlgili resim

MİNE G. KIRIKKANAT'IN "GÜLÜN ÖTEKİ ADI, Kathar Şövalyelerinden Şeyh Bedreddin Yiğitlerine" adlı kitabından derlenmiş bir yazıdır..

959 ) İSTANBUL'DAN YÜRÜYEREK HACCA GİTMEYE KALKAN MEKTEP TALEBELERİ !..

eski hayatlar eski hatıralar ile ilgili görsel sonucu

Malum olduğu üzere, İslam'ın beş şartı var : Kelime-i Şahadet getirmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek ve hacca gitmek. Bu beş şartın son ikisi kişinin gelir durumuyla yakından ilgili. Yani zekât vermek ve hacca gitmek yükümlülüğü Müslümanlar için ancak belirli bir refah düzeyini yakaladıkları zaman farz haline geliyor. Zaten toplumun zekâtlarına muhtaç olduğu düşünülen fakir Müslümanların, zekât vermeleri gerekmiyor. Belirli bir servete sahip olmayanların ve sağlığı elvermeyenlerin de geçen yüzyılın başlarında çok pahalı ve çok meşakkatli bir seyahat olduğu anlaşılan hac yolculuğuna çıkması beklenmiyor..
Ancak, Müslüman Osmanlı toplumunda "hacı" olmak, yani hac yolculuğuna çıkmak ve hacı olmanın bütün dini gereklerini yerine getirmek çok önemli kabul ediliyordu. Hazreti Muhammed'in mezarını ziyaret etmek, ihrama girmek, Allah'ın evi olarak kabul edilen Kâbe'yi tavaf etmek, Arafat'a çıkmak, şeytan taşlamak, ilk Müslümanların yaşadıkları Mekke ve Medine'yi görmek, Hicaz'ın kutsal havasını teneffüs etmek, kutsal zemzem sularından içmek, büyük küçük her dindar Müslüman'ın rüyası..

1900 yılı istanbul hicaz hac güzergahı ile ilgili görsel sonucu

Anlatacağımız olay da yaşları küçük olmasına rağmen kalpleri ve imanları büyük olduğu anlaşılan Rehber-i Saâdet Mektebi talebeleri Abdullah (14), Sacit (11), Halim (11), Seyfeddin (11) ve İzzet (11) efendilerin hac yolculuğu girişimiyle ilgili.. Belgedeki (T.C. BOA, Dâhiliye Nezâreti Tasnifi, DH. EUM. VRK, Sıra :198, Dosya:3, Gömlek:35, Aded:1, 1328, C.18) dizilişlerine göre, 14 yaşındaki Abdullah, Nazmi Efendi Dergâhı Şeyhi Asaf Efendi'nin ; 11 yaşlarındaki Sacit, Maliye Kâtibi Neş'et Bey'in ; Halim, Adliye Nezâreti Başkâtibi Mehmed Sadık Bey'in ; Seyfeddin, Rüsümât-ı Deniz Memuru İbrahim Lütfi Efendi'nin ; ve nihayet İzzet de Koltukçu Süleyman Efendi'nin oğludur. Yani çocukların belgedeki dizilişi, babalarının ne iş yaptığı ile doğru orantılıdır.
Bu beş çocuğun ortak yönü, Rehber-i Saâdet Mektebi'nde öğrenci olmaları ve bu mektepte "ulûm-ı diniyye" yani "din bilgisi" derslerini veren Hafız Ahmed Efendi'nin derste hac konusunda anlattıklarından çok etkilenip 11 Temmuz 1908'de, "meşyen" yani yürüyerek hacca gitmeye kalkışmış olmalarıdır. Aralarında para toplayan beş kafadar, topladıkları 15 kuruş ile üç kıyye/okka (3,840 kilo) ekmek ve bir miktar da soğan almışlar ve bir çuvala doldurdukları bu mütevazı erzak ile Beyazıt'tan yola koyulmuşlardır. Hicaz'ın Anadolu Hisarı'ndan görünecek kadar yakın olduğunu sandıklarından, karşı yakaya geçmiş ve Anadolu Hisarı civarında elde çuval dolaşırlarken mahalle arasında devriye gezen bekçilere yakalanarak, Anadolu Hisarı karakoluna getirilmişlerdir...
Beş kafadarın gece karakolda verdikleri ifadelerden, okudukları okul ve yaşadıkları evlerin adreslerine ulaşılmış, Aksaray Karakolu'na telgraf çekilerek velilerine haber verilmiş ve 12 Temmuz 1908 sabahı Anadolu Hisarı Karakoluna gelen velilerine imza karşılığında teslim edilmişlerdir. Üsküdar Polis Müdüriyeti de bu bilgiyi aynı gün Emniyet-i Umumiye'ye bildirmiş ve dosya da böylece kapanmıştır..

1900 yılı surre alayı ile ilgili görsel sonucu

Beş kafadarın hac yolculuğuna çıkmaya kalkışmadan önce ellerine bir harita alıp, İstanbul ile Hicaz arasındaki mesafeyi neden gözden geçirmedikleri bilinmez. Ayrıca, hac zamanı her yıl Zilhicce ayının 9 ila 12. günleri arasındadır. Yani 2-5 Ocak 1909 günleri arasında gerçekleşecek hac için neden 11 Temmuz 1908 günü yola çıktıkları da bilinmemektedir. Üstelik, beş kafadarın Surre Alayı'nın ihtişamından etkilenmiş olması da mümkün değildir. Çünkü Sultan II. Abdülhamid'in Osmanlı İmparatorluğu'nun sultanı ve İslam dünyasının halifesi sıfatıyla Mekke'ye gönderdiği, hac sırasında kullanılacak altın işlemeli Kabe örtüsünü ve diğer kıymetli hediyeleri götürmek üzere İstanbul'dan 15 Şaban 1326 yani 12 Eylül 1908 günü kalabalık bir kafile eşliğinde yola çıkacak Surre Alayı henüz yola koyulmamıştı..
Yürüyerek hacca gidebileceğini zanneden ve hacca gitmek amacıyla evden kaçan bu beş kafadara velilerinin ne ceza verdiği de meçhul. Dahası, Rehber-i Saâdet Mektebi'nin "ulûm-ı diniyye" hocası Hafız Ahmed Efendi'nin çocukların imanlarını coşturan dersler verdiği için tebrik mi edildiği, yoksa talebelerin      evden kaçmalarına neden olduğu için tenbih mi aldığı da bilinmiyor. Ancak, insan kendisini "Hoca da amma hocaymış haa !" demekten bir türlü alıkoyamıyor...

1900 yılı surre alayı ile ilgili görsel sonucu

KAYNAKÇA :

YAVUZ SELİM KARAKIŞLA, "Arşivden Bir Belge (25) : İstanbul'dan Yürüyerek Hacca Gitmeye Kalkan Mektep Talebeleri", Toplumsal Tarih dergisi, Nisan 2001, s.22-23 ; SURAIYA FAROQHI, "Hacılar ve Sultanlar : Osmanlı Döneminde Hac (1517-1638)" ; NECDET SAKAOĞLU, "Surre Alayı" 

İlgili resim

958 ) DÜELLODA BİR NAZİYİ HACAMAT EDEN TÜRK GENCİ !..

süheyl furgaç ile ilgili görsel sonucu
Gerhard Eigel adında bir Alman gazeteci, 1988'in Kasım ayında, ahbaplık kurduğu bir "Galatasaraylı"dan inanılmaz gariplikte şaşırtıcı bir "masal" dinler. Sonra ülkesine döner dönmez oturur, gazetesi "Stuttgarter Zeitung" için aslında inanmadan bıyık altından gülerek dinlediği bu öyküyü yazar. Yazının başlığı aynen şöyledir : "Bir Türk Mavalı"...
İkinci Dünya Savaşı arifesinde Stuttgart'ta güya elektroteknik tahsil eden bir Türk genci, kendisine hakaret eden bir Naziyi düelloya davet etmiş. "Kahraman Türk genci", o güne kadar paşa babasının bayramdan bayrama kuşandığı merasim kılıcından başka eline kılıç almamış. Eskrim nedir bilmiyor. Hasmı ise, üniversitenin eskrim şampiyonu. Ancaaak ister inanın ister inanmayın, Türk genci bu düelloda Naziyi "hacamat etmiş" !... 
Gazetecinin İstanbul gezi izlenimleri 14 Kasım 1988'de, "maval" üslubunda yayımlandıktan sonra "Stuttgarter Zeitung"a okurlardan düelloyu doğrulayan mektuplar gelmeye başlar. Bunların içinde en ilginci, şüphesiz düellocu Türk'e eskrim dersleri veren, diplomalı antrenör Franz Kühner'den gelen mektuptu. Ayrıca olay sırasında aynı üniversitede öğrenci olup düelloya tanık olan Hermann Linse'den gelen mektup da önemliydi. Çünkü bu kişi, düelloyu kaybeden Nazinin en yakın arkadaşı..

    Galatasaray Tarihçesi ve 1933 Mezunlarının 50. Yılı ile ilgili görsel sonucu

İşte bu olayın sözünü bile etmeye tenezzül etmeyerek tam elli yıl kimseye anlatmayan "Türk genci", Süheyl Furgaç idi. (2006 yılında vefat eden) 1914 doğumlu Furgaç (üstte), 1987'de, çocukluk arkadaşı Ziyad Ebüzziya'nın Sahir Kozikoğlu ile birlikte hazırladığı "Galatasaray Tarihçesi ve 1933 Mezunlarının 50. Yılı" adlı kitapta, arkadaşının ısrarları sonucunda suskunluğunu bozdu, ancak "rakibinin hatırasına saygısızlık olur" diyerek adının saklı tutulmasını şart tutmuştu. Nitekim sözkonusu kitapta olay, adı meçhul "Galatasaraylı bir Türk gencinin" başından geçmiş gibi anlatıldı.. Ama yukarıda bahsettiğimiz Stuttgart Zeitung'ta çıkan yazı sonrasında okuyuculardan gelen mektuplar, olayın kahramanlarını meydana çıkarttı..

İlgili resim

Süheyl Furgaç, son sadrazamlardan Müşir Ahmet İzzet Paşa'nın oğlu. Moda'da yaşıyor (1989 itibarıyla) ve babasının hatıratını yayına hazırlamakla meşgul.. Alman düellocunun adı ise Hans Bellem. Nazi Öğrenci Birliği  (Lüderitz) üyesi ve mimarlık öğrencisi..
Yıl 1938. Savaş eşikte. Nazilerin ülke çapında Alman olmayan her şeye karşı sürek avı başlattığı o alacakaranlık günlerden bir gün Galatasaray'dan arkadaşları "Zigot" Kemali Söylemezoğlu ve "Saksağan" Nüvid Arıcan ile Stuttgart Üniversitesi kantininde yemek yiyorlardı. Bu esnada SS üniformalı bir öğrenci başlarına dikildi ; "Bu masa derneğimize rezerve edilmiştir, kalkın !" diye gayet kabaca bağırdı. Süheyl Furgaç, "Pardon bilmiyorduk, yemeğimiz bitince kalkarız" karşılığını verince, beriki elindeki Nazi flamasını masaya dikerek, "Derhal kalkın !" diye bağırdı. Süheyl de bunun üzerine flamayı tuttuğu gibi masadan attı. Uzatmayalım, yaka paça kapışıyorlar, ilk darbeyi tam burnunun üzerine alan Furgaç'ın yüzü kan çanağına dönüyor..
Furgaç, ertesi gün, öğrenciler arasında bu gibi sorunları çözümlemekle sorumlu olan derneğe gidiyor, "Ondan kanunen şikayetçi değilim ama onu düelloya davet ediyorum." diyor..
O yıllarda Almanya'da izinli ve yalnızca kılıçla yapılan düello serbest. Rakipler çelik plakalarla berkitilmiş özel giysiler giyecek ve maske takacaktır. Öldürmek kesinlikle yasaktır. Hasmını öldüren cinayet suçuyla yargılanır. Ancak rakibi alabildiğine yaralamak serbesttir. Jüriyi tatmin edecek kadar ciddi bir kanama görüldüğünde, daha fazla "kanatan" düellonun galibi ilan edilir..
Tabancayla ve ölümüne düello edeceğini sanan Furgaç, kılıç şartını duyunca dona kalır. Çünkü kılıç kullanmayı bilmemektedir. Yine de sözünden geri dönmez, jüriden süre ister, buna üç ay süre verirler..
1988'de "Stuttgart Zeitung"a olaya tanık olduğunu yazan Franz Kühner'den bir ay ders alan Furgaç, bunu yeterli görmez, iki ay da Paris'te başka bir antrenörle çalışır ve Stuttgart'a döner. 
Düello günü gelip çatmıştır. Üniversite spor salonunda elli-altmış öğrencinin tanıklığında gerçekleşecek bu düello için ünlü Nazilerden Rudolf Hess'ten özel izin alınmıştır. Çünkü taraflardan biri Nazi, diğeri Türk'tür. Dışişlerinde bir sorun yaratılmamalıdır..
Dolu spor salonunda jüri ve düelloyu belgelemek için bir de fotoğrafçı yerini almıştır. Furgaç'ın rakibi Hans Bellem esas duruşa geçip düello geleneğinin âdeti üzerine avaz avaz bir tirat okumaya başlar
"Derken görüldü ki sağdan ve soldan / Yarımşar Türk aşağı düştü.." 
Bu meydan okuma şiiri, Alman şair Ludwig Uhland'a aittir. Alman şövalyelerin Türklerle yaptıkları savaşlarda, bir kılıç darbesiyle bir Türk'ü atıyla beraber nasıl ikiye biçtiğini anlatmaktadır..
Günlerden 10 Kasım 1938'dir. Almanya saatiyle 07-07.30, Türkiye saatiyle 09-09.30 sularında düello başlar. Yarım saat içinde Hans'ın ayakta duracak hali kalmamıştır. Furgaç pes ettirecek son darbeyi tam indirecekken, hakem araya girer ve düelloyu durdurur.. 
SS yanlısı öğrenciler o gece kantinde (sonucundan emin oldukları zaferi kutlamak için) üç yüz kişilik bir parti düzenlemişlerdir. Ancak o gece, "nasılsa galip gelecek" Hans Bellem için hazırlanmış "şeref köşesi"ne, mecburen -alnında küçük bir flasterle- Sühey Furgaç kurulur.. Bellem ise, başı sargılı, bir gözü tamamen bandajlı, bir kolu askıda ve ancak arkadaşlarının kolunda gelebilmiştir (altta, böyle bir düellodan çıkmış başka bir Alman düellocu)..
Sonradan dost olan iki düellocudan Hans Bellem, savaşın ilk aylarında "Alman şehidi" olur ve Nazilerin yenilgisini göremez... 

  duel in germany in 1930's ile ilgili görsel sonucu

1989'da Moda'daki evinde ziyaretine gittiğim Furgaç'ı, karşımda sırım gibi gayet dinç ve güler yüzlü bir ihtiyar olarak bulmuştum..
Yazdıklarıma inanmayabilirsiniz. Buna ben çok alınırım, ama sanırım o alçakgönüllü kahramanın umurunda bile olmazdı...   


uzun ince yolcular ile ilgili görsel sonucu  

957 ) ÇAR İÇKİYİ YASAKLADIĞINDA !...

prohibition of tsar nicholas II ile ilgili görsel sonucu   prohibition of tsar nicholas II ile ilgili görsel sonucu   prohibition of tsar nicholas II ile ilgili görsel sonucu

1914 yılının Ağustos sonlarına gelindiğinde, Doğu Prusya'da çok sayıdaki Rus ve Alman askeri arasında büyük bir savaşın çıkmak üzere olduğu haberi Moskova'ya ulaştı. Almanlar tarafından "Tannenberg" olarak adlandırılan bu savaş (altta sağda), birkaç gün sonra iki Rus ordusunun bozguna uğraması ve itibarını yitiren komutanlardan birinin intihar etmesiyle sonuçlandı..
Moskova'daki gece hayatı devam ediyordu. Ne var ki, arka planda Birinci Dünya Savaşı korkunç bir acımasızlıkla yayılırken, hiçbir şey artık eskisi gibi olamazdı. Rus cephesindeki savaş, batıda yürütülen savaştan çok farklı bir niteliğe büründü. 1914 Ağustos'unda ve Eylül başlarında, Belçika üzerinden Fransa'ya doğru ilkin hızlı bir şekilde ilerlemiş olan Almanlar, Paris'in yalnızca 35 mil dışındayken durduruldular. Rusya'nın Tannenberg Savaşı ile sonlanan talihsiz Doğu Prusya saldırısı, Fransız başkentinin kurtulmasına yardımcı olmuştu. Bundan sonra, savaşın geri kalan büyük bölümünde, Batı cephesi, şiddetli bir siper savaşı biçimini aldı ve Manş Denizi'nden İsviçre'ye uzanan eğri hat boyunca görece az hareket olduysa da büyük kıyımlar yaşandı.. 
Doğuda, savaş geniş kapsamlı, değişken ve daha da kanlıydı. Tannenberg'den sonra, 1914 yılının Eylül başlarında, 400 mil güneydeki Rus orduları, Avusturya-Macaristan'ın Galiçya bölgesine saldırarak önemli bir kaleyi ele geçirdiler, bir diğerini kuşattılar ve yüz binin üzerinde tutsak aldılar. Savaşın büyük kısmında, bu bölge her iki tarafın büyük çaplı geri çekilmelerine ve ilerlemelerine sahne olacak ve savaş tırpanının her yöne savruluşunda, korkunç kayıplar verilecekti..
Bununla birlikte, savaş kırımının tüm kanıtları, yüzlerce mil uzaklıktaki olaylar hakkındaki raporlardan ibaret değildi. Rusya'nın muazzam ordusu daha çok seferber edildikçe -sonunda 15 milyon kişiyi bulacaktı- Moskova'nın her yerinde, sokaklarda, tiyatrolarda ve tramvaylarda üniformalı erkekler görülüyordu artık.. İmparatorluğun batı cephesindeki savaşlardan kaçan sığınmacılar da Moskova'ya gelmeye başladılar ; yığınla yaralı hastane ve klinikleri doldurdu ; Avusturyalı savaş tutsaklarıyla dolu trenler daha doğudaki noktalara giderken buradan geçiyordu..

prohibition of tsar nicholas II ile ilgili görsel sonucu  tannenberg battle 1914 ile ilgili görsel sonucu

Eğlence sektöründe çalışanlar açısından en önemli değişiklik içki yasağı idi. Rusya'nın "kuru yasa"sı, 1920'de ABD'de olduğu gibi, hiçbir zaman ülkenin resmi yasası ilan edilmediyse de, seferberlik sırasında alkollü içki satışına getirilen bir dizi kısıtlama olarak başladı ve Çar'ın, alkollü içki satışının savaş süresince bütün imparatorlukta durdurulması "dileğiyle" sonlandı. Fiili satış düzenlemesi yerel yönetimlerin takdirine bırakılmıştı. Bununla birlikte, hemen hepsi bu düzenleme işine giriştiler. Moskova, restoran sınıflandırmasına göre restoranların içki satışını sınırlayan ilk kent oldu ; onun ardından Petrograd ve sonunda ülkenin geri kalanı geldi..
Başlangıçta, bu sınırlamanın sonuçları çok çarpıcı görünüyordu. Bazı Rus ve yabancı gözlemciler, ülke halkının ayıklığı içten benimsediğini belirttiler. Ordu, beklenilen sürenin yarısında seferber olmuşa benziyordu çünkü erat askere teslim olduğunda Japonya ile savaş sırasında olduğu gibi sarhoş değildi. "Rusya'da sarhoşluk gözden kayboldu" diye bildirdi, "New York Tribune"; "dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir durum bu" diye haber verdi, Moskova'da yaşayan heyecanlı bir İngiliz ; bir diğeri, "dünya tarihindeki en büyük reformlardan biri" diye haykırdı.. ABD Senatosu, yasak uygulaması konusunda bilgi vermesi için, Rus parlamentosu Duma'ya resmi bir ricada bulundu ve bir Amerikan heyeti, incelemede bulunmak üzere taşra şehri Samara'ya kadar gitti..

prohibition of tsar nicholas II ile ilgili görsel sonucu

Ancak, daha 10. yüzyılda Kiev Büyük Knezi Vladimir'in, "Rusya'nın en büyük keyfi içmektir" dediği söylenir, nitekim eski alışkanlıklar çarçabuk yeniden kendini gösterdi. Halkın hiç hoş karşılamadığı bu yasaklama ; hile, ihlal ve kaçakçılık deryasında yok olup gitti.. Birkaç yıl sonra ABD'de olan da buydu..
Ruslar, daha kısıtlamalar tam anlamıyla yürürlüğe girmeden, bunlardan kaçınmak için gerekli adımları atmaya başladılar. Sözgelimi, 1914 Kasım'ı ortalarında Petrograd'da bulunan bir Amerikalı, daha sabahın dördünde, içki satan dükkanların önünde binlerce kadın, erkek ve çocuğun sıralandığını görmüştü ve üstelik şiddetli bir kar fırtınası vardı ve yasak yürürlüğe girmeden şarap ve bira alabilecekleri son gündü. Yasaklamadan sonra, ister votka olsun, ister şarap olsun, Moskovalıların herhangi bir içki elde etmesinin tek bir yasal yolu vardı : Doktor reçetesiyle, sınırlı miktarda ve yalnızca bir defalığına. Bununla birlikte, azar azar, ölçülü olması beklenen bu miktar, "şifalı tıpa" rüşvet karşılığında açıldığından, çok geçmeden "sel"e dönüşüyordu.. Bu arada, yasadışı damıtma cihazları ve kaçak içki üretimi de artmaya başladı.. 



Moskova'daki bazı yeme içme tesisleri, sürahide veya meyve suyu ya da maden suyu şişelerinde alkollü içki sunarak (üstte) görüntüyü kurtarma zahmetine girmişti. Garsonlar masalara semaverde votka getiriyor ve müşteriler bunu porselen fincanla içiyordu. Ancak, başka restoranlar bu yasayı dikkate almayıp her şeyi açıktan açığa sattılar. Kıtlık nedeniyle fiyatlar fırladı ve içki kaçakçılığı son derece kazançlı bir iş haline geldi. 1915'de, şık bir kafeşantanda bir şişe Fransız şampanyası, bugünün parasıyla 1.000 dolar edebiliyordu. Votka satışı, içki yasağı öncesinde, Rus yönetiminin tekelinde olmuş ve imparatorluk hazinesine büyük gelir getirmişti. Bu büyük kazançların bir kısmı, içki üreticileri artık kaçak votkalarını hammadde maliyetinin yüzde birkaç bin katı fiyata sattıklarından ve devlet aracısı da olmadığından, özel ellere akmaya başladı. Çar II. Nikola'nın bile kendi çıkarmış olduğu yasağa uymadığı ve limonlu konyağını afiyetle içmeye devam ettiği söyleniyordu. Ancak, maiyetindekilerle birlikte cepheye gittiklerinde, koşullar gereği özveride bulunuyorlar ve kristal kadeh kullanmaktan sakınıp, gümüş kupada içiyorlardı !..

prohibition of tsar nicholas II ile ilgili görsel sonucu

VLADIMIR ALEXANDROV'UN "SİYAH RUS" ADLI KİTABINDAN DERLENMİŞ BİR YAZIDIR..

siyah rus ile ilgili görsel sonucu

956 ) "İKİNCİ KURTULUŞ SAVAŞI"NIN MEŞALESİ !...

İlgili resim

Parker Hart'tan boşalan ABD'nin Ankara Büyükelçiliğine, Güney Vietnam'da "Barışı Koruma Programı Müdürü" olan CIA ajanı Robert Komer'in (altta, solda Başkan Johnson ile ve sağda Vietnam'da) getirildiği Beyaz Saray tarafından açıklanır.. 
Komer, Vietnam'da, Amerika'nın işgaline karşı varanlarını savunan yurtseverlerin, yani Vietkongluların pasifize edilmesi alanında ortaya attığı parlak fikirlerle dikkati çekmişti. Vietnam'da  Milli Kurtuluş Hareketine karşı yürütülen sindirme hareketinin yöneticisi, Vietnam halkının celladı idi.. 
(... ) Sonradan, tam da devrimci mücadelenin geliştiği yıllarda, 1969'da Türkiye Büyükelçiliğine atandı...

robert komer-kemal kurdaş ile ilgili görsel sonucu

Komer'in Ankara'ya  Büyükelçi olarak atanmasını devrimci gençler büyük bir tepki ile karşıladılar. Komer'i getiren uçağı karşılamak üzere ODTÜ ve Ankara Üniversitelerinde öğrenim gören gençler 28 Kasım 1968 Perşembe günü dersleri boykot ederek Esenboğa Havaalanına gittiler. Komer'i karşılamaya gelen resmi protokolün aksine gençlerin elinde çiçek buketleri değil, çürük yumurta ve domatesler vardı. Komer havaalanı binasına uğratılmadan, iniş pistinin ucundan alınarak gizlice şehre götürüldü..

  

Komer, kendisine yöneltilen protesto gösterilerini ciddiye almadığını göstermek veya protestonun ciddiyetini test etmek üzere ODTÜ öğrencilerinin şaşkın bakışları arasında 1969 model Cadillac marka, siyah renkli, 06 CA 001 plakalı zırhlı makam otomobiliyle, 6 Ocak 1959 Pazartesi günü, saat 12.30'da ODTÜ'ye geldi.. Gözlerine inanamayan, gökte aradıkları Komer'i yerde bulan öğrenciler ilk şaşkınlıkları geçer geçmez bu inanılmaz olayı tüm kampüse duyurdular. 
Komer'in otomobilini ilk olarak, rektörlüğün hemen yanında ve karşısında olan kantin, kütüphane ve kimya laboratuvarında bulunan öğrenciler fark etti. Mustafa Yalçıner, arkadaşlarına haber vermek için yurtlara koştururken, Mimarlık Fakültesi üçüncü sınıf öğrencisi Hamid Yakup isimli İranlı öğrenci de, ODTÜ SFK'ye giderek arkadaşlarına seslendi : "Haberiniz var mı ? Komer'in otomobili rektörlüğün önünde !.."
Sinan Cemgil, Hüseyin İnan, İrfan Uçar, Halil Çelimli, Yusuf Aslan, Tuncay Çelen, Mehmet Akın Atauz, İbrahim Seven, Ulaş Bardakçı, Mete Ertekin, Sait Big, Serdar Haybat, Mustafa Taylan Özgür ve birkaç öğrenci daha, hızla olay yerine gittiler. Öğrenciler, rektörlük binası önünde park etmiş makam otomobilinin yanına gelerek şoför Nidai Cemal'den kapı ve kontak anahtarlarını istediler. Şoför anahtarları vermedi. Bunun üzerine öğrenciler arabayı taşa tuttular ve "çimlere basmayınız" yazılı demirleri sökerek arabanın camlarını kırmaya başladılar. Rektör Kemal Kurdaş ile ODTÜ Öğrenci Birliği Başkanı İskender Odabaşıoğlu, bu arada, öğrencilerin arasına karışarak eylemcileri engellemeye çalıştı. Rektör Kurdaş'ın uzaklaşmasından sonra Sinan Cemgil, Hüseyin İnan, Akın Atauz, İbrahim Seven, Halil Çelimli, Tuncay Çelen, İrfan Uçar, Ulaş Bardakçı, Yusuf Aslan ve Mustafa Taylan Özgür, Komer'in otomobilini ilk önce tutarak sallamaya ve sarsmaya başladılar. Büyükelçinin otomobilini sarsan ve sallamaya çalışan öğrenciler, sonra havaya kaldırarak devirmek için bir süre uğraştılar. Fakat otomobil çok ağır olduğu için deviremediler. Civardan bulunan bir çelik boruyu, manivela gibi kullanarak Komer'in otomobilini önce yan, sonra ters çevirdiler.. Ters çevrilen otomobilin benzin deposundan benzin akmaya başladı..
Hüseyin İnan, Sinan'ın boynundaki kaşkolu alarak ; ters çevrilmiş ve benzin akıtan otomobilin benzin deposunun kapağını açtı ve kaşkolu deponun içine sarkıttı. Benzin emdirdiği kırmızı siyah çizgili uzun kaşkolu otomobilin değişik yerlerine vurarak, otomobili, benzinle buladı. Kibriti çaktı. Otomobili söndürmek için gelen itfaiye öğrencilerin engeliyle karşılaştı. Ateş alan otomobilin etrafında toplanan binlerce ODTÜ'lü Amerikan emperyalizmini, Komer'i ve Komer'in ODTÜ'ye gelmesine izin veren Rektör Kurdaş'ı saatlerce protesto ettiler.. 

    
Rektör Kemal Kurdaş basın toplantısında olayı şöyle anlatıyordu :
"Her yönü ile yerilecek bir kaba kuvvet gösterisi oldu. Rektöre bir nezaket ziyaretinde bulunan, dost bir elçinin arabası herkesin gözleri önünde gösteriler arasında yakıldı.."
Kurdaş'a göre, Komer, ismini "övgüyle duyduğu" üniversiteye gelmek istediğini üçüncü kez Rektöre söylüyordu. Ancak, Rektör, "Bu fırtına estiği sürece Komer'e fazla yakınlaşamazdım. Ama üniversiteme 7.700.000 dolar yardım yapacak bir ülkenin elçisine karşı uzak da duramazdım" diye kendini savunuyordu..
Kurdaş, "Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan oldu".Ne İsa'ya ne USA'ya yaranabildi !...
Yazarlar, olumlu-olumsuz geniş yankılara yol açan olayın sonrasını da şöyle anlatmışlar : "ODTÜ'de yakılan araba devrimci gençler tarafından İkinci Milli Kurtuluş Savaşının meşalesi olarak adlandırılıyor ve Türkiye'nin her yerinde birbiri ardına, anti-emperyalist gösteri ve etkinliklerle ABD emperyalizmi, Komer ve işbirlikçi iktidar protesto ediliyordu. Bildiriler ve özel gazetelerle Komer olayı ve nedenleri halka anlatılıyordu.."

  

ABD Büyükelçisi Komer ise basın açıklamasında şunları söylüyordu :
"Müttefik bir ülkenin temsilcisinin, büyük bir Türk üniversitesi rektörü tarafından öğle yemeğine davet edildiği bir sırada, otomobilinin ufak bir müfrit grup tarafından ateşe verilmesi gerçekten üzücü bir husustur.."
Ne var ki, başta ODTÜ gençliği olmak üzere, Türkiye halkı "ufak bir müfrit gruba" sahip çıkıyordu. Üç bin ODTÜ öğrencisi Rektörlüğe dilekçe veriyor, "Komer'in arabasını biz yaktık" diyerek, tutuklanan arkadaşlarının serbest bırakılmasını, ya da kendilerinin de tutuklanmasını istiyorlardı..
Komplo tersine çevrilmişti. TCK 128. Maddesi ile ve idam talebiyle tutuklanan ve "vatan haini" ilan edilmek istenen "Komerciler"i, halk "vatansever" olarak bağrına basıyordu. "Komerciler"in vekilliğini yüzden fazla avukat "gönüllü" olarak üstleniyordu. Gençlerin yargılandığı Ankara Anafartalar Adliyesi'ni gençler ve halk doldurmuştu. Duruşma salonunda ayakta durmak için bile yer kalmadığı gibi, kalabalık Adliye Sarayı'nın dışına, Anafartalar Caddesi'ne taşmıştı..

komer davası ile ilgili görsel sonucu 

Avukat Halit Çelenk başkanlığındaki "hukuk ordusu" gençleri savunuyordu. Gençlerin yargılandığı TCK 128. Madde "İki ülke arasının açılması ve savaşa neden olunması"nı içermekteydi. Savaş çıkarsa idam, çıkmaz da sadece "ara açılırsa" müebbet hapis cezasını öngörüyordu. Avukatlar ; bu olayın Türk-Amerikan dostluğunu zedeleyip, zedelemediğinin ABD Dışişleri Bakanlığından sorulmasını istedi. Gelen cevap muhteşemdi : "Bu hareket iki dost ve müttefik ABD ve Türk hükümetleri arasındaki dostluk ilişkilerini daha da kuvvetlendirmiştir."
O halde gençlere ceza değil, "madalya" verilmeliydi.. 128. Madde düştü.
Gençler sadece "toplu ızrar" suçundan altı ay ceza alarak tahliye edildiler.




Gençlerin tahliyesinden sonra daha da gelişen antiemperyalist gösteriler ve hareketler sonucu ABD Komer'i geri çekmek zorunda kaldı. Böylelikle "Honçho" (işkenceci-kasap) olarak adlandırılan Vietnam Pasifikasyon Uzmanı ve CIA ajanı Komer'in kısa süren Türkiye macerası 7 Mayıs 1969'da sona erdi. Komer, 9 Nisan 2000 tarihinde, 78 yaşında, felç geçirerek Amerika'da öldü..

  

ÖNDER ŞENYAPILI'NIN "ODTÜ'LÜLERİN ODTÜ'SÜ" ADLI KİTABINDAN DERLENMİŞTİR..









955 ) YUNAN UYGARLIĞININ KAYNAĞI OLAN HİTİTLER !...


   

Hitit İmparatorluğu birtakım küçük krallıkların birleşmesinden oluşmuş bir konfederasyondu. Burada ilginç olan bir nokta şudur : Diğer Önasya memleketlerinde krallar ve Mısır firavunu tanrı oldukları halde, Hitit imparatoru tanrı değildi. "Başrahip" sıfatıyla tanrılara kurban törenlerine başkanlık ederdi. Bu bakımdan denebilir ki tanrı ile ulusu arasında bir rolü vardı. Hitit imparatorunun durumu bizim padişahların "Zillullah" (Tanrı'nın gölgesi) deyimini andırıyor. Hitit imparatoru kendi arazisini bazı soylu kişilere tımar olarak verirdi. Tımar mülkiyet değildi. İntifa hakkıydı. Bu tımar sahibi, imparatora savaşlarda asker ve savaş arabası sağlamakla yükümlüydü. Hatta ordu savaşa giderken belli yerlerde durur ve yakın bölgelerden o imar sahiplerinin sağladığı askerlerle, arabalarla buluşur, böyle çoğala çoğala, büyüye büyüye giderlerdi. Bizim Osmanlı ordusu da hep böyle gitmiştir. Yani bir yerden kalkıp bütünüyle hareket etmemiştir..
Hititler arabayı çok geliştirmişler. Başlangıçta dört tekerlekli idi arabaları. Sonradan iki tekerlekli ve savaş arabası oldu. Eski Helen uygarlığının savaş arabalarını Hititlerden aldığı artık anlaşılıyor. Yani arabanın içinde iki savaşçı duruyor. Önce üçtü sonra iki kaldılar. Onlar soylu kişilerdi. Demek iki tekerlekli arabayla savaş alanına gidiyorlardı. Şimdi bu araba tekerlekleri başlangıçta tek parçaymış. Bu görülüyor, anlaşılıyor. Yani bu bizim kağnıdır. 4000 yıl boyunca kağnı Anadolu'da kullanıldı, yaşandı. Hititlerden kalma idi..

hititler ile ilgili görsel sonucu  Ä°lgili resim

Tabii bunlarla bitmiyor. Hititlerin en önemli yanları hukuklarıydı. Şimdiye kadar dünyada hukukun kurucusu olarak Romalılar biliniyordu. Halbuki şimdi Hitit tabletleri okundukça Hititlerin hukukunun buradan Roma'ya geçtiği anlaşılıyor. Bu hukuk, eski deyimiyle dört başı mamur bir hukuktu. Ceza hukuku var, veraset hukuku var, medeni hukuk var. Medeni hukuk alanından bir örnek vereyim : Evlenme..
Şimdi, evlenecek olan adam bir kız istiyorsa o kızın babasına bir ağırlık verirdi. Buna bizde "başlık" diyorlar. Yani kızı, babasından parayla satın alırdı. Bu âdet Anadolu'da hep sürüp gitmiştir. Eğer kızı bu sırada, daha evlenmeden önce başkası kaçırırsa, o kaçıran adam, ilk adamın, ilk adayın ödediği ağırlığı ödemek suretiyle bu sorun çözüme bağlardı. Burada kız kaçırmaya geliyoruz. Kız kaçırma yasaldır. Hitit'de de öyleydi, bizde de öyledir. Hatta oyun olarak bile kız kaçırma vardır. Kız kaçırmak suretiyle evlenme sağlanır. Bunlarda çok benzerlikler var. Fakat bence daha önemli tarafı Hitit edebiyatı ve sanatında. Şimdi edebiyat denince Hitit'de şiir yok, şiir bulunamadı. Şiire benzer bir-iki şey var, veba duası gibi. Bir de ilk yaz için tanrıya yalvarmaları var, onlarda bir şiir havası var, fakat efsanelerde, yani mitoslarda, asıl onlar üzerine durmak istiyorum. Mitoslarda bizim Yunan mitolojisinde öğrendiğimizin masalların aynıları var. Yani bunların da kaynağı Hititler !..

ağlayan kaya niobe efsanesi ile ilgili görsel sonucu

Örneğin bir Nyobe efsanesi var Yunan mitolojisinde.. Bu bizim Manisa Dağı üzerinde, bir kayada kabartma, oyma bir kadın başı var. Bu kadının gözlerinden sular akıyor. Yani ağlayan kadın. Bu kadın on çocuk doğurmuş ve bununla o kadar mağrur olmuş ki, tanrıça Hera ile alay etmiş. "O, çocuk doğuramadı" demiş. Tanrıça da bunun üzerine kızmış, on çocuğu birden yok etmiş, öldürmüş. Kadın bu felakete dayanamamış, taş kesilmiş. Ama hâlâ ağlıyor, gözlerinden yaşlar akıyor. Bu masalın, bu mitosun bir Hitit mitosu olduğu anlaşıldı. Halbuki biz bunu Yunan mitolojisinden öğreniyorduk ve üstelik de kalkıp Avrupa'ya gidip öğreniyorduk. Halbuki bu bizim toprağımızın bir masalı. Çocuğu olmayan kadınlar "Ağlayan Kaya"ya gidip adak adıyorlar bugün..

    theogonia ile ilgili görsel sonucu

Bir masal daha söyleyeyim. "Kumarbi efsanesi" diye bir efsane var Hitit'de. Bu, göklerin tanrılarca pay edilmesi (üstte). Bu efsane tıpkı Hesiodos'un "Tanrıların Yaradılışı" kitabında, yani "Theogonia"daki gibi.. Oradaki masallara tıpatıp uyan masallar var Hitit'de. Tanrılar birbirleriyle dövüşüyorlar, göklere egemen olmak için. Yunan mitolojisinde Zeus, babası Kronos'u indirir tahtından ve onun yerine geçer. Bu masal Hitit'de aynen var. Hatta ayrıntısıyla var. Zeus babası Kronos'un erkekliğini keser. Hitit masalında da aynen böyle. Yani bunun bir rastlantı olması söylenemez, değil mi ? Efsanenin buradan gittiği anlaşılıyor..
Başka bir mesele daha var. Sanatlara gelince, bilhassa mimarlık üzerinde durmak istiyorum, Hititlerin tapınak mimarlığı. Yunanistan'a yine buradan geçmiştir denebilir. Buna "Bithilani" (altta) diyorlar. Bithilani, Asur dilinde "dikdörtgen hol" anlamına geliyor. Dikdörtgen bir bina, önünde sütunlar var. Yapının içinde, ortasında da tanrıya ait bir oda var. Bu tapınak tipinin ilk olduğu, yani buradan Yunanistan'a geçtiği anlaşılıyor. Yalnız şunu hemen eklemek istiyorum, Hititler bu uygarlığa damgalarını vurmuşlardır ama bunu kendileri yapmamışlardır. Sümer'den aktarılmş bir uygarlık bu... Demek ki Sümer'den aktarılmış bu uygarlık, buradan da bugün Yunanistan dediğimiz ülkeye geçmiştir..

İlgili resim

Yani, bugün bütün dünyanın "Yunan uygarlığı" dediği uygarlık, kökünü Sümerlerde ve Hititlerde bulan bir uygarlıktır. Ama politik nedenlerle herhalde öbürlerinin sözü edilmiyor. Bütün dünya uygarlığın temelini Yunanistan'da arıyor. İstersen "Yunan" kelimesi üzerinde de duralım.. Çünkü biz yanlış kullanıyoruz bu sözcüğü. Yunan demek, İyonya demektir. İyonya demek, Batı Anadolu demektir. Yani İzmir'den Çanakkale'ye kadar olan bölge Eolya'dır. İzmir'den daha aşağı, Milas'ı da içine alan bölge İyonya'dır. Şimdi, Pers ordusu buraya geldiği zaman "İyon" diyemiyorlar, kendi dillerinde "Yunan" diyorlar. Yunan lafı oradan kalmadır. Halbuki karşı tarafta, bugün bizim "Yunanistan" dediğimiz ülkede oturanlar hiçbir zaman Yunan adını almamışlardır. Mesela Homeros'ta onların adı Akaylılar, Argoslular diye geçer. Sonra "Helen" lafı ortaya çıkar. Bu kelimede daima bir yanlışlık oluyor da onun için bu açıklamayı yaptım. Ama senin deminki sözüne bir şey daha eklemek istiyorum. "Politik nedenlerle" sözü tamamen doğru değil. Şimdi için, belki bugünler için doğru ama bunun ortaya çıkışı tamamen politik değil. Çünkü o zamanlar Sümer ve Hitit uygarlıkları bilinmiyordu. Daha doğrusu arkeoloji Sümer ve Hitit uygarlığını ortaya çıkarmamıştı. Hitit uygarlığının yazıları okunmamıştı.

charles texier ile ilgili görsel sonucu   Ä°lgili resim

Hitit uygarlığı şöyle bulunuyor ilk defa. 1830'larda Charles Texier (üstte) diye bir Avrupalı geliyor, burada eski bir kenti, Tarium'u arıyor. Kızılırmak havzası içine giriyor, orada büyük bir kentin harabesini buluyor. O kadar şaşırmış ki, Texier, "Tarium'u bulamadığımı anladım," diyor, "fakat bu büyük şehir hangi ulusundu ? Hangi ulus kurdu bu büyük şehri ?" Tarihçiler hiç böyle bir ulus bilmiyorlar, tanımıyorlar. Charles Texier, "Bu şehir (Bugün bizim Boğazköy dediğimiz Hattuşaş, alttaki resim) Atina'nın en parlak devrindeki kadar büyük bir şehirdir," diyor. Atina'nın en parlak dönemi MÖ 5. yüzyıldır. Yani Perikles dönemi. Demek ki Hititler Perikles döneminden 1500 yıl daha önce, o kadar büyük bir şehir kurmuşlar. Bunlar bilinmiyordu. Şimdi ortaya çıkıyor. Ortaya çıkınca da artık bilim alanında Yunan mucizesi diye bir şey kalmamıştır.. 
         
İlgili resim

Hıfzı Topuz'un, "Gülümseyen Anılar" adlı kitabında, 5 Nisan 1975'de TRT'de, Melih Cevdet Anday ile Hititler üzerine yaptığı söyleşiden derlenmiştir..   

Hürriyet

KAYNAK OLARAK KULLANDIĞIM KİTAPLAR..
-------------------------------------------------------
1.DEVLET-İ ALİYYE.I...HALİL İNALCIK 2.OSMANLILAR..HALİL İNALCIK
3.İMP.'UN EN UZUN YÜZYILI..İLBER ORTAYLI
4.SON İMP. OSMANLI..İLBER ORTAYLI
5.TARİHİN IŞIĞINDA..İLBER ORTAYLI
6.OSM. TOPLUMUNDA AİLE..İLBER ORTAYLI
7.OSM.'YI YENİDEN KEŞFETMEK..İ.ORTAYLI
8.BATILILAŞMA YOLUNDA..İLBER ORTAYLI
9.OSMANLI TARİHİ..A.DE LAMARTINE
10.OSMANLI..CAROLİNE FİNKEL
11.OSM.İMP.TARİHİ..NICOLEA JORGA
12,BÜYÜK TÜRK..NICOLEA JORGA
13.YENİLMEZ TÜRK...NICOLEA JORGA
14.TÜRKİYE TARİHİ..ED.SİNA AKŞİN
15.OSM.DÜNYASI VE İNSANLARI..GÜLGÜN ÜÇEL
16.OSMANLI ORDUSU..GÜLGÜN ÜÇEL-AYBET
17,BU MÜLKÜN SULTANLARI..NECDET SAKAOĞLU 18.YENİÇERİLER..REŞAT EKREM KOÇU
19.SON PADİŞAH..YILMAZ ÇETİNER
20.SORULARLA OSM. ..ERHAN AFYONCU
21. SOKOLLU ...RADOVAN SAMARCIC
22. OSM.İMP.TARİHİ...A.CEVDET PAŞA
23. OSM.GERÇEĞİ..ERDOĞAN AYDIN
24. FATİH VE FETİH..ERDOĞAN AYDIN
25.KADINLAR SALTANATI..A.REFİK ALTINAY
26.DOĞU'YA BAKIŞ..GERALD MACLEAN
27.AT SIRTINDA ANADOLU..FREDERIC BURNABY
28.ABDÜLMECİD..HIFZI TOPUZ
29.ŞAH SULTAN ..İSKENDER PALA
30.FLORANSA BÜYÜCÜSÜ..S.RUSHDIE
31.TARİHİMİZLE YÜZLEŞMEK..EMRE KONGAR
32.PARİS'TE BİR OSM.SEFİRİ..ŞEVKET RADO
33.TARİHİN SAKLANAN YÜZÜ..ÇETİN ALTAN
34.OSM.İMP.'DA SON 300 YIL..ALAIN PALMER
35.KONSTANTİNİYYE..PHİLİP MANSELL
36.TÜRKİYE'NİN SİYASİ İNTİHARI..CENGİZ ÖZAKINCI
37.BU VATAN BÖYLE KURTULDU..EROL MÜTERCİMLER
38.16.YÜZYILDA İSTANBUL..METİN AND
39. ERKEN MODERN OSMANLILAR.. VIRGINIA H. AKSAN-DANIEL GOFFMAN
40."POPÜLER TARİH" VE "NTV TARİH " DERGİLERİ
41.İKİNCİ ADAM..Ş.SÜREYYA AYDEMİR
42.HAYAT..AYŞE KULİN
43.DEVRİM VE DEMOKRASİ..NUMAN ESİN
44.BİR NUMARALI TANIK..KURTUL ALTUĞ
45.İHTİLALİN MANTIĞI..Ş.S.AYDEMİR
46.KUTSAL İSYAN...HASAN İZZETTİN DİNAMO
47.KUTSAL BARIŞ...HASAN İZZETTİN DİNAMO
48.ÇÖL KRALİÇESİ...JANET WALLACH
49.YÖNETMENLER,FİLMLER,ÜLKELER..A.DORSAY
50.AY HIRSIZI...SUNAY AKIN
51.ONLAR HEP ORADAYDI...SUNAY AKIN
52.KULE CANBAZI...SUNAY AKIN
53.LÜZUMSUZ BİLGİLER ANSİKLOPEDİSİ..TAMER KORUGAN
54.PRENS..NİCCOLO MACHİAVELLİ
55.İSTANBUL'DA BİR ZÜRAFA..SUNAY AKIN
56.KIZ KULESİNDEKİ KIZILDERİLİ..S.AKIN
57.AH BEYOĞLU,VAH BEYOĞLU..SALAH BİRSEL
58.İSTANBUL-PARİS..SALAH BİRSEL
59.YAVUZ'UN KÜPESİ..ERHAN AFYONCU
60.OSMANLI PADİŞAHLARININ HAYAT HİKAYELERİ...YILMAZ ÖZTUNA
61.BİZİM DİPLOMATLAR..BİLAL N.ŞİMŞİR
62.KİM VAR İMİŞ BİZ BURADA YOĞ İKEN..CEMAL KAFADAR
63.RÜZGARIN GÖLGESİ..CARLOS RUIZ ZAFON
64.MELEĞİN OYUNU..CARLOS RUIZ ZAFON
65.ORTA DOĞU..TAYYAR ARI
66.ABD-ORTA DOĞU-TÜRKİYE..HALUK GERGER
67.ORTA DOĞU.. BERNARD LEWIS
68.ON BİR CUMHURBAŞKANI ON BİR ÖYKÜ.. CÜNEYT ARCAYÜREK
69.ÖFKELİ YILLAR...ALTAN ÖYMEN
70.ATATÜRK'TEN SONRA BUGÜNLERE NASIL GELDİK ?..CÜNEYT ARCAYÜREK
71.ÇANKAYA...CÜNEYT ARCAYÜREK
72.DEMOKRASİNİN İLK YILLARI..C.ARCAYÜREK
73.YENİ İKTİDAR,YENİ DÖNEM..C.ARCAYÜREK
74.BİR İKTİDAR,BİR İHTİLAL..C.ARCAYÜREK
75.NEREDEYSE BİR BALİNA..STEVE JONES
76.MOSSAD GİZLİ TARİHİ...GORDON THOMAS
77.BARIŞA SON VEREN BARIŞ...DAVID FROMKIN
78.SULARIN GETİRDİĞİ PADİŞAH..CAHİT ÜLKÜ
79.TANK SESİYLE UYANMAK..HASAN CEMAL
80.BİR MANİNİZ YOKSA.. ...AYFER TUNÇ
81.ALATURKAFRANKA..ERCAN ÇİTLİOĞLU
82.SUÇUMUZ MÜKEMMEL OLMAK..S.DUMAN
83.DARBE...STEPHEN KINZER
84.ÖZAL HİKAYESİ..HASAN CEMAL
85.TURGUT NEREDEN KOŞUYOR ? ..E.ÇÖLAŞAN
86.YEDİ TEPE ANADOLU...ALİ CANİP OLGUNLU
87."K", "DERBEDER BİR KAHİN"...CANSU YILMAZÇELİK
88.LATİFE HANIM...İPEK ÇALIŞLAR
89."K",YIKIK BİR SARAYDIR DÜNYA..PERİHAN ÖZCAN
90.BEYAZ PERDEDE KIRMIZI FİLMLER.. ATİLLA DORSAY
91.TEK ADAM..Ş.SÜREYYA AYDEMİR
92.DAHİLER VE AŞKLARI...ÖZCAN ERDOĞAN
93.HAYATIM KİTAP..YAŞAR AKSOY
94.BOĞAZİÇİ ŞINGIR MINGIR..SALAH BİRSEL
95.BİR EKONOMİK TETİKÇİNİN İTİRAFLARI...JOHN PERKİNS
96.CUMHURİYET TARİHİ YALANLARI 1. VE 2. CİLT...SİNAN MEYDAN
97. KOMPLO TEORİLERİ..EROL MÜTERCİMLER
98.ÖNCE KADINLAR VE ÇOCUKLAR..SUNAY AKIN
99.BİR ÇİFT AYAKKABI..SUNAY AKIN
100. BENİM CUMHURİYET'İM..EMİNE UŞAKLIGİL
101.DARAĞACINDA ÜÇ FİDAN..NİHAT BEHRAM
102.NEREYE..CAN DÜNDAR
103.İSTANBUL'DAN SAYFALAR..İLBER ORTAYLI
104.BİZİM İZMİRİMİZ..MELİH GÜRSOY
105.GİZLENEN TARİH..BRİAN HAUGHTON
106.BERGAMA DÜŞLERİMİN ŞEHRİ,İZMİR SEVDAM..SELAHATTİN TURAL
107.GÖLGEDEKİLER..CAN DÜNDAR
108.KIRMIZI BİSİKLET..CAN DÜNDAR
109.YAKAMDAKİ YÜZLER..CAN DÜNDAR
110.GEÇMİŞ AYRINTIDA SAKLIDIR..CEMİL KOÇAK