11 Kasım 1920 günü, Karadeniz Ereğlisi Kaymakamı Naci Bey, 767 numaralı şifre ile, Mustafa Kemal'e bir telgraf çeker :
"Büyük Millet Meclisi Reisi
Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine..
Fikriye Hanımefendi bugün İstanbul'dan gelmiştir. Biraderi Enver Bey Bursa üzerinden Ankara'ya gittiğinden ve kız kardeşi Jülide Hanım da vefat ettiğinden yalnız kalmış ve bu durumda artık İstanbul' da kalması mümkün olmadığından, oraya ne şekilde ve hangi yoldan hareket edeceği konusu emirlerinize arz olunur.."
Mustafa Kemal'in üvey babası Ragıp Bey'in kardeşi Albay Hüsamettin Bey'in kızıdır Fikriye.. Biraz da Zübeyde Hanım'ın yönlendirmesiyle, küçük yaşta evlendirildiği zengin bir Mısırlı'dan ayrılmış, şimdi de, daha on beş yaşındayken ilk kez görüp de hayran olduğu, sevgili Paşasının yanına gitmek üzere Anadolu topraklarına ayak basmıştır..
Ankara'dan onay gelince zorlu bir kara yolculuğu başlar. "Yaylı" denilen at arabasıyla, İnebolu-Kastamonu ve Çankırı üzerinden Ankara'ya..
Mustafa Kemal, Ankara Garı'ndaki bir istasyon binasında karargah kurmuştu. Kurtuluş Savaşı'nı bu iki katlı taş binadan yönetiyordu. Yerel ayaklanmalar, Meclis'teki muhalefet, cephelerde yenilgilerle uğraşırken çektiği böbrek ağrılarının üzerine Ankara çevresindeki bataklıklardan kaptığı sıtma da eklenen Paşa için Fikriye büyük bir şanstı...
Önce Mustafa Kemal'in sağlığı düzeldi, ev baştan aşağı temizlendi ve düzenlendi, Paşa'nın yaşamı düzene girdi, geceleri huzurlu uyumaya başladı..
Halide Edip onunla ilk karşılaşmalarını şöyle anlatır :
"Pencerenin ışığı altında güzel ve ince yüzlü bir kadınla karşılaştım. Çok tatlı ve mahzun bir sesi vardı. Epeyce konuştuk. Gözlerinin ve ağzının garip cazibesi hala hayalimdedir. Bu güzel kadın Mustafa Kemal Paşa'nın evini gayet iyi idare ediyor ve hemen herkesin sevgisini kazanıyordu. Her türlü yardıma hazırdı. Herhalde Paşa'ya çok derin bir surette bağlıydı. Ama onun kadın dostlarından çekiniyordu.."
Sakarya muharebesinden sonra bir gün, Ruşen Eşref'in hanımı bir bağ evinden bahsetti.. Çankaya'daki bu evi öylesine övdü ki Paşa da merak etti, yaveri Salih Bey'e, "Yarın Fikriye ile gidip bakın" dedi. Ertesi gün, Çankaya yokuşunu tırmanan otomobil patikanın sonuna geldiğinde; büyük söğütlerle çevrili bahçesi ile adeta bir kartal yuvasını andıran iki katlı bir evin önünde durdu.. Geniş odaları, alt kattaki salonunun ortasında küçük mermer bir havuz olan bu eve bayıldı 25 yaşındaki Fikriye...
6 Mart 1922 gecesi saat 23:00'de Gazi Batı Cephesi'ne hareket ederken arkasında hasta bir genç kadın bırakmıştı. O'nun Fikriye'ye olan ilgisinin yegane kanıtı olan bir telgraf metni, yazar Şemsi Belli'nin arşivinde bulunmaktadır :
"Büyük Millet Meclisi Riyaseti
Kalem-i Mahsus Müdiriyeti
Şifre : 150
Tarih : 28 Mart 1922
Takiben Garp Cephesi'nde, Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Paşa Hazretlerine..
Fikriye Hanımefendi yataktan kalkmıştır. Bugün kendisini muayene eden doktorun , sıtma olduğunu ve ayrıca da böbrek zafiyetinden biraz mikrop kaptığını ve önce kinin ile sıtma hastalığı ve bilahare böbrek rahatsızlığının tedavi olunacağını söylediğini kendi ifadelerine atfen arz ederim.."
Ama Gazi, 2 Kasım 1922'de Ankara'ya döndüğünde işler değişmiştir. Paşa, o eski Paşa değildir artık. Değişmiş, uzaklaşmıştır sanki kendisinden.. Nedenini bir türlü çözemez.. O sırada hastalığı da iyice azmıştır ; Paşa bu yüzden mi aniden soğumuştur acaba kendisinden ?..
Mustafa Kemal Latife ile evlenmeye karar verdiğinde Fikriye tüberküloz geçirmektedir. Gazi duruma uygun bir formül bulmuştur.. Fikriye, Münih'te ayarlanan bir sanatoryuma gidecektir. Fikriye buna razıdır, ancak önce Mustafa Kemal'le birlikte Bursa'ya gitmek istemektedir.İzmir'deki kızın farkındadır. Çankaya'da Zübeyde Hanım'la bitişik odalarda kalmaktadır ve Zübeyde Hanım'ın " O kızla evlen, gözlerimi kapamadan göreyim" dediğini duymuştur. Annesiyle aralarında geçen bu konuşmanın ardından Mustafa Kemal, Ali Metin'e "Git bak bakalım Fikriye ne yapıyor ? " demiştir. Ali Metin, Fikriye'nin odasına gittiğinde onun, hakkında verilecek kararın soğukluğunu hissettiğini gözlerindeki endişeden anlamıştı..
Mustafa Kemal Fikriye'nin Bursa'ya birlikte gitme arzusunu yerine getirmeye karar verir. Latife'ye yolculuğun iptal edildiğini bildiren telgraf gönderilir. Paşa ile Fikriye Bursa'ya ayrı ayrı otomobillerle giderler. Fikriye iki gün sonra, Siirt Mebusu Mahmut Bey'in (Soydan) eşliğinde Münih'e gitmek üzere Bursa'dan ayrılacaktır..
Mustafa Kemal, Fikriye'yi uğurlarken yolda Halide Edip ile karşılaşırlar..
"Mustafa Kemal, benimle birlikte geldi ve arkadaki otomobilin kapısını açtı. Gözlerimi arabanın içine çevirdim. Fikriye Hanım elini uzattı ve benim elimi sıkı sıkı tuttu. O an bu elin müthiş bir şekilde bir başka ele benzediğini fark ettim. Tombul bir eldi, aynı İzmir'deki topluca genç kızın eli gibi.. Bir erkeğin avuç içlerine, küt parmak uçlarına, küçük tırnaklarına sahipti. Güç ve azim ifade eden ellerdi bunlar.. O an aklıma şu geldi. Bu ellerin benzeşmesi belki de bir rastlantının ötesinde bir anlam taşıyordu. Erkeksi ve sert ellere sahip bu kadınlar belki de Mustafa Kemal Paşa'yı daha çok etkiliyordu..
Fikriye, koca arabanın bir köşesine kıvrılmıştı. Siyah kürk paltosunun kıvrımları içinde olağanüstü kırılgan bir görünümü vardı. Yüzündeki değişiklik beni hayrete düşürdü. Güzel küçük çenesi keskin bir görünüm almıştı. Adeta şeffaflaşan minik burnu incelmiş, zayıflamış oval yüzüne mavi yeşil hastalıklı bir renk hakim olmuştu. Sıra dışı ağzı, iki kenarında beliren çizgilere rağmen güzelliğini koruyordu. Büyük bir gayretle bana gülümsedi. Ancak insana en çok dokunan yeri gözleriydi. Bir ıstırap maskesinin altından bakıyorlardı. Alt ve üst kirpikleri birbirine karışmış, çökük yanaklarının üzerinden gözyaşları yuvarlanıyordu. Kıvrıldığı köşede bir süredir ağladığı belli oluyordu. Ağlamak onun için en doğal şey olmalıydı. Daha sonra Paşa'nın Ankara'daki sekreteri Hayati Bey'den öğrendiğime göre, bir sanatoryuma gitmesi gerektiğini söylediklerinde hiçbir şey söylememiş, ağlamaya başlamıştı ; o dakikadan beri de sürekli ağlıyordu.. ' Avrupa'ya bir sanatoryuma gidiyorum Halide Hanım, doktorlar iyileşeceğimi söylüyorlar ' demişti.."
F
29 Ocak 1923 akşamı Mustafa Kemal ile Latife Hanım İzmir'de evlenirler.. Bu evlilikten bahseden yabancı gazeteleri Münih'teki sanatoryumda gören Fikriye adeta yıkılır.. Doktorların müdahalesi sonucu kendini biraz toparlar toparlamaz, tedavisini yarıda bırakarak yola çıkmaya karar verir. Gazi için Paris'ten aldığı frak ve sedef kakmalı tabanca özenle bavula yerleştirilir...
6 Mart 1923 günü Sirkeci Garı'na ulaşır.. Kendisini karşılayan dostlarına hemen Ankara'ya gitmek istediğini söyler. İçişleri Bakanı Adnan Bey, bu haberi, acele bir telgrafla Çankaya Köşkü'ne ulaştırır..
"Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine..
Fikriye Hanım bugün geldi. Yarın hemen Ankara'ya hareket etmek istiyor. Yüksek emirlerinizi beklemekteyim...
Adnan.. " Az sonra yanıt gelmeye başlar..
"Adnan Beyefendi'ye,
Fikriye Hanım'ı tedavi için Almanya'ya göndermiştim. Benden izin almadan neden ötürü İstanbul'a gelmiştir ?. Ankara'ya gelmesine kesinlikle izin veremem. Kendisine gereği kadar para vermiştim. Orada otursun ve bana açıklama yapsın. Benden izin almadan hareketine müsaade olunmaması için gerekenlere emir buyurmanızı ve bildirmenizi rica ederim..
Gazi Mustafa Kemal "
Fakat her türlü engellemelere karşın genç kadın Çankaya Köşkü'ne ulaşır. Tam da Gazi ile Latife kahvaltı ederlerken !.. Otururlar, sohbet ederler.. Daha sonra birlikte yemek yerler.. Yemeğin sonunda Paşa, "Olan olmuş.. Sana Keçiören'de bağımsız bir ev hazırlayalım.. Tedavine burada devam et.." der.
Fikriye Köşk'te kalmaya başlar.. Ama bu durumdan rahatsız olan biri vardır !.. Latife Hanım anlatıyor :
"Bir sabah Fikriye Hanım'ın odasının önünden geçerken hırçın bir tavırla ' Ali çavuş ' diye bağırdım. 'Fikriye Hanım'ın Keçiören'deki evi hazırlanmadı mı hala ?.. ' Çavuş da ' Hazır efendim ' dedi.. O zaman, frenleyemediğim bir öfkeyle ayağımı yere vurdum ve ' öyleyse bu hanım neden evine gitmiyor ? ' diye adeta haykırdım.. Çirkinlikti bu yaptığım, ilkellikti ama..."
O gün Köşk'ü terk ettikten sonra Fikriye Hanım'ın neler yaptığı pek bilinmiyor. Gözden düştükten sonra çevresinin eskisi kadar kalabalık olmadığı, eski birkaç dostunun da onu yalnız bıraktığı tahmin ediliyor..
Bilinen, artık ölümün çok yakınında olduğunu hissettiği günlerden birinde, yeniden Çankaya sırtlarına tırmandığı.. Hem Paşa'ya alıp da ilk gelişinde veremediği hediyeleri vermek hem de son bir kez veda etmek için Köşk'ün kapısını çalar.. Eski alışkanlıkla, randevu filan almadan gelmiştir. Kapıda tanımadığı yaverler tarafından karşılanır, kimliği ve randevu alıp almadığı sorulur.. "Ben Fikriye'yim, Paşa'mı görmeye geldim" der ama yaverler acımasızdır, kapılar açılmaz.. Kendi köşküne girememiş, Paşasını görememiş, onunla vedalaşamamıştır.. Fayton kapıda beklemektedir.. Gözyaşları içinde faytona biner.. Araba Çankaya'dan uzaklaşırken dönüp son bir kez Köşk'e bakar.. Çantasında sakladığı sedef kakma saplı tabancasını çıkarır ve yüreğine sıkar...
Vurulduğu gün kaldırıldığı Numune Hastanesi'nde doktorlar Fikriye'yi kurtarmak için on gün uğraşırlar ama o hep, "Yaşayamam, kurtulamam, biliyorum doktor.."diye sayıklar. Onuncu gününü sonunda ruhunu teslim eder. .
Gazi Mustafa Kemal bu olayın şokuyla sarsılır. Fikriye'nin anısı O'nu bir ömür boyu yalnız bırakmayacaktır. Hatta bir gün, Köşk'ün bahçesinde küçük köpeklerle oynaşırken, eşi Latife Hanım'a döner ve "Fikriye, bak.." deyiverir.. Bu, Latife Hanım için büyük bir ihanettir.. Hırçınlaşır, kavga çıkartır ve evi terk eder. Boşanmaya giden ilk kriz de böylece yaşanmış olur..
25 Ağustos 1925 günü yaşanan yeni bir kıskançlık krizinin ardından, Gazi'nin sabrı taşar ; yaverinin eşliğinde, Latife Hanım'ı İzmir'e yollar.. Boşanma kararına ilişkin açıklamayı Anadolu Ajansı'na bizzat dikte ettirir. Bu kez ne kadı vardır, ne de mahkeme.. Alafranga evlenmiş, alaturka boşanmışlardır..
Atatürk'ün Kütüphanecisi Nuri Ulusu'nun anılarında bahsettiği bir küçük ayrıntı dikkatimi çekti..
Atatürk zamanının çoğunu kütüphanede çalışarak geçirirdi. Yine böyle çalıştığı bir gün, baktım, hafif hafif mırıldanıyordu. "Mani oluyor halimi takrire hicabım..üzme yetişir, üzme, firakınla harabım.. mahvoldu sükunum, beni terk eyledi habım.." ( Utancım durumumu açıklamaya engel oluyor..Üzme yeter, ayrılığınla harabım..İç huzurum mahvoldu, uykularım beni terk etti .. V.Y. )
Allah'ım o ne güzel, o ne içli bir söyleyişti, ve ne ulvi dakikalardı.. Ben ve Ulu Önder, yalnız ikimiz ve onun hafif nemli gözleri, o güzel sesiyle şarkıyı okuyuşu.. Tanrım, bu kime nasip olurdu ?..
Şarkıyı bitirdi ve bana döndü. Buz gibi kalakalmıştım.. "Nuri evladım, sevgi ve aşık olmak ne güzel duygu.. Allah nelere kadir.. Bizlere ne güzel duygular vermiş.. Ne güzel bir beste ve ne güzel bir şarkı, değil mi ?" deyince ağzımdan sadece " Evet Paşam" çıktığını zar zor hatırlıyorum. Halbuki neler neler söylemek isterdim.. O anı yaşamak, Atamın o sesini duymak, duygularını hissetmek, onun o ulvi halini görmek az insana nasip olurdu.. İşte büyük Allahım onu bana nasip etmişti...
Acaba bu şarkı Atatürk'e unutamadığı birisini mi anımsatıyordu ?!.. Siz ne dersiniz ?..
( Can Dündar "Gölgedekiler", Nuri Ulusu "Atatürk'ün yanıbaşında", İpek Çalışlar "Latife", Halide Edip "The Turkish Ordeal", İsmet Bozdağ "Latife ve Fikriye" kitaplarından faydalanılmıştır..)
1 yorum:
teşekkürler Vedii bey iyi ki kısaltmadan koymuşsunuz.Kemal'e erenler kitabında bir kısmını okumuştum ama yine büyük bir zevkle ve üzüntü ile okudum..
bahriye
Yorum Gönder