

Birinci Dünya Savaşı sonunda Enver Paşa, amcası Halil ve kardeşi Nuri Paşalara, "Belki görünüşte Azerbaycan'dan ve Kuzey Kafkasya'dan çekileceğiz. Kuvvetlerimizi çekmiş görünmeye mecbur olacağız," diye yazıyordu.
Enver Paşa, 26 Ekim 1918'de Nuri Paşa'ya gönderdiği şifreli telgrafta ise, "Burada çalışacağım mühim bir iş olmazsa, sıkılmamak için, Azerbaycan'a gelerek hem orada, hem Kuzey Kafkas'ta çalışmak hatırıma geliyor.." diyerek onun görüşlerini soruyordu..
Oysa kısa bir süre sonra Nuri Paşa da buralardan çekilmek zorunda kalacak ; Sovyetler ile anlaşmaya, sosyalist görünmeye (Halk Şuralar Fırkası) ve Enver Paşa'nın Anadolu'ya geçmesini sağlamaya çalışma maceralarının ardından, umudunu kesip Almanya'ya yerleşecekti. Enver Paşa bir ara Berlin'e kardeşleri için para göndermiş, burada ailesinin kalması için tutulan 16 odalı konutun kirasını da ödemişti..
Nuri Paşa, Türkiye'ye döndükten sonra işadamı olarak tanınmaya başladı. 1938'de satın aldığı Zeytinburnu'ndaki kok kömürü üreten işyerini, daha çok askeri gereçler (matara, gaz maskesi, mermi vb.) yapan bir madeni eşya fabrikasına dönüştürdü. Sonra da, bu fabrikayı 1945'de Sütlüce'ye taşıdı. Artık brand havanları, mermi ve tabanca üretiyor, bunları Savunma Bakanlığı'na satıyordu. Ayrıca dış ülkeler için üretim yapmaktaydı. Mısır, Suriye ve Pakistan'dan siparişler almıştı..

2 Mart 1949 günü saat 17.00 dolayında fabrikada korkunç bir patlama oldu. Neredeyse bütün İstanbul'dan işitilen, Eyüp, Sütlüce, Hasköy ve Halıcıoğlu'ndaki hatta Kasımpaşa'daki evlerin camlarının kırılmasına yol açan bu patlamayı bir ikincisi izledi. Gökyüzüne simsiyah dumanlar yükselmeye başladı..
Patlamadan sonra Haliç'e ve çevreye demir parçaları, ceset parçaları savruldu. Bu demir parçalarından yaralananlar oldu.. Patlamalar birbirini izliyordu, ama bunlar ilk iki patlama şiddetinde değildi. Ortalığa yoğun bir barut kokusu yayılmıştı. Yoğun duman arasında olay yerine gelen itfaiye, su sıkamıyor, eli kolu bağlı bekliyordu. Yakınları fabrikada çalışanların çoğunlukta bulunduğu bir kalabalık da çevreden koşup gelmiş, olay yerinin yakınında toplanmıştı..
Söndürme çalışmalarına girişen itfaiyecilerden altısı, sürüp giden patlamalar sırasında öldü.
Kentin ortasında cephane fabrikası kurmak da, buna izin vermek de başlı başına birer cinayetti. Buna "ihmal" denildi. Soruşturma raporuna göre, ilk patlama kimyahanede olmuş, buna da "tav dolabındaki fulminata fazla cereyan verilmesi" yol açmış, çok geçmeden ateş cephane deposuna sıçramıştı..
Fabrikanın Galvano Kısmı Şefi Hamdi Aknesil ise şunları söylüyordu :
"Fabrika beton bir bina idi, fakat döşemeleri tahtadandı. İlk patlamanın olduğu yer iki kanattan ve bunları birleştiren bir koridordan oluşur. Sol kanatta kimyahane, bunun altında ise patlayıcı maddeler deposu vardı. Bu iki katı birbirinden ayıran döşemelerin tahta oluşu, patlamaya yol açan etkenlerin başında gelmektedir. Öte yandan işin garip yanı da şudur ki, dünyanın en tehlikeli işinin görülmekte olduğu bu fabrikada bir kalorifer tesisatı bile yoktu. Odalar sobayla ısıtılmaktaydı. Bu bakımdan patlamaya değil, bu olayın nasıl olup da şimdiye kadar vuku bulmamış olmasına şaşıyorum !.."
Ölü sayısı üzerine değişik rakamlar verildi. Resmen 17 ölü, 10 kayıp, 27 yaralı saptandığı açıklandı. Nuri Killigil de ölen 27 kişi arasındaydı..
Konu, 18 ve 23 Mart'da Meclis'te tartışıldı. Kimi milletvekilleri, "Olay örtbas edilmeye çalışılıyor" diyorlardı. Başbakan Refik Saydam, 23 Mart günlü oturumda bilgiler verdikten sonra kapalı oturuma geçildi..
Olay üzerinde birtakım soru işaretleri bulunmaktadır. Bunun "ihmal" değil, "suikast" ya da "sabotaj" olduğu öne sürülmüştür. Silah satışının kimi devletlerin silahlanmasına yol açması ve bunun birtakım başka devletleri tedirgin etmesi dolayısıyla, ilk akla gelen bu gibi olasılıklardır..
Bir başka olasılığa daha dikkat çekelim : Nazi Almanya'sına ait Dışişleri belgeleri, II.Dünya Savaşı sonrasında Sovyetlerin eline geçmişti. Savaş sırasında Sovyetler Birliği'ni parçalama planlarına katılan, söz konusu belgelerde "Fabrikasındaki işçilerin Sovyetler Birliği'nde sabotaj eylemlerine girişebileceğini" bile söylediği iddia edilen Nuri Killigil'e Rusların iyi gözle bakmayacakları kuşkusuzdur..
NOT : Aşağıda görülen kitaptan değil, sadece fotoğraftan yararlandım..

KAYNAKÇA :
ŞEVKET SÜREYYA AYDEMİR, "Enver Paşa, C.3" ; BAHA KAYSERİLİOĞLU, "Bir İhmalin Acı Akıbeti" ; JOHANNES GLASNECK, "Türkiye'de Faşist Alman Propagandası" ; ALPAY KABACALI, "Türkiye'de Siyasi Cinayetler"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder