İstanbul'da 1929 yılında yapılan ilk güzellik yarışmasını düzenleyen, "Cumhuriyet" gazetesinin sahibi Yunus Nadi vaatlerinin en önemlisini henüz yerine getirememişti. Hadi diyelim Müslüman kadınların katıldığı bir güzellik müsabakası düzenleyip yakışık almayan bir iş yaptı, en azından uluslararası müsabakalarda birinciliği kazanan birini ortaya çıkarmalıydı. Üç yıl boyunca müsabakaya katılanlar Belçika ve Fransa'daki sahnelerde varlık gösteremediler. 1930 "Miss Europe" yani Avrupa Güzeli unvanı Yunan güzeline verilince millî itibar iyice zedelenmiş oldu. İşte tam bu noktada Yunus Nadi parlak bir fikir bulmuşa benziyor. Eğer muhafazakârlar güzellik müsabakalarını Müslüman kadınların haysiyetine yakıştıramıyorsa, ki bunun nedenlerinden biri birinci olanların hâlâ ahlak zayıflığı ve düşüklük sayılan sinema ya da tiyatroya geçmeleriydi, o zaman bu sorunu çözmenin bir yolu kimsenin toz konduramayacağı bir aileden gelen bir yarışmacı bulmaktı. Yunus Nadi'nin bulduğu kişi, Keriman Halis idi..
Cumhuriyet ilan edildiğinde Keriman on yaşındaydı. Onunki gibi aileler Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünü eski bir yaşam biçiminin sonu değil, doğru planlama ve bağlantılarla servet getirecek ve fırsatları yeniden tanımlayacak kabaran bir dalga olarak görüyordu. Keriman'ın dedesinin babası şeyhülislamdı ve aynı zamanda halife olan sultandan sonra bütün imparatorluktaki en güçlü dinî liderdi. Dedesi orduda paşa idi. Babası Halis Bey, Osmanlı tüketicilerinin modern ve Avrupai gördükleri mallara aç olduğu 19. yüzyılda başarılı bir tüccardı. İmparatorluğa yangın söndürme aletleri ithal edenlerden biriydi ve bir bakıma İstanbul'un yüzyıllardır süregelen kaçınılmaz bir sorununa çözüm bulmuştu.
Böyle bir soydan gelen Keriman çocukluğunu Fransız mürebbiyelerle, at binerek, balolara ve gezilere giderek geçirdi. Değirmi yüzü, pırıl pırıl kara gözleriyle çok güzel bir kız olarak görülüyordu. Beşiktaş'a yakın Fındıklı'daki evleri geleceğe iyimser bakılan, hayat dolu sohbetler yapılan bir yerdi. Babasının edebiyat ve sanat tutkusu sayesinde, Müttefik işgalinden millî hakimiyete geçişte şehrin yeniden biçimlenmesine yardım eden Müslüman yazarlar, ressamlar ve fikir adamlarıyla çevriliydi. Keriman'ın üç kuşak büyüğü Halide Edib de buna benzer bir ortamda yetişmişti, ama arada büyük farklar vardı. Halide Edib, yetişkin yılları imparatorluktan cumhuriyete geçişin çalkantılı döneminde geçen ilk kadın kuşağındandı. Onlar başlarını açmak, evden çıkmak ve medeni haklar için mücadele ediyorlardı. Oysa Keriman'ın kuşağı yeni kamusal hayatı ve kadınların hukuki statüsünü doğal karşılamışlardı. Onlar, birer yetişkin olarak Türkiye Cumhuriyeti'nden başka bir ülke bilmeyen ilk genç kadınlardı..
Keriman 1920'lerin sonlarında, evlerinin hemen üstündeki Pera'nın caz kafelerine ve balo salonlarına gidenlerden biri değildi. Rus şarkıcıları, Levanten parti müdavimleri ve eski fahişelerle dolu böyle mekânlarda onun soyu sopu ve toplumsal konumundan kızların görülmesi düşünülemezdi bile. Ama Yunus Nadi'nin en önemli yeteneklerinden biri, bu iki farklı dünya arasında köprü kurmaktı..
İstanbul, en azından, iş dünyası ve hükümetin üst basamaklarındaki dar Müslüman tabaka için, birçok bakımdan büyük bir köydü. Şehrin ve saygın gazetecilerinin Halis Bey'in ve onun güzel, yetenekli çocuklarının yörüngesine girmesi kolaydı. Yunus Nadi'nin Keriman'ın güzellik müsabakasına katılmasına izin verip vermeyeceğini birkaç kere Halis Bey'e sorduğu söylenir. Ancak, Müslüman kadınların sahneye çıkmasının bile nadirattan olduğu bir çağda, bir babanın kızını yabancılarca inceden inceye gözden geçirileceği bir konuma koyacağını düşünmek zordu. Keriman, en azından Yunus Nadi'nin kendi kurallarına göre, müsabakaya katılacak yaştaydı, ama babası bu işe kuşkuyla yaklaşıyordu. Yunus Nadi'nin her soruşunda Halis Bey geri durdu. Sonunda birkaç yıl süren tatlı sözlerin etkisiyle, razı oldu ve 1932'de Keriman Halis "Cumhuriyet"in Türkiye Güzeli müsabakasına yazdırıldı. O Temmuz Pera'da yapılan müsabakada birinciliği elde etti..
Yunus Nadi'nin, Keriman'ı sadece ülke çapında şöhret yapmaktan daha büyük planları vardı. Onu derhal "Kâinat Güzeli" müsabakası diye bilinen "International Pageant of Pulchritude / Uluslararası Zarafet ve Güzellik Geçidi" adlı yarışmaya kaydettirdi. Yunus Nadi'nin müsabakası gibi, bu geçit de bir halkla ilişkiler gösterisiydi. Önceleri Teksas'ın Galveston şehrinde yapılıyordu; şehir 1900'de bir kasırgayla yerle bir olmuştu ve otuz yıl sonra hâlâ turist çekmenin yolunu bulmaya çalışıyordu. Kazananların çoğu Amerikalıydı; bütün dünyadan yeteneklerin katıldığı söylenerek pazarlansa da aslında müsabakaların çoğu Galveston'da yapılmıştı. Ama çok geçmeden, gösteriyi düzenleyenler turizmi canlandırmak ve bir marka geliştirmek isteyen herhangi bir şehir ya da kasabaya aynı gösteriyi düzenleme hakkını verebileceklerini gördüler. O yıl müsabaka Belçika'daki tatil kasabası Spa'ya taşındı. Bütün dünyayı saran buhran yıllarında otel ve restoran gelirleri azaldığından, müsabaka hem para getirecek hem de iyi bir reklam olacaktı. Ağustos 1932'de katılımcılar, dostları ve gazeteciler akın akın Spa'ya doluşurken, İstanbul da kendi şampiyonunu uğurlamaya hazırlanıyordu..
Gazetelere göre Keriman Halis'in Taksim Meydanındaki veda törenine yirmi bin İstanbullu gelmişti. Belçika'ya babasıyla birlikte trenle gidecekti. Sınıra kadar bütün istasyonlarda onu geçerken görmek için kalabalıklar toplanıyordu. Spa'da basın bütün yarışmacılara yoğun ilgi göstermişti ama Keriman tam bir ilgi odağıydı. Müslüman âleminden gelen tek yarışmacıydı. Üstelik ailevi geçmişi ona bir saygınlık ve zarafet havası kazandırıyordu. Zaten Yunus Nadi bu yüzden babasını kandırmak için bunca gayret sarf etmişti. Belki de bu nedenle Belçika'da sahneye çıkarken, Yunus Nadi'nin müsabakasını daha önceki yıllarda kazananların tersine, arkasına Türk hükümetinin tam desteğini almıştı..
Keriman Spa'da İstanbul'daki gibi davrandı, balo tuvaletiyle bir kraliçe gibi yürüdü, jüri üyeleriyle konuştu ve dünya basınına mütevazı pozlar verdi. Yarışmanın sonuna doğru Alman güzelin kazandığından emindi. Ama adı okununca hafif bir tebessümle patlayan flaşların önüne doğru adım attı. "1932 Kâinat Güzeli" ilan edilmişti. Sonraki günlerde neredeyse otuz bin tebrik telgrafı aldı. Yunus Nadi "Cumhuriyet"in bir sayısını Keriman'a ayırmış, hikâyeyi bütün ayrıntılarıyla vermişti. Mustafa Kemal en samimi dileklerini telgrafla yolladı. Büyük Millet Meclisi, içişleri bakanı ve İstanbul valisi de tebriklerini iletti. Eski savaş kahramanı ve başvekil İsmet Paşa mecliste ayağa kalkarak Keriman'ın "Aleyhimizde yükselen seslere karşı kanlı canlı bir delil" olduğunu söyledi. Abartma fırsatını hiç kaçırmayan "Cumhuriyet", Keriman için "Dünyayı Fetheden Türk Kızı!" manşetini atmıştı..
Belçika'daki zaferinden iki yıl sonra, soyadı kanunu çıktığında, Atatürk Keriman'a "Ece" soyadını verdi. Ece, Keriman'ın aile soyadı olmuştu artık. Halide Edib yurtdışında konferanslar vermeyi sürdürüyordu, ama Türkiye'nin bu en meşhur feministi, cumhuriyetin ve -bir an için bile olsa- dünyanın en tanınmış kadınının gölgesinde kalmıştı..
(CHARLES KING, "Pera Palas'ta Gece Yarısı", Kitap Yayınevi, 2015)