Asya - Avrupa ticaret yolunda son derece önemli ve stratejik bir kent olan Şam, ayrıca Filistin Musevi Cemaatinin de en önemli merkezi durumundaydı. Zaten cemaat liderleri de bu kentte oturuyor, Şam'da çok sayıda Musevi barınıyordu. Bu Museviler çoğunlukla bankerlik, sarraflık ve ticaretle uğraşıyorlardı. Böylece, merkezi otoriteden çok uzakta, imparatorluğun kenar, fakat dünyanın önemli bir bölgesinde ticari, dolayısıyla ekonomik güç merkezi oluşturuyorlardı..
Bu önemli merkez, bir dönem Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın denetimi altında bulunuyordu.
Ancak 1840 yılında, yani Tanzimat Fermanı'nın okunmasından bir yıl sonra burada cereyan eden olaylar, Şam ticaret kolonisinde büyük rahatsızlıklara ve Ticaret Oligarşisinde huzursuzluğa neden oluyordu. Bu huzursuzluk tüm dünya ticaret odaklarında hissediliyor, geniş yankılar uyandırıyordu. Ortaya çıkan güvensizlik ise Suriye / Musevi coğrafyasında bazı siyasi operasyonları gerçekleştirmek üzere başta İngiltere olmak üzere devrin süper güçlerinin bölgeye el atmasıyla sonuçlanıyordu..
Olay, karanlık işlere bulaşan bir papazın öldürülmesiyle başladı. Kentte yaşayan bütün Hristiyanlar papazı, kanıyla ayin yapmak üzere Musevilerin öldürdüğünü ileri sürdüler. Bu iddiayı ortaya Fransa'nın himayesinde bulunan Katolikler atmıştı, fakat Şam Valisi Şerif Paşa da onlar gibi düşünüyordu. Böylece Katolikler ile Valinin iddialarına Fransa'nın Şam Konsolosu da katıldı ve Şerif Paşa Konsolosun da teşviki ile Salomon Nagrin adlı bir Museviyi sanık olarak yakalattı. Daha sonra da Nagrin'e "suçunu itiraf ettirene kadar" işkence yapıldı. Bu işkenceler sonucu Musevi tutuklu, suç ortağı olarak yedi Musevinin daha adını verdi. Bunlar da yakalanıp işkenceden geçirildi, ikisi işkence sırasında öldü. Biri de din değiştirerek Müslüman oldu ve kendini kurtardı. Bu sırada Müslüman halk devreye girdi, Musevilerin öldürdükleri söylenen papazın kanını nereye sakladıklarını söylemesi için altmış üç Musevi çocuğunu kaçırıp rehin aldılar, ailelerine baskı yaptılar..
Tüm bunlar olurken, Suriye/Musevi ticaret güzergahı ve kolonisiyle temas halinde bulunan diğer ticaret kolonileri ve kent oligarşileri harekete geçti, bulundukları ülke yönetimlerine meseleye el atmaları için baskı yaptılar.. Bunun sonucu olarak, Mısır'da Mehmet Ali Paşa'yı destekleyen ve Suriye'de de onun egemen olmasını isteyen Fransa'ya karşı, İngiltere ve Avusturya bölgede Osmanlıların egemen olmasını amaçlıyorlardı. İşte olaylar bu aşamada meydana gelince, zaten bölge üzerinde rekabet halinde bulunan Fransa, İngiltere, Avusturya ve (bu sırada güçlü bir Musevi lobisi oluşmuş bulunan) ABD, güç gösterisine giriştiler. Dünya güç odaklarının bu kadar yakından ilgilenmesine karşın, Museviler üzerinde baskı durmadı.. Bunun sonucu olarak Mısır'daki Avusturya Konsolosu, Kavalalı Mehmet Ali Paşa'ya başvurdu ve işkencelerin durdurulmasını istedi. Mısır Valisi bu başvuru üzerine olaya şahsen el koydu, 25 Nisan 1840 günü de Musevilere yapılan zulüm frenlendi.. Avusturya hükumetinin harekete geçmesini sağlayan da, Viyana tüccarlar oligarşisi üzerinde büyük etkinliği bulunan, Rotschild Ailesi idi.. Rotschild'ler Avusturya Başbakanı Prens Metternich'e başvurarak hükumetin müdahale etmesini sağladılar. Böylece, başlayan yoğun diplomatik faaliyetler sonucu, Şam Musevi Cemaatinin himayesi Müslüman ve Hristiyan şiddet yanlılarına karşı, Batılı ülkeler tarafından üstlenildi..
1840 yılında cereyan eden bu olaylar, Osmanlı yönetimi altındaki Doğu Akdeniz ticaret yollarında yeniden güvensizlik doğmasına yol açtı.. Ege, Orta ve Kuzey Avrupa ticaret kolonileri üzerinde de olumsuz hava esmesine neden oldu. Böylece "Şark meselesi" bir kez daha Batı'daki tüccarlar oligarşisini harekete geçirdi.. Bu hareket ile Musevilerin Filistin'e dönmesi siyaseti atbaşı gidiyordu. Nitekim bu eylem ve harekette Rotschild'ler başrolü oynadı; Theodor Herzl tarafından siyasal felsefi zemine oturtuldu.. Siyonizm'e uzanacak bu siyasal zeminin amacı belliydi : Asya-Avrupa, Kızıldeniz-Basra-Akdeniz ticaret yollarını kontrole almak, Süveyş-Fırat hattına tam egemen olarak dünya ticareti üzerinde denetimi ele geçirmek..
Bu aynı zamanda, büyük devletlerin tarihinde, bir türlü birleşmeyen "ekonomik iktidarla siyasi iktidarın" da Tüccarlar Oligarşisi elinde "tekelleşmesi" anlamını taşıyacaktı..
Bu tablo karşısında Osmanlı İmparatorluğu'nun yönetimi ; çağdaş ekonomik, siyasal ve bilimsel yöntemlere yönelmek yerine Sultan/Halife'nin mutlak iradelerini korumak kaygısına düşünce, teokratik yapı ve yapılanmayı ön plana çıkarıp pekiştirdi..
MURAT ÇULCU'nun "Marjinal Tarih Tezleri" adlı kitabından derlenmiştir..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder