

"Silahlı Kuvvetler Birliği", 14'lerin yurtdışına gönderilmesi sırasında hızla örgütlenen bir ihtilalci subaylar hareketi olarak başlamış, daha sonra Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay'ı da aralarına katmışlardır.
Bu harekette etkili olan subaylar, Harp Okulu Kumandanı Talat Aydemir, Ankara Merkez Kumandanı Selçuk Atakan, Jandarma Okulu Kumandanı Necati Ünsalan ve Hava Kuvvetleri Harekat Başkanı Halim Menteş idi. Bunlar, İstanbul'da, İstanbul 66. Tümen Komutanı olan Faruk Güventürk ve diğer bazı subaylara dayanıyordu. Bu subaylar, 27 Mayıs İhtilali'ne katılamamış ya da katıldığı halde Milli Birlik Komitesi'ne (MBK) girememiş ama Komitedeki arkadaşlarına sokularak, mevki ve makam sahibi olmuş kişilerdi. Örneğin Talat Aydemir, 27 Mayıs sırasında Kore'de görevliydi. Kore dönüşünde, arkadaşları tarafından Harp Okulu Kumandanlığına getirilmişti..
Aydemir, Ünsalan ve Menteş ; getirildikleri bu kilit noktalarda, MBK'nin parçalanmasını izlerken biraz da kışkırttılar. Komitenin zaafa düştüğü sırada ise, bir güç haline geldiler. Bunu planlı bir şekilde yaptıkları kesin. Amaçları, zayıflayan ihtilal kadrolarından üstün olup, gerçek anlamda bir ihtilal gücü haline gelmekti. Bunu da başardılar. Ankara'da güç kazanarak, Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay'ı da etki altına aldılar.


Böylece gerek Ankara'da, gerekse İstanbul'da başlıca birlik kumandanlarının katıldığı bir örgüt, gerçek iktidar haline dönüştü.. Komite'den, onlarla işbirliği içinde olanlar da vardı. Havacılarla işbirliği içinde olan Mucip Ataklı, (üstte solda) karacılarla işbirliği içinde olan Ekrem Acuner hizbi, hep "birlik" içerisindeydi..
Cemal Madanoğlu, Cemal Gürsel ve Osman Köksal bu Cuntaya karşı çıktı. Bunun üzerine Cunta, MBK içindeki Madanoğlu-Köksal otoritesine karşı bir gövde gösterisine girişti.
Madanoğlu-Köksal-Gürsel üçlüsü, Hava Kuvvetleri Kumandanı İrfan Tansel'i 6 Haziran 1961'de başka bir göreve atamak istedi. "Silahlı Kuvvetler Birliği" ilk başkaldırısını işte bu olayda sergiledi ve Cevdet Sunay'a 6 maddelik bir ültimatom vererek bunun yerine getirilmesini Devlet Başkanından istedi. Ültimatom şöyle idi :
"1. Korgeneral İrfan Tansel, eski görevi olan Hava Kuvvetleri Kumandanlığına iade edilecektir.
2. Milli Savunma Vekili Muzaffer Alankuş, Kara Kuvvetleri Komutanı Şefik İlter, Deniz Kuvvetleri Komutanı Zeki Özak emekliye sevk edileceklerdir.
3. Hava Kuvvetlerinde bizim harekatımıza karşı duranlar, Hava Kuvvetleri Komutanının (İ.Tansel) düzenleyeceği listeye göre emekliye sevk edileceklerdir.
4. Korgeneral Cemal Madanoğlu (altta solda) Sıkı Yönetim Komutanlığından, Osman Köksal (altta sağda) Muhafız Alayı Komutanlığından alınacak ve MBK içindeki görevlerine döneceklerdir.
5. Orduda yapılacak tayin, terfi ve tasfiyelere, MBK karışmayacaktır.
6. MBK üyelerinden hiç birisi bundan sonra MBK'dan tasfiye edilmeyecek ve istifaya zorlanmayacaktır."


Bu ültimatomun ciddiliğini göstermek için, İrfan Tansel'i destekleyen Halim Menteş ve Mucip Ataklı hizbi -ki Talat Aydemir ve ekibi de bunların yanındadır - Ankara'daki birlikleri alarma geçirdiler, uçakları havalandırdılar..
Bunun üzerine Cemal Gürsel, verdiği emri geri almak, Madanoğlu ise hem Ankara Komutanlığı görevinden hem de MBK'den istifa etmek zorunda kaldı.
Böylece MBK'nın etkinliği sıfırlanmış oldu. Etkinlik tamamen Cunta'ya yani "Silahlı Kuvvetler Birliği"ne geçti. Müdahale tamdı..
"Birlik" artık belirli bir ordu içi oluşum haline gelmişti. Bu Albaylar Cuntasının Ankara kolunda Talat Aydemir, İstanbul kolunda ise Faruk Güventürk ve Emin Aytekin, "en hareketli üye" olarak göze çarpıyorlardı..
15 Ekim 1961'de Genel Seçimler yapılır. "Silahlı Kuvvetler Birliği",daha Meclis açılmadan, TBMM'nin önlenmesine ve ordunun iktidara tekrar el koymasına teşebbüs eder. Bu "direniş" Ankara'da Talat Aydemir'in beyanları ile açığa vurulduğu gibi ; İstanbul'da da, başta Cemal Tural olmak üzere 10 general ve amiral ile 28 albayın imzaladıkları bir protokol ile karar altına alınır. Bu protokole "21 Ekim Protokolü" denir. Amaç ; 25 Ekim'den geç kalmamak üzere hükumeti tasfiye etmek, Meclis'in kuruluşunu ve açılışını önlemek ve bazı sivillerin de davet edileceği bir askeri hükumete gidilerek bu hükumetin üstünde "Silahlı Kuvvetler Birliği"nin mutlak kontrolünü yürütmektir. Hatta bir Kabine listesi bile hazırlanmıştır. Başbakanlık görevi Kazım Orbay'a önerilecektir..
Protokol hemen Ankara'ya getirilir, Cevdet Sunay ve diğer kuvvet komutanlarına bilgi verilir. Artık her şey hazırdır.. Ankara'da üç albay ; Talat Aydemir (altta solda), Emin Arat ve Deniz Albay Nazım Özkan, hareketin merkezindedirler..
Fakat, İsmet İnönü, her nasılsa, bu protokolden, daha imzalanır imzalanmaz haberdar olmuştur. Bu kez girişimin merkezi İstanbul görünmektedir ama kendisinin gitmesi uygun düşmeyeceği için, derhal damadı Metin Toker'i çağırır, ona mesajını iletir ve İstanbul'a gönderir. Toker, İnönü'nün mesajını protokolün en başında imzası bulunan İstanbul Askeri Valisi Refik Tulga'ya (üstte sağda) nakledecektir. İnönü'nün mesajı şudur : "Eğer böyle bir şeye kalkışırlarsa, kendisi bunun kesin ve açık olarak karşısındadır."
İşte o sıradadır ki protokol de Ankara'ya getirilmiş ve Cevdet Sunay'a sunulmuştu. Tabii bu arada İnönü'nün tavrı da öğrenilmişti. Ortada hemen bir gevşeme havası esti. Sunay ve Kuvvet Komutanları işi artık onaylamaz görünüyorlardı. Bir başka çözüm yolu aranmalıydı.
Kaldı ki Metin Toker de, "İsmet Paşa'yla On Yıl" adlı kitabında, bütün bu harekete karar verenleri, darbeden sonra ülkede ne yapacakları hakkında hemen hiç bir fikir ve programlarının olmadığını, daha İstanbul'da yaptığı konuşmada anladığını yazar..
Protokolün imzasını takip eden 23-24 Ekim günleri, "ihtilal heveslileri" arasında kararsızlık, bölünmeler olur. Sonunda Ordu, isteklerini dört maddede toplar :
1. Gürsel'in cumhurbaşkanlığı garanti edilecek..
2. "Eminsular" tekrar Orduya alınmayacak..
3. "147'ler" Üniversite'ye dönmeyecekler..
4. Yassıada suçları affedilmeyecek..
İnönü de temaslara başlar.. Sonuçlar da alır..
1. madde zaten yürüyecektir.. 2. madde Orduyu ilgilendirir.. Ama 147'ler maddesi kalkacaktır.. Yassıada suçları ile ilgili son maddeye ise "şimdilik" kaydını sokturur İnönü.. Böylece, ilerideki bir tarihte bu suçluların affı da sağlanmış olur. Nitekim İnönü koalisyon başkanı olduğunda, aflar da tamamlanır..
24 Ekim'de, Çankaya'da kumandanların ve "Silahlı Kuvvetler Birliği" temsilcilerinin önünde, Parti liderleri bir masa başı toplantısı yaparlar. Bu şartları kabul, imza ve taahhüt ederler.
Böylece 25 Ekim darbesi kararı suya düşmüş olur. Aynı zamanda 21 Ekim Protokolü de tarihe karışmış olur...
26 Ekim'de Meclis açılır. Cemal Gürsel Cumhurbaşkanı seçilir. Parlamento rejimine geri dönülmüştür. 15 Kasım'da da, İnönü başkanlığında CHP ve AP koalisyon hükumeti kurularak "koalisyonlar dönemi" başlar...
Ortalık durulur mu ? Hayır !.. "Birlik" gene ayaktadır.. Gene toplantılar yapılır, protokoller imzalanır, hükumet darbeleri ve ihtilaller hazırlanır.. Hedef bu sefer İnönü ve koalisyon hükumetleridir.. Albay Talat Aydemir artık gizlenmeye gerek duymaz, hep sahnededir. Harp Okulu öğrencileri yeni yürüyüşlere, yeni bir ihtilale hazırdır..
İnönü 17 Ocak 1962'de radyoda şöyle konuşur :
"Demokrasiden vazgeçen kapalı bir sisteme asla izin vermeyeceğiz !.. Bunun karşısında mücadele edeceğim !.."
Halbuki Cunta tam aksi görüştedir. Demokrasiden vazgeçmek ve kapalı sisteme gitmek istemektedir..
19 Ocak 1962'de, Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay, Ankara'daki bütün kumandanları kendi başkanlığı altında toplar. Saat 17.00'de başlayan toplantıya 72 komutan katılır.. Sunay, Ordudaki huzursuzluğu bildiğini, fakat İnönü hükumetini desteklemek gerektiğini, İnönü başta bulundukça çıkar yollarının da bulunacağını ve ihtilal girişiminin bilinmez felaketler getireceği hakkında sayar, döker.. Onun konuşmasının ardından diğer komutanlar ve generaller de aynı fikirde olduklarını bildirirler. Fakat sıra albaylara geldiğinde hava değişir.. Jandarma Okulu Komutanı Necati Ünsalan, "Bu memleketin kaderi, 80 yaşında bir ihtiyara terk edilemez !" der..
Daha sonra sahneye Talat Aydemir çıkar.. Sert bir dille, "Bu memlekette yüzde yüz, ikinci bir ihtilal olacağına inanıyorum !" der..
Bu sözler bir ihtilalciden çok, bir ihtilal delisinin, bir ihtilal tutkununun sözleridir ve sonunda onu idama kadar sürükleyecektir..

ŞEVKET SÜREYYA AYDEMİR'in "İkinci Adam" adlı üçlüsünün 3. ve son cildinden derlenmiştir..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder