Sayfalar

985 ) KITALAR ARASI İLK HAVA BOMBARDIMANI !..

  

1916 sonlarında İngilizlerin "Kraliyet Donanma Hava Servisi"nden (RNAS) Filo Komutanı Kenneth S. Savory son derece gizli bir görev için Ege'deki görevinden donanma karargâhına geri çağrılmıştı. 
Donanma Hava Departmanı tarafından verilen brifingden sonra kendisinden İngiliz bombardıman uçaklarının en yeni ve en büyüklerinden biriyle Osmanlı Devleti'nin başkentini ve donanmasının en güçlü silahı olan Yavuz zırhlısını vurma olasılığını araştırması ve bir plan tasarlaması istendi. Savory'nin bu göreve seçilmesindeki ana sebep, 14-15 Nisan 1916 akşamı Türk başkentine yapılan hava hava saldırısında yer alarak edindiği tecrübeler ve yeni görevde yaşanması muhtemel tehlikelerden haberdar olmasıydı..
Bu ilk görevinde, 14 Nisan Cumartesi akşamı Limni'den kalkış yapan B.E.2Cs uçağının ekibi, filo komutanı Smyth-Piggott, teğmenler K.S.Savory, C.W.Dickinson ve J.H.W. Banarto'dan oluşuyordu. Uçak, yağmur ve gökgürültülü bir havada 360 mil uçtuktan sonra gece saat 22.30'da İstanbul üzerine gelerek Bakırköy'e, Zeytinburnu'ndaki barut fabrikasına ve Yeşilköy'deki uçak hangarlarına 11 bomba ile beraber çeşitli propaganda beyannameleri atmıştı. Savory'nin yeni görev için seçilmesinde, bu operasyonda edindiği deneyim rol oynamıştı.. (Üstte solda Savory, sağda Dickinson, İstanbul'u bombaladıkları B.E.2Cs uçağı önünde)



Başta bir Handley Page O/100 model ağır bombardıman uçağıyla (üstte) yapılacak torpido saldırısı düşünülüyor olsa da, gemilerin anti-torpido ağları ile korunduğu fikri ağır bastığından saldırının 112 librelik bombalarla yapılması kararlaştırıldı..
Bu görevde yer alacak uçuş ekibi, komutan Savory ile birlikte yardımcı pilot teğmen Mc Clellan, seyrüsefer subayı teğmen P.T.Rawlings ve iki uçak teknisyeninden oluşuyordu.
Uçulacak yolun uzunluğu sebebiyle göreve tahsis edilen 3124 kuyruk numaralı O/100 uçağına ekibin konforu için hamaklar ve yeterli miktarda yiyecek stoku yüklenmişti. Yapılan hazırlıklar çerçevesinde yeni bir Rolls-Royce Eagle IV motor yapmaya yetecek kadar yedek parça uçağa yüklendi. Ayrıca gövdenin üstüne bağlanmış olan dört kanatlı yedek bir pervane ve kişisel ekipmanlar da vardı..
23 Mayıs 1917 tarihinde güzel bir havada üç buçuk saatlik bir seyirle İngiltere Hendon'dan Fransa'ya ulaşılarak Paris yakınlarında Villacoublay'e iniş yapıldı. Ertesi günkü varış noktası Lyon yakınlarındaki Fort Bron havaalanıydı. Buradan da Rhone vadisi takip edilerek Frejus'a ulaşıldı. Düşük görüş şartları buradan yapılacak olan Pisa seyrini üç gün erteleyecekti. Fransa'yı terk ettikten sonra İtalya sahil şeridinde yapılan bu uçuşta karşılaşılan kuvvetli rüzgarlar sebebiyle, Savory deniz üzerinde 400 feet irtifaya kadar alçalmak zorunda kalmıştı..
Ertesi günkü Roma seferi tamamen yağmur altında yapıldı ; hava şartları ekibe yardımcı olmuyordu. Roma'dan direkt olarak Selanik'e uçma planı ise beraberinde acilen çözülmesi gereken yeni bir problem getiriyordu : Sorun, Arnavutluk'un yüksek dağlarıydı. Bunun için yapılan yeni düzenlemeye göre en emniyetli rotanın Napoli ve Otranto üzerinden Adriyatik Denizi'ne çıkmak olduğuna karar verildi.
Bir sonraki gün kısa bir seyirle Napoli'ye ulaşıldı fakat İngilizleri burada yeni bir sorun bekliyordu. Böylesine büyük ve yeni nesil bir bombardıman uçağının İtalya hava meydanlarına uğramış olması basında yer almıştı ve bu İngilizler için başlı başına bir istihbarat açığı olacaktı. Tek teselli son varış noktasının deşifre edilmemiş olmasıydı. Sonunda 3 Haziran'da Otranto'ya varıldı (altta)..

bombing of goeben by british planes in bosphorus 1917 ile ilgili görsel sonucu

İtalya'dan sonraki durak olan Selanik için kalkış yapıldıktan sonra Arnavutluk dağlarının haritalarda gösterilenlerden daha yüksek olduğu ve yüklü uçağın bu bölgeyi katedemeyeceği anlaşıldığından, Otranto'ya geri dönmek zorunda kalındı. Burada bazı yedek parçaların indirilerek gemiyle gönderilmesine karar verildi ve böylelikle uçağın ağırlığı azaltıldı. Sonunda sarp dağlar aşılarak 7 Haziran'da Selanik'e iniş yapılabildi. Ertesi gün, Haziran ayının ilk haftasının sonunda 3124 kuyruk numaralı O/100 uçağı Mondros'a ulaştı. O ana kadar uçulan 1955 mil, toplamda 31.5 uçuş saatinde katedilmişti..
3 Temmuz öğleden sonra uçağa bombalar yüklendi. Her şey, herkes uçuş için hazırdı. Karanlık çökerken kalkış yapıldı ; fakat öngörülemeyen sıcak güney rüzgarının içinde kalan iki adet Rolls-Royce Eagle motor aşırı ısınmıştı, soğutulmalarında sorun yaşanıyordu. Yüklü uçak ani olarak irtifa kaybetmiş ve Savory denize temas etmemek için birkaç bombasını bırakmak zorunda kalmıştı. Göreve devam edilemeyeceği anlaşılınca, kalan bombaları da Bolayır'a atan uçak mecburen geri döndü..
Aynı gece Türk savunmasını şüphelendirmemek adına birkaç B.E.2Cs ve Henry Farman uçağı aynı bölgeye gönderildi. İki gün sonra 5 Temmuz'da uçuş için elverişli bir günde Handley Page'e bir kez daha bombalar yüklendi ; ekip motor çalıştırdı ve kalkış rulesine başlandı. Fakat tam o esnada yaşanan lastik patlamasıyla Savory kalkıştan vazgeçecek ve tarihî görev bir kez daha ertelenecekti.. 
Patlayan lastiğin tamir edilmesinden sonra ertesi akşam üçüncü kez İstanbul için kalkış yapıldı ama daha yolun yarısında karşılaşılan olumsuz hava koşulları ekibin bir kez daha geri dönme kararı almasına sebep olmuştu.
Sonunda 9 Temmuz akşamı saat 20.47'de Limni'den sorunsuz teker kesen O/100, Çanakkale-Şarköy üzerinden uçarak mehtaplı bir gecede İstanbul semalarına ulaştı. Yeşilköy Hava Okulu üzerinden Zeytinburnu'na ulaşan Savory, buradan Üsküdar istikametine devam etti ve Maslak rotasını takiben geceyarısına beş dakika kala hedefine ulaştı. İstinye koyunda demirli olan Yavuz'un Savory tarafından fark edilmesi çok da zor olmayacaktı..
Uçuş ekibi, gelinen onca yoldan sonra yapılacak bir hatayla başarısızlığa uğramamak ve gözü kulağı burada olan komuta kademesini hayal kırıklığına uğratmamak için kısa bir keşif turu planladı. Bunun için gemiye paralel iki tur atıldı. Zaman gelmişti ; son turdan sonra uçak yaklaşık 800 feet yükseklikten dört bomba bıraktı. Detaylı keşfe rağmen yapılan bu ilk saldırıda Yavuz isabet almamıştı. İngilizlerin varsayımına göre iki bomba yakınlardaki bir bahçeye düşerken diğer ikisi rıhtımda bulunan bir ya da iki denizaltıya isabet etmişti.
Fakat aslında onların düşündüklerinin aksine bunlar denizaltı değil birbirlerine bordalanmış olan "Numune-i Hamiyet" ve "Yadigar-ı Millet" torpidobotlarıydı. İlk sortinin sonunda Numune-i Hamiyet küçük çaplı bir hasar almış olsa da Yadigar-i Millet torpidobotu yaklaşık 45 dakika sonra batacak ve toplam zayiat Numune-i Hamiyet torpidosunda dört şehit, Yadigar-i Millet torpidosunda ise 25 şehit ve 9 yaralı olarak kayıtlara geçecekti..
İlk saldırının başarısızlığı Savory'yi daha dikkatli bir şekilde yapacağı ikinci sortiye hazırlamıştı. 
Bu kez bırakılan dört bombadan biri, ışıkları kapatılan Yavuz'a direkt bir vuruş yaptı (altta solda). Uçuş ekibi gemi vurulduktan sonra Haliç'e paralel uçarak önce Alman kadrolarına karargâh görevi yapan S.S. General gemisine ardından da Harbiye Nezareti binasına 1300 feet'den ikişer bomba bıraktı. Nezaretin avlusundaki bir ahıra isabet eden bombanın burada bulunan iki hayvanı öldürdüğü ve başka zayiat olmadığı daha sonra öğrenilecekti..

     

Bu arada Türk savunması da boş durmuyor, gecenin karanlığında İngiliz uçağına mermi yağdırıyordu. Saldırı yaklaşık 35 dakika sürmüş, görev sonunda Mondros'a iniş ise saat 03.40 civarında gerçekleşmişti. İniş sonrası yapılan kontrolde uçakta 26 mermi girişi bulunmuş, arıca motorlardan birinin de aldığı hasardan dolayı görev yapamaz hale geldiği anlaşılmıştı..
1917'deki bu son saldırıdan sonra Türk Başkomutanlığı, "Muhaberatı Havaiye Komutanlığı" adında yeni bir komutanlık kurma kararı aldı. Bu birim "Çeşitli yönlerden İstanbul'a doğru gelen düşman uçaklarını haber vermekle görevli bütün birlikler veya gözetleme postalarından gece ve gündüz alınan haberleri telgraf veya telefonla ve diğer muhabere araçlarıyla Başkomutanlığa, Yeşilköy Hava İstasyonu'na, hava savunma birliklerine, donanmaya, emniyet müdürlüğüne ve merkez komutanlığına bildirecek, şehir güvenlik görevlileri de ışıkların söndürülmesini sağlayacak"tı.. 

the winnipeg evening tribune 1917, june 11 constantinople is bombed from air ile ilgili görsel sonucu

İstanbul'un bombalanması görevinden sonra yedek parça eksikliğinden dolayı O/100 uçağı Limni adasında kalmaya devam etti. Burada kaldığı sürede ekip değiştirerek denizaltı keşif görevlerinde, 4 ve 7 Ağustos'da Bandırma'ya, 1 Eylül'de de Edirne'ye yapılan hava saldırılarında kullanıldı..
Limni'den sonra Thasos'da bulunan yorgun Handley Page (üstte sağda), son uçuşunu gene İstanbul'a yapacaktı. 30 Eylül 1917 günü Haydarpaşa tren istasyonunun bombalanması görevine katılan uçak, yağlama borularından birinin kırılması üzerine motor kaybı yaşamış ve bombalarını bıraktıktan sonra Suvla Körfezi'nin 5 mil kuzeyinde denize acil iniş yapmak zorunda kalmıştı. Yaklaşık iki saat su üzerinde kalan uçağa yardım gelmeyince, mürettebat teğmenler Wise, H.R. Aird ve John W. Alcock kıyıya yüzmeye karar vermiş, ardından da Türk birliklerince esir alınarak İstanbul'a getirilmişti..
Mütareke sonrası biten esaretin ardından İngiltere'ye dönen ve Kraliyet Hava Kuvvetleri'nden emekli olan Teğmen John Alcock, iki yıldan daha kısa bir süre sonra Arthur Whitten Brown ile beraber 14 Haziran 1919 tarihinde bir Vickers Vimy uçağı ile Atlantik Okyanusu'nu 16 saat 12 dakikada geçerek ismini havacılık tarihine yazdıracaktı..
İlk defa kıtalararası bombardıman görevine katılarak tarihini ismini yazdıran ve muhtemelen hâlâ Çanakkale Suvla Körfezi açıklarında bir yerde bulunmayı bekleyen 3124 kuyruk numaralı bombardıman uçağı ise havacılık meraklıları ve tarihseverler için ilgi kaynağı olmaya devam ediyor..

kenneth s. savory, 1916 flight route from england to istanbul ile ilgili görsel sonucu

MURAT SÖYLEMEZ'İN #TARİH DERGİ'NİN NİSAN 2019 SAYISINDA YER ALAN "HEDEF İSTANBUL" BAŞLIKLI YAZISINDAN DERLENMİŞ BİR YAZIDIR..                  

984 ) KİMSEYİ BÖYLE PERİŞAN ETME ALLAHIM YETER !..

     

Tarih 15 Nisan 1971..
Beş terörist (Ömer Ayna, Nahit Tören, Zerruh Vakıfahmetoğlu, Avni Gökoğlu ve İbrahim Öztaş) Doktor Rahmi Duman'ın Bakırköy İncirli Caddesi'ndeki köşküne gitti. Doktorun köşkünün arkasında hastanesi de vardı ve çok varlıklı bir insandı. Kapıyı açan çalışanı etkisiz hale getiren teröristler, içeri girdiler.. 
Rahmi Duman'ın köşküne giren terörist grup Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO)'nun militanlarıydı. Amaçları, örgütün gereksinimi olan parayı Rahmi Duman'dan almaktı. Örgüt elemanlarından birinin eve sık sık girip çıkan kız arkadaşı evde çok para olduğunu söylemişti. Bu bilgi üzerine teröristler bir plan yapmışlardı.. 
Ancak doktor evde değildi. Teröristlerin planları bozuldu. Rahmi Bey'in Avusturya Lisesi'nde okuyan on beş yaşındaki oğlu Hakan Duman'ı yanlarında götüren teröristler evden ayrılırken kendilerine üç gün içinde 250 bin lira ödenmesini istediler, aksi taktirde Hakan'ı öldüreceklerini söylediler..
Ve HakanOkmeydanı'nda bir eve götürdüler. Çocuğa çok iyi davranıyorlardı. Canı sıkılmasın diye ona Che Guevara'nın "Gerilla Günlüğü" ile Ostrovski'nin "Ve Çeliğe Su Verildi" adlı kitaplarını verdiler... Militanlar o kadar rahat ve güven içinde hareket ediyorlardı ki, Hakan'ı yazlık sinemaya bile götürdüler ! Teröristler polisle dalga geçiyorlardı. Ancak polisin onları yakalayabilmesi için elinde en ufak bir ipucu bile yoktu..
Kaçıranlar Rahmi Duman'ın evinin polis tarafından dinleneceğini bildikleri için telefonla aramayınca, çaresizlik içindeki  doktor, iki gün "Hürriyet" ve "Milliyet" gazetelerinde teröristlere seslendi :
"İstediğiniz parayı vermeye hazırım, yeter ki evladımın kılına zarar vermeden onu bırakın. Bir baba olarak bunu sizden istiyorum."

Bu gazete yayını sonrasında, teröristler sessizce Rahmi Duman'ın kliniğinde çalışan ve aile dostu olan Dr. Vecihi Demiral ile bağlantı kurmuşlar, parayı kendisinin getirmesini istemişlerdi. Polise kesinlikle haber vermemesini aksi halde Hakan'ı öldüreceklerini yinelemişlerdi..
Biz, Hakan kaçırıldığından beri Rahmi Duman'ın köşkü önünde, üzerinde "Milliyet" yazan gazetenin minibüsünde gece gündüz bekliyorduk.. Son gelişmelerden tabii ki haberimiz yoktu..

Günlerden 18 Nisan 1971 Pazar.. 
Akşamüstü hava kararmaya başladığı saatlerde, bizim minibüsün yanına bir genç çocuk geldi ve el sallayıp köşkün bahçesine girdi. Hakan gelmişti !..

     

Rahmi Duman, doktorluğunun yanında çok iyi de bir şair. Kayseri'nin Efkere Köyü'nde, 1908'deki savaşta şehit düşen bir babanın oğlu olarak dünyaya geliyor.. Ailesi çok yoksul olduğu için yetimler yurduna veriliyor. Çok zeki bir çocuk olan Rahmi Duman, ilkokulu üç yılda bitiriyor. Ardından İstanbul'a gönderilip yetim çocuklar yurduna yerleştiriliyor. İstanbul Erkek Lisesi'ni 1927 yılında bitiriyor, aynı yıl tıp fakültesine giriyor ve 1933 yılında mezun oluyor.
Nörolog olan Rahmi Duman bir süre Bakırköy Akıl Hastanesi'nde çalıştıktan sonra kendi kliniğini açıyor. Gençliğinden beri şiir yazan Duman, bu şiirlerin bazılarını o dönemin çok ünlü ses sanatçısı ve bestekârı Doktor Alâaddin Yavaşça'ya veriyor, o da bu güzel güfteleri besteleyerek dillerden düşmeyen şarkılar yapıyor..



Oğlu Hakan'ın kaçırıldığı günlerde büyük acılar çeken Rahmi Bey, duygularını şu dörtlükle dile getiriyor
  
"Kimseyi böyle perişan etme Allahım yeter
Uyku tutmaz bir ümit yok gelmiyor hiçbir haber
Ağlamaktan gözlerim etrafı artık görmüyor
Hazreti Yakub'a dönderdi hükmi kader.."

Rahmi Duman bu dörtlüğü Alâaddin Yavaşça'ya veriyor, o da besteliyor. Rahmi Duman çok sevilen bu şarkıyı ilk kez dinlediğinde o kötü günler geride kalmasına rağmen hüngür hüngür ağlayarak Dr. Alâaddin Yavaşça'ya (altta) şöyle diyor :
"Yahu... Sen de en az benim kadar o acıyı hissetmişsin."

https://www.youtube.com/watch?v=V70aKu2c2W4

alâaddin yavaşça ve hakan duman ile ilgili görsel sonucu

Yıllar sonra Alâaddin Yavaşça'nın bir sağlık ocağında karşılaştığı iki genç doktordan biri kendisini görünce hemen ayağa kalkar ve yanına gelip "Hocam elinizi öpebilir miyim, ben 'Kimseyi Böyle Perişan Etme Allahım Yeter' şarkısının kahramanıyım" der !..
Bu genç doktor, Rahmi Duman'ın on beş yaşında teröristler tarafından kaçırılıp sonra serbest bırakılan oğlu Hakan Duman'dır (altta).. Babası bu dizeleri, onun kaçırıldığı günlerde çektiği büyük acılarla yazmıştı..

doktor hakan duman ile ilgili görsel sonucu

TUFAN TÜRENÇ'İN, "BABIÂLİ'NİN ÖTEKİ YÜZÜ" ADLI KİTABINDAN DERLENMİŞTİR.. 

983 ) DİŞİ ARSLAN !...

berthe georges gaulis ile ilgili görsel sonucu    berthe georges gaulis ile ilgili görsel sonucu

Fransız siyasetçi Henri Franklin Bouillon Fransızlar adına müzakereleri yürütmek amacıyla 20 Eylül günü Ankara'ya geldi. 20 Ekim 1921'de de Fransızlar ile savaşı bitiren Ankara Anlaşması imzalandı..
Türkiye ile Fransa arasında savaşa son veren bu anlaşmada Berthe Georges-Gaulis'nin payı büyüktü. Meclis zabıtlarına yazıldığı biçimiyle, "Madam Golis" için iki kez teşekkür önergesi verilmişti. 
Tunalı Hilmi Bey Meclis konuşmasında "Bizim için çarpışmaya âşık olmuş o dişi arslana, Madam Gaulis'ye tebriklerle karışık şükran duygularını uçururken," sözlerini kullanmıştı..
Uzun yıllar İstanbul, Beyoğlu'nda yaşayan Berthe Georges-Gaulis (1870-1959) Fransız basını için çalışan eşi ölünce gazeteciliğe başlamıştı. Fransa'nın Osmanlı ile savaşa girmesi üzerine İstanbul'u terk etmek zorunda kalmış, savaş bitince Eylül 1919'da geri dönmüştü. Anadolu'daki milliyetçi komutanlarla görüşmek üzere Batı Cephesi'ne gitmiş, Eskişehir ve Konya'nın ardından Ankara'da Milli Mücadele'nin önderiyle görüşmeyi başarmıştı. Türk davasına destek veriyordu.
Kasım-Aralık 1921'de ikinci kez Ankara'ya geldiğinde Çankaya'nın bahçesindeki evlerden biri onun için hazırlandı. Dilediğini görecek, dilediğini yazacaktı. Berthe, sekizgen odasına, dantelli perdelerine ve çalışma masasına bayıldı. Sabahları gül reçeli ile tatlandırdığı kahvaltılarına Mustafa Kemal'in yaverlerinden Mahmud (Soydan) eşlik ediyordu. Ford otomobil emrindeydi. Meclis'e, elçiliklere ziyarete gidiyor, dilediğinde Mustafa Kemal ile uzun uzun görüşebiliyordu.
Kadın gazeteciye, Ankara basını da yakın ilgi göstermiş, onu "Beş büyük Fransız gazetesinin tanınmış muharriresi" sıfatıyla tanıtmıştı..
Meclis oturumlarını davetli sıfatıyla izleyen ilk kadın olan Berthe Georges-Gaulis, 1 Aralık 1921 tarihli oturumda Meclis locasından Mustafa Kemal'i izledi ve kaleme aldı :
"Çabuk adımlarla, herhangi bir yere basit bir mebus gibi gitti oturdu, dinledi, notlar aldı. Sonra, kurşunkaleminin tersiyle önündeki sıraya üç kez vurdu. Bu, söz istediğinin işareti idi. Başkanlık eden zat, kalem darbelerinin farkında olmamıştı. Paşa, kalem darbelerini aynı jestle tekrarladı, bu sefer bir işaret ona cevap teşkil etmişti, o da ayağa kalktı, toplantı salonunu kendine has yürüyüşü ile geçti, hatiplere ayrılmış yerin merdivenlerini çıktı. Kürsüye gelince önüne birkaç tabaka küçük kâğıt koydu ve başladı. Bu kâğıtlara çok az bakacak, hep irticalen konuşacaktı..
"Çok kısa bir ara verme ile tam beş saat, bu topluluğa hitap edecekti. Düşüncelerine tam hâkimiyetle konuşuyordu. Sözlerindeki şiddet tesadüfi değil, iradi idi. Zarif kalpağı altında, profili bir madalya gibi hareketsizleşiyordu. Sivil kıyafette idi, her zamanki gibi çok güzel giyinmişti. Öteki mebuslarınki ile onun elbisesi arasındaki farkı görebilmek, ondaki kusursuz elbise kesilişini fark edebilmek için, alışmış gözlerin bakması yeterdi.."

berthe georges gaulis ve atatürk ile ilgili görsel sonucu

Hükümetin "Görev ve Yetkilerine Dair Kanun Tasarısı" görüşülmekteydi. Mustafa Kemal, kuvvetler birliğini savunan bir konuşma yapıyordu. Fransız filozof Rousseau'yu da ağır bir dille eleştirmişti. Berthe Georges-Gaulis, o gün kürsüde Mustafa Kemal'in Osmanlı anayasasını eline alıp, "ülkeyi felakete götüren Kanun-i Esasi" diyerek parçalara ayırdığını yazıyor. Berthe Georges-Gaulis, konuşmadan bir de pasaj aktarmıştı :
"Bizim devlet şeklimiz nedir ? Onu ne ile kıyaslayabiliriz ?
"Devletimiz, ne demokratiktir, ne de sosyalisttir. O, diğerlerinin hiçbirine benzemez. O, milli iradeyi, milli hâkimiyeti temsil eder. Mutlaka, sosyal görünüşü ile anlatmak gerekirse : O, halkın devletidir deriz..
"Meclis, bunları bütün kalbi ile dinliyordu. Arada, birtakım sesler yükseliyor, bazı itirazlarda bulunuluyordu. Hocalar ise hatibi destekliyorlardı. 
"Biz fakir ve çalışkan bir milletiz, yaşamak için, kurtulmak için çalışan bir millet. Bu nedenle her birimizin hakkı da vardır, yetkisi de vardır. Ama bizler, bu haklarımızı çalışmak suretiyle elde ediyoruz. Hiç kimseye benzememenin şerefini taşıyoruz. Bununla övünmemiz gerekir (...) Biz, canlarımızı ancak istiklâlimiz için feda ederiz."

mustafa kemal-1 aralık 1921 meclis konuşması ile ilgili görsel sonucu

Fransız gazeteci, Mustafa Kemal için, "Tabiatındaki ani değişiklikler ve ani öfkeleri herkesçe hoş görülmekte, adı saygı ve korku ile anılmaktadır," diye yazmıştı.
Çankaya görüşmeleri kimi geceler, udlu alaturka şarkı akşamlarına ya da danslı gecelere dönüşebiliyordu. Georges-Gaulis, 24 Aralık Noel gecesi Çankaya'ya yemeğe davetliydi. Onun alaturka müzik sevdiğini bilen Mustafa Kemal ud çalan bir grup kadın davet etmişti..
"Akşam kıyafeti içindeki hanımlar, saçlarını bir tül ile örtmüşlerdi. Tül de elbiselerinin rengindeydi. Her biri udunu akort etmiş, önce yarım sesle, tek tek şarkılarına başlamışlardı. Mustafa Kemal Paşa sözleri misafirine tercüme ediyordu. Aşk, ölüm, zafer şarkıları söylüyorlardı. Mustafa Kemal de, gözlerinde ışıklar, tempo tutuyordu.."



Georges-Gaulis'nin Türkiye üzerine yazdığı kitaplardaki Mustafa Kemal izlenimleri özetle şöyleydi :
"Derinliğine inilemeyen ve her an değişen bakışlarında karşısındakini hemen etkisi altına alan bir güç vardı. Biraz saklamaya çalıştığı çelik gibi bakışlarıyla hal ve tavrındaki sadelik birbiriyle çelişir gibi idi..
"Kullandığı kelimelerde tam bir isabet, hızlı ve açık bir muhakeme, daima en nazik ve tatlı bir ifadeye bürünmüş olmakla beraber konuşurken şef olduğunu belli eden bir hava vardı. Yürüyüşü çok zarif, sözleri ve hareketleri çok rahattı.
"Uzun ve ince silueti, zarif yürüyüşü ile, emir vermeye alışık bir komutan olduğunu tahmin etmek pek güç. Hoşa gitmesini ve hoşlanmasını çok iyi biliyor. Her şeyi pek çabuk kavrıyor ve her şeyden duygulanıyor.
"Mustafa Kemal beklemesini bilir, hiçbir şeyi tesadüfe bırakmaz. Ağır ağır inşa eder, arada bir, bilinçli olarak bir darbe vurur. Her olay, kendi saatinde oluşur, hatta en yakınlarına, sırlarını tevdi ettiği kimselere bile tam fikrini açmaz. 
"Anlattıklarındaki açıklık, çarpıcı niteliktedir, hafızalarda asıl kalan şey kanıtlamadaki berraklık, tâbirlerdeki isabettir. Titreşimli sesinde hiçbir şiddet belirtisi yok. Bu titreşimde çelik var, bir tuhaf ahenk var..
"Bu şaşırtıcı sohbet adamının büyük güçlerinden biri, her zaman nasıl bir cevapla karşılaşacağını tahmin etmesi. Zihnî hassaslığı muazzam, gözünden ve aklından hiçbir şey kaçamaz. Başarısının belirgin üç nedeni var : Seziş, ihtiyatlı olma, inceleme..
"Başkalarının tereddüt gösterdiği yerde O, lazım gelen söz ve hareketi derhal bulur.. 
"O, hakikatperesttir.."   

berthe georges gaulis ile ilgili görsel sonucu

KAYNAKÇA : BERTHE GEORGES-GAULIS, "ÇANKAYA AKŞAMLARI" ;  BERTHE GEORGES-GAULIS, "KURTULUŞ SAVAŞINDA TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ" ; İPEK ÇALIŞLAR, "MUSTAFA KEMAL ATATÜRK"          

982 ) ANARŞİSTLERİN BABASI !..

Ä°lgili resim

Lev Tolstoy çelişkiler yumağı gibi görünür, değildir, çünkü dünya ve hayat, o kadar tekdüze gitmez. Lenin, Maksim Gorki ile yaptığı bir röportajda, Tolstoy'un yurttaşı ve dildaşı olmakla iftihar eder ; "Rus köylüsünü hiç kimse bu kont kadar anlayamaz," der ve kısık gözlerinin arkasından övünçle gülümser...
Tolstoy mistikti ama kilise ile arası kötüydü. Rus severler ve kilise adamlarından çok, solcularla ahbaplık etti. Rusya ona tapıyordu, o da Rusya'yı çok seviyordu. Tataristan'ın entelektüel politikacılarından biri söylemiştir : "Dostoyevski bildiğimiz gibi değil, aslında Rusluğu da yücelttiği yok, insanların dramını ve çelişkilerini ortaya koydu. O, insanların tasvircisidir. Ancak Tolstoy (altta 20 yaşında iken, 1848) yüceltir. Rus'tur.."
Gerçekten de Rusya'nın iç ve dış politikasını, savaşlarını, mahkûm milletlerin hakkını bu kadar savunan birinin aslında Rusya'yı yüceltmesi bizimki gibi tekdüze giden edebiyatlar için şaşırtıcı olabilir. Ama Tolstoy'un da, Rus edebiyatının da büyüklüğü ortadadır..

Ä°lgili resim    lev tolstoy and his wife ile ilgili görsel sonucu

Tolstoy kiliseyi sevmiyordu. kilise de onu sevmedi. Ama Hıristiyan'dı. İnançlıydı. İslam dinine yakınlık duydu. Diğer Doğu dinlerine de.. Bu ilgi onun gençliğinde Kazan Üniversitesi'nde Doğu dilleri okuması için yeterli olmadı. Tolstoy orada iyi bir talebe değildi. Mektebi bıraktı. 23 yaşında kumardan iflas etti. Kurtuluşu Rusya'nın ordusunda buldu (üstte). Kafkasya'ya gönderildi. Puşkin ve Lermontov'u büyüleyen Kafkasya.. "Hacı Murat"ı yazdığı ortam.. Kırım Savaşı'nda, Sivastopol'da savaşı tüm acısıyla dile getirdi. Çariçe yazdıklarını gözyaşlarıyla okumuştu. Cephe gerisine çağrıldı. 
Kendi sınıfını ve dünyasını sevmiyordu. Sadece Rusya'nın bürokrasisini değil, 1857'deki Avrupa gezisinde Batı'nın en ileri ülkelerinin devlet yapısını gördü. Rusya'nın aristokratı, Batı dillerini ve edebiyatını çocukluktan öğrenmişti. Bu tip, Avrupa'yı büyük şehrin garında vagondan indiği gün değil, çoktan öğrenmiş iyice incelemiştir. Tolstoy, Avrupa gezisine başladığında Avrupa'yı biliyordu. 1857 onu çarpan bir yıl oldu. Devlet onun için uzak durulması gereken bir aparattı. Bu mistik kont, kilise ve devlet gibi en önemli iki teşkilatın düşmanıydı. Ailesinin mülkü olan Yasnaya Polyana'ya çekildi. Bir bakıma devlet ve düzeni barışçıl bir tutumla reddeden Hristiyan anarşistlerin babası sayılırdı.. 
Rusya, Kropotkin'in yanında, onunla aynı yerde durmasa da, anarşist düşüncenin en dikkate değer adamını yetiştirmiş sayılır..

   lev tolstoy and his wife ile ilgili görsel sonucu

Lev Tolstoy, eski takvimle 7 Eylül 1828'de Yasnaya Polyana'da doğdu. Ama ailesinin malikânesinde ölmedi. 82. yaşına kadar sadece malikânedeki binlerce çocuğu okutmak ve yeni atölyelerde çeşitli zanaat öğretmekle kalmadı, yeni Rusya'nın ahlak düşkünlüklerini, yeni kapitalistleşen Rusya'nın kirlenme diyebileceğimiz etkilerini eleştirdi. 
Dünyanın ve Rusya'nın her yanından akan insanlar, Yasnaya Polyana'yı kutsal bir yer haline çevirmişlerdi. Tuhaf şey, bugün dahi öyledir. İnsanlar ya Dostoyevski'nin evini kutsal yer gibi ziyaret ediyor ya da Tolstoy'un köyünü.. Topraklarını köylülere dağıtmaya kalktığı gün, ona on üç çocuk doğuran karısı Sofya (Behrs) Andreyevna ile müthiş bir kavgaya girişti, köyü terk etti. Bazılarına göre Kudüs'e, daha doğrusu İstanbul'a doğru yola çıkıyordu. Hastalandı ve Astapovo istasyon şefinin evinde, 1910 yılının 20 Kasım günü, zatürreden öldü.. Bütün Rusya sarsılmıştı... Cenaze günü bütün sokaklar bir "aziz"i selamlayan kitlelerle doluydu. Gene de dünyadan habersiz köylülerden bazıları "Bir asilzade ölmüş," dediler...
Tolstoy'u bütün dünya okuyor ve seviyordu. Ama kendisine Nobel Ödülü verilmediğini belirteyim... 

lev tolstoy and his wife ile ilgili görsel sonucu     lev tolstoy and his wife ile ilgili görsel sonucu

Yasnaya Polyana, onun toprağı sürdüğü, atölyede çalıştığı, okul çocuklarıyla ve sayısız torunlarıyla, ailesiyle, köylüleriyle meşgul olduğu yerdi. "Art nouveau" tarzında güzel bir yazı masası vardı (altta). Aynısını İzmir Bornova'da bir otelde gördüm. Herhalde elli-yüz adet kadar imal edilen masalardan biri Tolstoy'a, biri de İzmirli bir Levanten'in önüne düşmüştü. Tolstoy'unki mukaddes emanet olarak ziyaret ediliyor. İzmir'dekinin ise üstünü biçip alt tarafını beyaza boyamışlardı. Zavallı masanın Rusya'daki ikizi gibi kutsanacağı bir çevreyi seçme imkanı olmamıştı..

Ä°lgili resim

Yeryüzünün bu en büyük yazarının yazdıklarını, zavallı eşi Sofya, onun okunaksız yazısından temize çeker, bir tür redaksiyonunu yapardı. Tolstoy temize çekilmiş müsveddenin üzerine iştahla oturur, sayfalar bir daha ciğerci peşkirine döner. Kelimeler gider gelir, pasajlar çıkar, pasajlar girer. Sekiz çocuk büyüten kadıncağız, bir daha temize çeker, sonra bir daha.. Nihayet matbaaya gider, bu sefer defalarca gidip gelen konttan mürettipler yaka silker. Büyük Tolstoy matbaa işçilerinin protesto sedaları ile mürettiphaneden uzaklaştırılır. Bu dünyada kaleme alınan hiçbir eser, onunki kadar tashihten geçmemiştir. Tolstoy'u okumaya, onun üslup ve tekniğine alışan biri, geveze romancıları, Türkçe bilmeyenleri okuyabilir mi ? Tolstoy okunmadan roman olabilir mi ? Ve o okunmadan Rusya anlaşılabilir mi ?..
Tolstoy'un üslubu uzun zaman Rusya'yı etkiledi. 20. yüzyılın ünlü Sovyet yazarı Şolohov, edebiyat çevrelerinde Tolstoy taklitçisi olmakla sorgulandığında, "Onun taklitçisi olabilmekle onur duyarım," diye cevap vermişti..

  lev tolstoy and his wife ile ilgili görsel sonucu    

İLBER ORTAYLI'NIN "DEFTERİMDEN PORTRELER" ADLI KİTABINDAN DERLENMİŞ BİR YAZIDIR.. 

   Ä°lgili resim                 

981 ) KOMİK-İ ŞEHİR !...

   

Meşhur halk sanatçısı, "Komik-i Şehir" Kel Hasan eline geçen parayı kolay kolay harcamazdı. Bu huyunu varlıklı zamanına kadar sürdürmüştür..
Yalnız komikliği ile değil, bu huyu ile de meşhurdur. "Afrikana" adlı temsilde oyun icabı sahnede bir sepet dolusu meyve bulunacaktır. Hasan Efendi bunları tiyatrosunun yanındaki manavdan kira ile almıştır, oyun bitince geri gönderilecektir. Ayrıca aktörlere de buna dokunmamalarını tembih etmiştir..
Halbuki oyunda meyvelerin yenmesi gerekmektedir. Ama Hasan Efendi'nin dediği gibi belli etmeden yer gibi yapılacak, böylece 60 paraya kiralanan bu meyvelerin oyun bitince parası geri alınacaktır. 
Emir emirdir. Bunu kumpanya müdürü Hasan Efendi söylemiştir..  
Ama aktör Armanak böyle yapmadı. Ermeni şivesiyle oyunda :
"Ay içim yanoor, acep bir şeftali yer isem ne oloor ? (Bir şeftali alır, yemeye başlar) Aman ne sulu imiş, böylesini görmedim. İnsanın sulusunu sevmem, velâkin şeftalinin sulusuna bayılırım," der, ağzını şapırdata şapırdata yedikten sonra bu defa bir elma alır :
"Bu elma da misk gibi kokoor, Amasya mı ? Yokisem menşur Hacı Yusuf elması mıdır ? Tadına bakayım ağnarım. Hiçbiri değil, bu Sapanca'nın Ferikpaia elması, tadından yenmoor mübarek ! Elma değil, bayram şekeri, yedikçem ağzım sulanoor," diye kendi kendine söylenir. Derken armutlara gözü takılır. Armanak yine söylenmeye başlar :
"Aman hava da ne sıcak, hararetim bir türlü sönmoor, yemesem dayanamoorum. Mustabey armudu da armutların beyi. Kim demiş armudu say da ye diye ? Ağnamam, yâğnıştır. Kendini sıkı tut, ye yeyebildiğin kadar. Bunlar karşıda durur iken sus pus olunur mu hiç ?.."

Kel Hasan, Armanak'ın yüzüne sert sert bakıyorsa da o oralı olmuyor. Hâlâ ne yiyeceğini düşünüyor. Sanki sahneye oyun için değil de, pisboğazlık için gelmiş. Halbuki Armanak hiçbir oyunda böyle oyun dışına çıkmaz, laubalilik etmezdi. Yoksa meyvelerin yenmeden temsilin tamam olamayacağı hakkında Kel Hasan'a ders mi vermek istiyordu ?..

    

Perde inip oyun sona erince Kel Hasan'ın muhasebecisi, biletçi Dıragon Mehmet, kumpanyanın hesabını yapar. Her oyuncuya rolüne göre para verecektir. Dıragon Mehmet Kel Hasan'ın yanında bir masa önündedir. Kel Hasan :
"Yaz bakalım Dıragon, evvela Armanak Efendi'nin hesabını görelim.
"Söyle Armanak Efendi, ben sana teneke attığım zaman sen neye karşılık vermedin ? Kes bakalım Armanak'tan 2 kuruş Dıragon Efendi..
Armanak :
"Aman paşam etmeyiniz, ayağınızın dibini öpeyim, bir sehfolmuştur, cevabınıza yalvar yakar olurum, bir daha kusur eder isem..
"Sana 'buraya gel !' dediğimde sen neye beni dinlemedin de kıtlıktan çıkmış gibi durmadan önüne geleni yedin ? Bunlar emanet maldı !.. 
Hasan Efendi hiddetle :
"Yaz kâtip, Armanak'ın yediği meyve parasını," der ve ilave eder : "bıldır bıldır yediğin hurmalar, şimdi g..tünü tırmalar !.."
"Aman Hasan Efendi Hazretleri, ben ettim sen eyleme, işitmemişim. Bunu yapmayın, cenabınıza sığınoorum."
Onu kes, bunu kes, derken Armanak para almak şöyle dursun, üstelik borçlu da çıkar. Halbuki bu aktör Hasan Efendi'nin eli ayağıdır, "Çifte Gelinler"de en çok o alkışlanıyordu, ama bir defa Hasan Efendi'nin kafası kızmıştı..

    

Aktörler, sık sık paralarını kesen kumpanya müdürü Kel Hasan'a bir oyun düşündüler, bunu da Kel Hasan'ın en sıkışık anında tatbik edeceklerdi.. 
"Rüyada Taaşşuk" piyesi sahneye ilk defa olarak konuyordu. Hazırlıklar bitmiş, tam perde açılacağı sırada boykot başlıyor. Talepler içinde ücretlerin artması, cezaların iadesi de var. Perdenin açılmasına birkaç dakika kalmıştır. Halk hıncahınç. Oyun merakla bekleniyor, adı da acayip : "Rüyada Taaşşuk", yani rüyada âşık olma.. Halk sabırsızlanıyor. Nerede ise Karagöz'de olduğu gibi :
"Başlar mısın, başlayalım mı ?.." temposunu tutacaklar, fiyasko muhakkak.. Nihayet perde açılır. Sahnede yalnız Kel Hasan vardır. O da koltukta uyumaktadır. Uşağına emirler veriyor. Bu defa koltuktan ayağa kalkıyor, koltukta efendisi varmış gibi onu dinliyor. Yani bir kişi iki kişi oluyor. Bunlar, efendi ile uşak, yolculuğa çıkarlar. Aslında bu da yalnız Kel Hasan'dır. Bir hana gelirler. Uykuda Hasan Efendi üşüdüğünden, yanındakinin yorganını çeker, açıkta kalan sırtını örter. Bu sırada etrafında yarı çıplak kızlar raks ederler. Kel Hasan utanır, kızlardan kaçmak ister, kaçamaz, dizlerinin bağı çözülür. Bunlar cin mi peri mi, anlayamaz. Fakat hepsine de âşık olur. Utanmayı sıkılmayı bir tarafa bırakarak kimisine sarılır, kimisini öper, şiirler, mâniler söyler, naralar atar. Halbuki rüyada sevgilisi diye sarıldığı iskemledir, hatta uzun sırık süpürgesi. Artık Kel Hasan kendinden geçmiştir, ne yapacağını bilmiyor o da. Göbek atıyor, halkı kırıp geçiriyor. Alkış alkış üstüne...
İşte Kel Hasan'ın meşhur "Rüyada Taaşşuk" oyunu bir boykottan doğmuştur.. Aslında ise kendi pintiliğinden. Ama bu piyes de onun şöhretini büsbütün artırır. Hatta "Rüyada Taaşşuk" olmayacak şeyler istemek mânasına geliyor. Halkın dilinden düşmüyor..  



MALİK AKSEL'İN "İSTANBUL'UN ORTASI" ADLI KİTABINDAN ALINMIŞ BİR YAZIDIR..


       

Hürriyet

KAYNAK OLARAK KULLANDIĞIM KİTAPLAR..
-------------------------------------------------------
1.DEVLET-İ ALİYYE.I...HALİL İNALCIK 2.OSMANLILAR..HALİL İNALCIK
3.İMP.'UN EN UZUN YÜZYILI..İLBER ORTAYLI
4.SON İMP. OSMANLI..İLBER ORTAYLI
5.TARİHİN IŞIĞINDA..İLBER ORTAYLI
6.OSM. TOPLUMUNDA AİLE..İLBER ORTAYLI
7.OSM.'YI YENİDEN KEŞFETMEK..İ.ORTAYLI
8.BATILILAŞMA YOLUNDA..İLBER ORTAYLI
9.OSMANLI TARİHİ..A.DE LAMARTINE
10.OSMANLI..CAROLİNE FİNKEL
11.OSM.İMP.TARİHİ..NICOLEA JORGA
12,BÜYÜK TÜRK..NICOLEA JORGA
13.YENİLMEZ TÜRK...NICOLEA JORGA
14.TÜRKİYE TARİHİ..ED.SİNA AKŞİN
15.OSM.DÜNYASI VE İNSANLARI..GÜLGÜN ÜÇEL
16.OSMANLI ORDUSU..GÜLGÜN ÜÇEL-AYBET
17,BU MÜLKÜN SULTANLARI..NECDET SAKAOĞLU 18.YENİÇERİLER..REŞAT EKREM KOÇU
19.SON PADİŞAH..YILMAZ ÇETİNER
20.SORULARLA OSM. ..ERHAN AFYONCU
21. SOKOLLU ...RADOVAN SAMARCIC
22. OSM.İMP.TARİHİ...A.CEVDET PAŞA
23. OSM.GERÇEĞİ..ERDOĞAN AYDIN
24. FATİH VE FETİH..ERDOĞAN AYDIN
25.KADINLAR SALTANATI..A.REFİK ALTINAY
26.DOĞU'YA BAKIŞ..GERALD MACLEAN
27.AT SIRTINDA ANADOLU..FREDERIC BURNABY
28.ABDÜLMECİD..HIFZI TOPUZ
29.ŞAH SULTAN ..İSKENDER PALA
30.FLORANSA BÜYÜCÜSÜ..S.RUSHDIE
31.TARİHİMİZLE YÜZLEŞMEK..EMRE KONGAR
32.PARİS'TE BİR OSM.SEFİRİ..ŞEVKET RADO
33.TARİHİN SAKLANAN YÜZÜ..ÇETİN ALTAN
34.OSM.İMP.'DA SON 300 YIL..ALAIN PALMER
35.KONSTANTİNİYYE..PHİLİP MANSELL
36.TÜRKİYE'NİN SİYASİ İNTİHARI..CENGİZ ÖZAKINCI
37.BU VATAN BÖYLE KURTULDU..EROL MÜTERCİMLER
38.16.YÜZYILDA İSTANBUL..METİN AND
39. ERKEN MODERN OSMANLILAR.. VIRGINIA H. AKSAN-DANIEL GOFFMAN
40."POPÜLER TARİH" VE "NTV TARİH " DERGİLERİ
41.İKİNCİ ADAM..Ş.SÜREYYA AYDEMİR
42.HAYAT..AYŞE KULİN
43.DEVRİM VE DEMOKRASİ..NUMAN ESİN
44.BİR NUMARALI TANIK..KURTUL ALTUĞ
45.İHTİLALİN MANTIĞI..Ş.S.AYDEMİR
46.KUTSAL İSYAN...HASAN İZZETTİN DİNAMO
47.KUTSAL BARIŞ...HASAN İZZETTİN DİNAMO
48.ÇÖL KRALİÇESİ...JANET WALLACH
49.YÖNETMENLER,FİLMLER,ÜLKELER..A.DORSAY
50.AY HIRSIZI...SUNAY AKIN
51.ONLAR HEP ORADAYDI...SUNAY AKIN
52.KULE CANBAZI...SUNAY AKIN
53.LÜZUMSUZ BİLGİLER ANSİKLOPEDİSİ..TAMER KORUGAN
54.PRENS..NİCCOLO MACHİAVELLİ
55.İSTANBUL'DA BİR ZÜRAFA..SUNAY AKIN
56.KIZ KULESİNDEKİ KIZILDERİLİ..S.AKIN
57.AH BEYOĞLU,VAH BEYOĞLU..SALAH BİRSEL
58.İSTANBUL-PARİS..SALAH BİRSEL
59.YAVUZ'UN KÜPESİ..ERHAN AFYONCU
60.OSMANLI PADİŞAHLARININ HAYAT HİKAYELERİ...YILMAZ ÖZTUNA
61.BİZİM DİPLOMATLAR..BİLAL N.ŞİMŞİR
62.KİM VAR İMİŞ BİZ BURADA YOĞ İKEN..CEMAL KAFADAR
63.RÜZGARIN GÖLGESİ..CARLOS RUIZ ZAFON
64.MELEĞİN OYUNU..CARLOS RUIZ ZAFON
65.ORTA DOĞU..TAYYAR ARI
66.ABD-ORTA DOĞU-TÜRKİYE..HALUK GERGER
67.ORTA DOĞU.. BERNARD LEWIS
68.ON BİR CUMHURBAŞKANI ON BİR ÖYKÜ.. CÜNEYT ARCAYÜREK
69.ÖFKELİ YILLAR...ALTAN ÖYMEN
70.ATATÜRK'TEN SONRA BUGÜNLERE NASIL GELDİK ?..CÜNEYT ARCAYÜREK
71.ÇANKAYA...CÜNEYT ARCAYÜREK
72.DEMOKRASİNİN İLK YILLARI..C.ARCAYÜREK
73.YENİ İKTİDAR,YENİ DÖNEM..C.ARCAYÜREK
74.BİR İKTİDAR,BİR İHTİLAL..C.ARCAYÜREK
75.NEREDEYSE BİR BALİNA..STEVE JONES
76.MOSSAD GİZLİ TARİHİ...GORDON THOMAS
77.BARIŞA SON VEREN BARIŞ...DAVID FROMKIN
78.SULARIN GETİRDİĞİ PADİŞAH..CAHİT ÜLKÜ
79.TANK SESİYLE UYANMAK..HASAN CEMAL
80.BİR MANİNİZ YOKSA.. ...AYFER TUNÇ
81.ALATURKAFRANKA..ERCAN ÇİTLİOĞLU
82.SUÇUMUZ MÜKEMMEL OLMAK..S.DUMAN
83.DARBE...STEPHEN KINZER
84.ÖZAL HİKAYESİ..HASAN CEMAL
85.TURGUT NEREDEN KOŞUYOR ? ..E.ÇÖLAŞAN
86.YEDİ TEPE ANADOLU...ALİ CANİP OLGUNLU
87."K", "DERBEDER BİR KAHİN"...CANSU YILMAZÇELİK
88.LATİFE HANIM...İPEK ÇALIŞLAR
89."K",YIKIK BİR SARAYDIR DÜNYA..PERİHAN ÖZCAN
90.BEYAZ PERDEDE KIRMIZI FİLMLER.. ATİLLA DORSAY
91.TEK ADAM..Ş.SÜREYYA AYDEMİR
92.DAHİLER VE AŞKLARI...ÖZCAN ERDOĞAN
93.HAYATIM KİTAP..YAŞAR AKSOY
94.BOĞAZİÇİ ŞINGIR MINGIR..SALAH BİRSEL
95.BİR EKONOMİK TETİKÇİNİN İTİRAFLARI...JOHN PERKİNS
96.CUMHURİYET TARİHİ YALANLARI 1. VE 2. CİLT...SİNAN MEYDAN
97. KOMPLO TEORİLERİ..EROL MÜTERCİMLER
98.ÖNCE KADINLAR VE ÇOCUKLAR..SUNAY AKIN
99.BİR ÇİFT AYAKKABI..SUNAY AKIN
100. BENİM CUMHURİYET'İM..EMİNE UŞAKLIGİL
101.DARAĞACINDA ÜÇ FİDAN..NİHAT BEHRAM
102.NEREYE..CAN DÜNDAR
103.İSTANBUL'DAN SAYFALAR..İLBER ORTAYLI
104.BİZİM İZMİRİMİZ..MELİH GÜRSOY
105.GİZLENEN TARİH..BRİAN HAUGHTON
106.BERGAMA DÜŞLERİMİN ŞEHRİ,İZMİR SEVDAM..SELAHATTİN TURAL
107.GÖLGEDEKİLER..CAN DÜNDAR
108.KIRMIZI BİSİKLET..CAN DÜNDAR
109.YAKAMDAKİ YÜZLER..CAN DÜNDAR
110.GEÇMİŞ AYRINTIDA SAKLIDIR..CEMİL KOÇAK