Yıl 1834. Bir Amerikan vapuru, Le Havre Limanı'ndan kalkıp New York'a doğru yol alıyor. Yaşamdan umutlarını kesmiş yüzlerce yolcunun arasında Johann August Suter adında biri var ; İsviçre'de Basel yakınlarındaki Rynenberg kasabasında oturan ve 31 yaşındaki bu adamın, Avrupalı yargıçların pençesinden kendisini kurtarması için bir an önce okyanusa açılması gerekiyor. Hırsız, poliçe sahtekârı ve gırtlağına kadar borca batmış bir adam olan Suter, karısı ve üç çocuğunu yüzüstü bırakarak evinden ayrılır, Paris'te sahte bir belgeyle bir miktar para edindikten sonra kendisine yeni bir yaşam biçimi aramak üzere New York gemisine biner. 7 Temmuz'da New York'a varır ve iki yıl burada, olur olmaz her türlü işi yapar. Sonunda biraz para sahibi olduktan sonra bir gazino açar. Fakat burasını da satar ve zamanın büyülü seline uyarak Missouri'ye gider. Burada çiftçi olur, kısa sürede küçük bir mülk edinir ve kendi haline yaşayıp gider. Ama evinin önünden her gün akın akın insanlar ; kürk tüccarları, avcılar, maceraperestler ve askerler geçmektedir. Hepsi de Batı'dan gelmekte ve Batı'ya gitmektedir. "Batı" sözcüğü yavaş yavaş bir gizemli melodi halini almıştır...
Suter'in damarlarında da serüvenci kanı dolaşmaktadır, sessizce oturup toprak işlemek ona göre değildir. 1837 yılının bir gününde, mal mülk nesi vara satar ; arabalar, atlar ve manda sürülerinin de yer aldığı bir keşif kafilesi hazırlar ve Fort Independence'tan ayrılarak bu bilinmez ülkeye, Kaliforniya'ya doğru hareket eder.
Yıl 1838. Üç aylık zorlu bir yolculuktan sonra geldiği Fort Vancouver'da da durmaz Suter ve her tarafı dökülen bir yelkenliyle Büyük Okyanus'a açılır, önce Sandwich Adaları'na uğrar ve bin bir güçlükle bütün Alaska kıyılarını dolaşıp sonunda San Francisco adında ıssız bir yerde karaya çıkar. Suter kendisine bir at kiralar ve aşağıdaki verimli topraklara, Sacramento Vadisi'ne iner : Burada değil bir çiftlik kurmaya, bütün bir krallığa yetecek toprak bulunduğunu görmesi için bir gün yeter. Ertesi gün doğruca Monte Rey'e, halkı yoksulluktan kıvranan başkente gider ve Vali Alverado'ya kendisini tanıtır, buradaki bakımsız ve harap toprakları işletmek istediğini bildirir ve, "Adalardan Kanaklar getirdim. Bu çalışkan ve işbilir Kızılderililerden daha da getirtmek ve bu toprakları imar edip küçük bir sömürge devleti, Yeni Helvetia'yı kurmak istiyorum," der. Vali, "Neden Yeni Helvetia ?" diye sorar. Suter, "Ben İsviçreliyim ve cumhuriyetçiyim," yanıtını verir. Vali de kabul ederek ona on yıllık bir imtiyaz verir..
Yıl 1839. Bir kervan, Sacramento kıyısından yukarıya doğru yavaş yavaş yol alıyor. Suter, atına binmiş ve tüfeği omzunda, en önde gitmektedir ; arkasında iki-üç Avrupalı, daha sonra kısa kollu gömlekler giymiş 150 Kanak, onların arkasından da yiyecek, tohum ve cephane yüklü 30 manda arabası, 50 at, 75 katır, inekler ve koyunlar ; en arkada da küçük bir artçı grubu var.
Ormanları ateşe veriyorlar, düzlenen araziye hemen ambarlar yapılıyor, kuyular açılıyor, sürülmesine bile gerek duyulmadan toprağa tohum ekiliyor, sürüler için ağıllar hazırlanıyor ve yavaş yavaş, çevredeki yüzüstü bırakılmış misyonerler kolonisi buraya akın etmeye başlıyor.. (altta)
Kazanılan başarı gerçekten büyük olur. Daha ilk yıl, bire beş ürün alınır. Ambarlar, ağzına kadar dolar ve çok geçmeden sürülerdeki hayvan sayısı binlere ulaşır. Zorluklara karşın Yeni Helvetia gittikçe gelişerek büyük bir yerleşim merkezi haline gelir. Kanallar açılır, değirmenler ve iş merkezleri kurulur. Nehirlerde gemiler bir aşağı bir yukarı gidip gelmektedirler. Suter, yalnızca Vancouver ve Sandwich Adaları'nı doyurmakla kalmaz, Kaliforniya kıyılarında demirleyen bütün yelkenlilerin gereksinimlerini de karşılar. Bugün herkesin iştahla yediği o nefis Kaliforniya meyvelerini ilk olarak Suter yetiştirmiştir. Fransa'dan ve Rhein bölgesinden üzüm fideleri getirtir ve birkaç yıl sonra her taraf üzüm bağlarıyla kaplanır. Kendisine evler yapar, modern çiftlikler kurar ; 180 günlük uzaklıktaki Paris'ten bir Playel piyanosu ve 60 mandanın (New York'tan başlayıp bütün kıtayı bir baştan bir başa geçerek) çektiği bir buhar makinesi getirtir. İngiltere ve Fransa'nın en büyük bankalarında hesabı ve saygınlığı olan bu 45 yaşındaki adam, yaşamının en yüksek noktasına eriştiği şu an, 14 yıl önce Amerika'ya gelirken geride bıraktığı bir karısı ve üç çocuğunu hatırlar ve onlara mektup yazarak prensliğine davet eder. O, Yeni Helvetia'nın efendisi olarak şimdi dünyanın en zengin adamlarından biridir ve öyle de kalacaktır. Sonunda ABD bu bağımsız sömürgeyi Meksika'nın elinden alır. Artık her şey güven altındadır. Birkaç yıl sonra Suter, dünyanın en zengin adamı olacaktır..
1848 yılının Ocak ayına girilmiştir. Suter'in, bıçkıhane kurması için Coloma'daki çiftliğe (üstte) gönderdiği doğramacısı James W. Marshall, heyecan içinde Suter'in evine koşar ve ona toprak kazılırken çıkan, içinde birkaç sarı tanecik bulunan bir avuç dolusu kum gösterir. Evet, kısa bir süre sonra dünyayı sarsacak olan altın arama hastalığına sebep olacak altındır bu.. Suter Coloma'ya gider, incelemelerde bulunur ve olayın gerçek olduğunu anladıktan sonra birkaç beyazı yanına çağırır ve onlara ağızlarını sıkı tutmalarını tembihledikten ve onlardan şeref sözü aldıktan sonra atına atlayarak çiftliğine döner. Anımsayabildiği kadarıyla altın, başka hiçbir yerde bu kadar bol değildir ve yerden avuç avuç kolayca toplanmaktadır. Bu topraklar onun topraklarıdır. Bir tek geceye on yıl sığıvermiş ve Suter bir anda dünyanın en zengin adamı olmuştur.
Fakat sekiz gün sonra sırrını herkes öğrenmiştir. Bir kadın çiftliğin önünden geçen birine bundan söz eder ve birkaç altın tanesi verir. Bu olayın neden olduğu şeyin bir örneği şimdiye kadar hiç görülmemiştir. Suter'in adamları hemen işlerini bırakırlar. Eline bir kalbur ve tencere geçiren herkes, kumdan altın elemek için soluğu doğruca bıçkıhanede alır. Bütün çiftlikler bir gece içinde yüzüstü bırakılır. Sağılmayan inekler böğüre böğüre ölür, manda sürüleri ağılları yıkar ve ekili alanlara saldırarak hasat zamanı çoktan gelmiş ürünleri ezerler ; mandıralar çalışmaz, gıda ambarları birer birer yıkılır, kısacası bir dev ülkenin dev çarkları bir anda duruverir. Telgraflar bütün ülkelere ve denizaşırı yerlere burada bulunan altını müjdeler ve çok geçmeden kentlerden ve limanlardan insan selleri buraya doğru akmaya başlar. Bileğinin gücünden ve tabancasından başka kanun tanımayan bu söz dinlemez yabanıl sürü, o güzelim sömürgenin altını üstüne getiri. Onlar için buraların sahibi yoktur ve bu umutsuz, serüven düşkünü adamlara karşı koyma yürekliliğini kimse gösteremez. Suter'in ineklerini kesip yerler, kendilerine ev yapmak için depolarını yıkarlar, ekili tarlaları çiğnerler, makinelerini çalarlar. Johann August Suter, bir gece içinde beş parasız bir dilenci durumuna düşer, tıpkı Kral Midas gibi kendi altınları içinde boğulur.
Her ırktan ve her dilden binlerce insanın bir araya gelerek oluşturdukları büyük büyük kervanlar, kıtayı bir baştan bir başa geçerler ve hepsi de, Suter'in topraklarını kendi topraklarıymış gibi eşelerler. Resmî mühürlü bir belgeyle kendisine verilmiş olan San Francisco toprakları üstünde, aklın alamayacağı bir hızla bir kent yükselir. Yeni Helvetia Devleti, şu büyülü sözcüğün arkasında kaybolup gider : Eldorado, Kaliforniya..
Suter, o lanet olası altın arayıcılarından ve o uğursuz kumdan kurtulmak için altın bölgesinden iyice uzaklaşıp ıssız çiftliğine çekilir. Bu sırada İsviçre'den yanına çağırdığı karısı ve üç yetişkin oğlu gelir ; uzun yol yorgunluğu sonucu bitkin düşen karısı, daha geldiği gün ölür ; fakat üç oğlu dimdik ayakta ve yanındadır. Suter, onlarla birlikte yeni bir çiftlik kurar ve canla başla çalışarak bu verimli topraklardan bir kez daha yararlanmasını bilir..
Yıl 1850. ABD'ne katılan Kaliforniya'da artık düzen kurulmuştur. Kanun egemenliği ve hukukun üstünlüğü yeniden yaşama geçirilmiştir. İşte tam bu sırada Suter ortaya çıkar ve yönetimden isteklerini bir bir sıralar : Üzerine San Francisco kentinin kurulduğu bütün topraklar kanun gereği kendi öz malıdır ; devlet, uğradığı bütün zararları karşılamalı ve topraklarından çıkarılan altından kendisine de pay vermelidir. İnsanlık tarihinde o âna kadar eşine rastlanmamış bir büyük dava başlar. Johann August Suter, uğraş verip kurduğu sömürgesine yerleşmiş olan tam 17.200 çiftçiye karşı dava açar ve kendisinden çaldıkları toprakları boşaltmalarını ister. Kaliforniya hükümetinden de 25 milyon dolar tazminat ve çıkarılan altından da ayrıca pay istemiştir. Davayı yürütmesi için büyük oğlu Emil'i Washington'a gönderip hukuk eğitimi aldıran Suter, çiftliklerinden elde ettiği bütün paraları bu son derece büyük ve pahalı davayı kazanmak için harcar.. Dört yıl süren mahkeme 15 Mart 1855'de kararını açıklar. Kaliforniya'nın en yüksek devlet memuru, dürüst Yargıç Thomson, Suter'in iddialarında tamamen haklı olduğunu onaylar.. Şimdi Suter, amacına ulaşmıştır, yeniden dünyanın en zengin adamıdır !..
Fakat mahkeme kararı açıklanır açıklanmaz San Francisco ve bütün ülkede bir kasırga kopar. Mülkleri ellerinden alınma tehlikesiyle karşı karşıya kalan bir sürü insan, yağmacılığı kendilerine meslek edinmiş on binlerce sokak serserisi, adliye sarayına saldırarak binayı ateşe verirler ; linç etmek için Yargıç Thomson'ı ararlar ve Suter'in malını mülkünü yağmalamak için hep birlikte yola çıkarlar. Çapulcular tarafından sıkıştırılan büyük oğlu, kendini vurur ; ikinci oğlu da öldürülür, üçüncüsü kaçmayı başarır ancak anavatanı İsviçre'ye dönerken denizde boğulur. Yeni Helvetia'nın üzerinden bir alev dalgası geçer ; Suter'in çiftlikleri birer birer yakılıp yıkılır, bağları çiğnenir, ev eşyaları, bütün koleksiyonları ve paraları yağma edilir. Suter canını zor kurtarır.
Bu yıkılmış, bu zavallı ihtiyar tam 25 yıl boyunca Washington'daki adliye sarayı çevresinde dolaşıp duracaktır. Devletten milyarlarca dolar tazminat isteyen bu yırtık pabuçlu ve kirli ceketli "general"i, buradaki bütün bürolarda çok iyi tanırlar. O, yalnızca hakkını istemektedir çünkü yaşamını zindan eden paradan artık nefret etmektedir. 1860'dan 1880'e kadar geçen sefalet dolu bir 20 yıl boyunca, bir makamdan ötekine, bir milletvekilinden diğerine, bir kukla gibi sürüklenir durur. Bir zamanların bu en zengin adamı, memurların alay konusu, çocukların da oyuncağı olarak her gün Kongre Sarayı çevresinde sürünüp durur.
Nihayet, 17 Temmuz 1880 günü öğleden sonra, bir kalp krizi onu Kongre Sarayı merdivenlerinde aniden yakalar ve bir anda bütün acılarından kurtarır. Yerden bir dilenci ölüsü kaldırırlar. Evet, bir dilenci ölüsü ; fakat cebinde, kendisine ve bütün vârislerine dünya tarihinde bir eşine daha rastlanmayan büyüklükteki serveti her türlü hak ve hukuka karşı güvence altına alan bir belge bulunan bir dilenci ölüsü..
STEFAN ZWEIG'IN "İNSANLIĞIN YILDIZININ PARLADIĞI ANLAR" ADLI KİTABINDAN DERLENMİŞ BİR YAZIDIR..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder