

"Auto" eski Yunancada "kendi kendine" anlamına gelen "autos", "mobile" ise Latincede "hareket" demek olan, "mobilis"ten alınma.
Canlı bir hayvan tarafından çekilmeyen, buharla, petrolle, elektrikle, basınçlı hava ile, gazla hareket eden arabalara "otomobil" denilmiş..
Otomobilin İstanbul'da ilk görünüşü hemen Meşrutiyet sonrasıdır. O zamana kadar sınırlardan içeri girmesi bir silah, bir bomba kadar yasaktı. Burayı ziyaretinde içine ilk kurulanlar da, Kalamış'ta oturan, Basralı Zübeyirzade Ahmed Paşa'nın iki kızıdır..
Yıldız Sarayı'nın operetçibaşısı, Müzika-yı Hümayunlu Kaymakam Stravolo, İstanbul'a ilk otomobili bizzat kendisinin getirttiğini söylemekte ise de benim bildiğim, gördüğüm bu kız kardeşlere aittir..
Kadınefendilerin, sultanların bindikleri Has Ahır landoları (çift körüklü, dört tekerlekli büyük araba) gibi, krem ipekten storları, açılır kapanır körüğü, şapkalı ve kaküllü bir şoförü vardı..
Kornaya filan gerek yok, motorun gürültüsü yeterli !.. Fenerbahçe burnundaki bostanın yanında, kıyıdaki daracık yolu buldukları zaman, pata küteler duyulmaya başlardı..
Mesiredeki konak, "kira" ve muhacir arabacılarında etekler tutuşurdu : "Baş belası geliyor.."
Arabacılardan ağır küfürlerle yerlerinden atlayan atlayana.. Beygirlerin önüne geçip okların başına sımsıkı yapışan yapışana..
Bu alarm halini gören, arabalardaki hatunlarda, tazelerde bir telaş, bir heyecan ; hep fırlamışlar dışarı : "Şeytan arabası geliyor !.."

O günlerden bir süre sonra, İstanbul içinin en yaman otomobili, Harbiye Nazırı Mahmud Şevket Paşa'nınki oldu. Fiyakalı bir şekilde, köpek düdüğünü öttüre öttüre hazreti şehrin dört bir bucağına taşırken işin "uzmanları" :
"Ne diyorsun ? Saatte 70 kilometreyi haklıyor !.." derlerdi.
O sıralarda taksiler de birer ikişer belirmeye başladı. Taksi diyorsak saati filan yok, gelsin pazarlık.. Yerlerinden kalkmaları ateş pahası.. Sarı liralık olmayan yerlere kıpırdamazlardı bile. Büyükdere, Sarıyer gibi taraflara gitme gelme 12-15 liranın kapısı..
Bu kira otomobilleri içinde en revaçtakiler İranin'in çifte Mercedesleri idi. Mal sahibi, Sultanahmet Belediye Bahçesi'nin karşı köşesindeki tütüncü Abdüsselam idi.. Paraya kıymış, Mahmud Şevket Paşa'nınkiyle aynı markaları alıvermiş..
Devrin en şahane arabalarıydı. 28 beygir gücünde motorlu, karoserleri ahşap, alt gövdelerinde kamyonlar gibi zincir, gürültülü arabalardı..
Tütüncü Abdüsselam'ın bu iki arabasından birini, bir dostumun satın alacağı tuttu. Beğendirme provasında ben de bulundum. Zamanın ünlü şoförü ve makinisti Şapkalı Jozef direksiyona geçti. Kağıthane'ye vurduk, bayırlar indik çıktık. Mükemmel, yıldırım gibi.. Bizim ahbap "kelepir" diyerek, 180 lira altın parayı tıkır tıkır saydı. Araba vapuruyla Üsküdar'ı ve bizim yakayı boyladık. Erenköyü'ndeki eski istasyon caddesinden tren yoluna geçerken müthiş bir "küt" sesi.. Uzman Jozef Efendi, bir kontrol yaptı ve : "Aks kırıldı !" demez mi ?!.. 20 liracık sıkışmış !. Mercedes arabalar Almanya'nın asfalt ve tahta yollarına göre yapıldığı için alçak ve yere basık olurlarmış.. Hemşehrimizin bu parayı da söküldüğünün sonrasında, Kadıköy'e iniyoruz. Yoğurtçu Çayırı'na varırken, bir daha aniden durduk. Lastikler delinmiş, yenileri gerekirmiş. Mişlen markalar 20 bu kadar lira tutarsa da daha uygunları Kontinentaller, Pirelliler 120 kuruş eksiğine alınabilirmiş..
Eski Halile-i Mahmudiye Mektebi önünde, külçe kesilmiş haldeyiz. Tekerlekleri kaldıracak krikoyu ara tara yok !.. Dere kenarındaki kayıkçılara kadar başvuruldu ; 3-4 sırık bulundu. Otomobilin altına sokup, etrafındakilerin de yardımıyla lenduhayı kaldırıp yırtık lastiği perçinleyinceye kadar, yatsılara kadar helak olduk !..
Sonunda, canına "tak" diyen arkadaş, bu alameti yalnızca motoru fiyatına, bir takacıya defetti de kurtuldu ve sadaka verdi !..
O zamanlar İstanbul'a gelen en ünlü otomobiller Fransız marka Panhard, Minerva, İtalyan Fiat idi.. Amerikan arabaları yok derecesinde. Yalnız Ford vardı ki, bir adı da "keçi" !.. Tenekeden diye, "tu kaka".. Satışını yapan, Şişhane Karakolundaki Avigdor idi..
Umumi Harp (I.Dünya Savaşı) yıllarındaki Enver Paşa'nın, Cemal Paşa'nın, Maginot Hattı gibi tepeden tırnağa silahlı otomobillerinin meşhurluğunu unutmayalım...
SERMET MUHTAR ALUS'un "Eski Günlerde" adlı kitabından derlenmiştir.. Bu yazı, "Akşam" gazetesinde, 19 Şubat 1940 günü yayımlanmış..

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder