

Ramazana 15-20 gün kala, vakitli vakitsiz cami ve mescit şerefelerinde müezzinler görülmeye başlar, kandilleri yerine takar, sırası bozulmuşları düzeltirlerken gözü ilişenler : "Rabbime bin şükür, mübarek ay da geldi !.." diye sevinirlerdi. Gelişinin ilk işareti buydu..
1-2 gün sonra, selatin camilerin (padişah yapısı, büyük ve birden fazla minareli camiler) iki minaresi arasında mahya ipleri bağlanırken görenlerde yine memnuniyet ve kutlama !.. "Elhamdülillah, on bir ayın sultanına gene yetiştik çocuklar !..."
Daha ardından Beyazıd Meydanı'nda, Serasker Kapısı'ndan içeri galdır guldur beygirler ve iki tane mantelli top (Atlarla çekilen, tekerlekler üzerine yerleştirilmiş top). Ezanda iftar vaktini gürletecekler...
(Serasker Kapısı : Genelkurmay başkanlığı dairesi. Yeniçeri Ocağı kaldırıldıktan sonra ordu işlerinin yürütüldüğü yer. "Serasker Kapısı" deyimi 1908'e kadar kullanıldı ; bu tarihten sonra "Harbiye Nezareti" denildi)
Seyrine üşüşen üşüşene ; gene hamd eden edene...
Cami kayyumları ve hademeleri başlarında dikişli takke kavuklar, cübbeleri atmışlar, kolları paçaları sıvamışlar.. Köşe bucağın örümcekleri alınıyor, boydan boya halılar, saf saf pabuçluklar süpürülüyor, camlar siliniyor, kandiller sıcak suda yıkanıp parlatılıyor, mihrabın iki tarafındaki büyük pirinç şamdanlar, avludaki abdest muslukları, şadırvanların tasları ovuluyor.
Evkaf'tan (Vakıflar İdaresi) arabalarla yollanan tulum tulum, teneke teneke kandillik zeytinyağları sırtlanıp indiriliyor. İmam efendilerin, müezzin efendilerin "lüpçülerinde" keyif keka !.. Gelsin, el çabukluğu marifetle ham hum şaralop, okka okka evlerine aşıramanto (aşırma) !... Artık sofralarında bol bol, sürekli fasulye pilakisi, zeytinyağlı pırasa !...

İstanbul'un ana caddelerindeki dükkanlar da çeki düzene koyulurdu. Şekerciler pırıl pırıl kalaylı reçel kaplarını yere, renk renk şurup şişelerini raflara dizerler, bakkallar mostralarını (sergiledikleri mallarını) çoğaltarak güllaçları, sucukları, pastırmaları sallandırırlar ; fırınların tezgah etrafları pembe, kırmızı uçurtma kağıtlarının nakışlı oyuklarıyla süslenir, has ekmek, çöreotlu pide, kazanyağlı, susamlı, makarnalık simitleri çıkarmaya hazırlanırlardı..
Bulgar işkembecilere de gün doğardı. Sair vakitler alışverişleri kıt. Civardaki evlerin birine bir misafir damlayacak da çorba ısmarlanacak.. Ya da Balıkpazarı veya Tavukpazarından dönen biri düşecek de, eve eli boş gitmemek için çeyreği sökülüp beyinli bir kelle alacak...
Halbuki ramazan geldi mi kase dolusu çorbaya kuruşu, yarım okka ekmeğe 20 parayı veren bütün fakir-fukara hep birden saldırırlardı...

"On bir ayın sultanı" kapı eşiğine yaklaşırken Beyazid Camii avlusunda keser sesleri, testere gıcırtıları.. Sergiciler inşaata girişirlerdi. Yapılan barakaların büyükçe olanlarına Hereke, Karamürsel fabrikalarının, Feshane-i Amire'nin (1833'te faaliyete geçen fes fabrikası), Mekteb-i Sanayi'nin (Teknik Okul), tütün ve tömbeki rejisinin, İzmir Pazarı'nın ürünleri istif edilir, öbürlerine de antikacılar, sayılı ağızlıkçılar, Buharalı tespihçiler, hacıyağcılar, "kokulu bahar, kokulu bahar" diye nağmeleriyle meşhur kınalı sakallı Acem yerleşir, birkaç gün sonra da ortalık iğne atsan yere düşmez hale gelirdi..

Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın kızı, Sadrazam Yusuf Kamil Paşa'nın karısı, (1881'deki vefatından önce, kocasıyla birlikte Zeynep Kamil Hastanesini yaptıran) Mısırlı Zeynep Hanım Konağı'nın (sonra Fen Fakültesi) önünden dön, aşağıya vur. Sol kolda, medreseden sonraki arsaya, salaş kahvenin damına muşambalar serilmekte. Peykelerine (alçak tahta kanepe) Valide Hanı'ndan kiralanmış halılar yayılmada..
Buraya rağbet, araba piyasalarının tam göbeğine denk gelmesinden çok, kıvrımlı ve dar olduğu için, hanım kupalarının (üstü kapalı dört tekerlekli atlı araba) bu noktada sık sık durmaya mecbur kalmalarından !..
Karşıda Türkiye'nin ilk Türk eczacısı Sakallı Hamdi Bey'in eczanesi. Yanı başındaki, yangından kalma arsaya küçük küçük çadırlar, tahta perdeler kurulurdu..
Kimi nişan atış yeri olur, kimine beş ayaklı buzağı, Hindistan ejderhası, kuzey kutbundan ayı balığı getirilir, kiminde de ayna düzeneği ile vücutsuz bir baş gösterilirdi..
Direklerarası'na gelelim. Faaliyetin başlıcası orada, çaycılarda.. Varı yoğu dışarı çıkarıp duvarları, çerçeveleri boyayan boyayana, yerleri oğduran oğdurana, semaveri, tezgahı pırıl pırıl edip fazla sandalyeler kiralayan kiralayana..

Ramazanın geşine bir alamet de askeri mekteplerin tatil oluşu ve mekteplilerin caddeleri, sokakları dolduruşu idi. Şaban ayının 15'i oldu mu, hepsi birden evci ve sılacı edilirdi..
Harbiyeliler ve Kuleliler koyu lacivert setreli, pantolonlu ; Mühendishaneliler de harçlı (süs için elbiseye çeşitli şekillerde dikilen kaytan, kumaş vs.) üç sıra düğmeli ceketler... Veteriner ve Eczacı Rüşdiye-i Askeriyeliler'de bu ceketlerin açık mavilisi..
İdadi'den Harbiye'ye geçenler yeni taktıkları kılıçlarını şakırdatmada.. Sınıf çavuşlarının kollarında eski 8 rakamı şeklinde, başçavuşlarda 4 kırmızı şerit, yabancı dil bilenlerde 1-2 sarı şerit...
Şeker bayramının son günü mekteplerine dönerler, sılaya gitmişlerse Kurban'a kadar kalırlardı...
( AKŞAM GAZETESİ, 20 Teşrin-i evvel / Ekim 1939)


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder