Türkiye'nin NATO'ya girmesinde en büyük etkiyi yaptığı genellikle kabul edilen Sovyet tehditlerinin gerçek olup olmadığını, Stalin'in hakikaten harekete geçme niyeti ve potansiyeli bulunup bulunmadığını sorgulamanın pek anlamı yoktur. Çünkü uluslararası ilişkilerde önemli olan algılamadır ve Türkiye o dönemde sübjektif olarak büyük bir tehdit algılamıştır. Fakat o dönemin direkt yansıması olarak Türkiye'de hala sürdürülen genel kanının aksine, ülkemizin bu Sovyet tehdidinden ABD'nin müdahalesiyle kurtulduğu yorumu objektif olarak yanlıştır..
Bir kere, 26 Eylül 1939'da Moskova'da başlayan Saracoğlu-Molotov görüşmelerini (Sovyetler, 17.12.1925 tarihli Dostluk ve Tarafsızlık /Saldırmazlık Antlaşmasının süresini uzatmayacağını ve bu antlaşmanın feshi isteklerini bildirmişti) ve 19.03.1945'deki notayı saymasak bile ; Sovyet baskısının açıkça başlamış sayılabileceği en geç tarih, 7 Haziran 1945 Molotov-Sarper görüşmesidir. Oysa, ABD'nin Türkiye'yi desteklediğinin ilk belirtisi olan "Missouri" zırhlısının Türkiye'ye gelişi 5 Nisan 1946'dadır. Bu 10 aylık süre içinde Türkiye tamamen kendi başına ve başarıyla direnmesini bilmiştir..


İkincisi, "ABD müdahalesi" olarak bilinen Missouri'nin gelişini kabul etmek tartışmalıdır, çünkü Sovyetler Birliği notalarını bu ziyaretten tam dört ay sonra, 7 Ağustos 1946'da, vermeye başlamıştır. Demek ki Missouri Sovyetler'i caydırmış filan değildir !..
Üçüncüsü, ABD müdahalesi olarak Truman Doktrini kabul edildiği takdirde, ki kamuoyunda esas olarak bu görüş egemendir, bu doktrin sonuncu Sovyet notasının 18 Ekim 1946'da Türkiye tarafından reddinden 5 ay sonra, 12 Mart 1947'de ilan edilmiş ve Türkiye'ye uygulanmıştır..
Burada gördüğümüz şudur ki ; Türkiye'nin NATO'ya girmesi için NATO zorlamamıştır, hatta İngiltere ve İskandinav ülkeleri karşı çıkmıştır. Üstelik Türkiye, örgüt daha kurulmadan önce, 1948 Kasım'ında bir kere, kurulduktan sonra da iki kere başvurmuş ve reddedilmiştir.
Demek ki, girmek için çok uğraşan ve bu amaca ulaşabilmek için Kore'deki savaşta 721 şehit veren, Türkiye'dir...
Burada belirleyici olan, uluslararası sistemin yapısından çok, Türkiye'nin sosyo-psikolojik durumu ve bu durumu kullanan sınıfsal yapısıdır...
Diğer yandan, Türkiye'nin bu dönemdeki kötü ekonomik durumunun suçunu NATO'da bulmak da doğru değildir. NATO bağımsızlığa engel olarak algılanabilir ama, kalkınmaya engel değildir.. Her ne kadar ABD bu dönemde Türkiye'nin sanayileşmesini önlemeye çalışmışsa da, Türkiye'nin ekonomik bakımdan içine düştüğü durum, güttüğü plansız ve programsız ekonomik politikayla açıklanmalıdır..

NATO'ya girişin o dönemde hemen herkes tarafından itirazsız desteklenmesinin bir nedeni de, ülkedeki demokrasi eksikliğidir.. 2000'li yıllarda bile birçok Türk vatandaşı AB'ye girişi sırf bu nedenle desteklemiyor mu ?..
Türkiye'nin o dönemde bağımsızlığını kısıtlayacak bir dış politika izlemesi, William Hale'in deyişi ile, "Dulles'tan daha Dullescı bir komünizm fobisi sahibi" olmasının sonucudur.. Tabii bu fobiyi, Menderes'in psikolojisinde aramak doğru olmaz ; tamamen iflas etmiş bir rejimin bu komünizm tehlikesini abartarak dış yardım ve dış borç almak isteme stratejisinde aramak gerekir..
Aslında Türkiye, 1945-47 yılları arasında, Sovyetler Birliği karşısında yalnız olduğu halde, Sovyet isteklerine boyun eğmemiştir. Eğer bu sırada bir Sovyet saldırısı karşısında kalsaydı, Batı'nın Türkiye'nin yardımına koşacağına dair hiçbir belirti yoktu... Bugün de bazı ABD'li yöneticilerin uluorta öne sürdüklerinin aksine, savaş sonrası Sovyet tehditlerinin karşısında Türkiye'nin direnmesi ve Sovyet boyunduruğunun altına girmemesi, Amerikan yardımı sayesinde değil, Türkiye'nin kendi direnme azmi sayesinde olmuştur..
Buna rağmen, ABD ile Türkiye arasında, 12 Temmuz 1947'de bir yardım anlaşması imzalandı ve Türkiye, Truman Doktrini yoluyla yardım almayı kabul etti..
8 maddelik bu anlaşmanın 2. maddesinde, "(...) yardımın kayıt ve şartlarının ABD'nin Türkiye'deki diplomatik misyon şefi ile Türk hükumet temsilcileri arasında yapılacak danışma toplantılarıyla" saptanacağı, fakat, "(...) yapılacak olan bu muayyen yardımın mali şartlarının peyderpey iki hükumetin mutabakatı ile önceden" belirleneceği belirtiliyordu..
Aynı maddede, "ABD Misyon Şefi'nin, Türkiye hükumetine bu anlaşma gereğince sağlanan yardımın gayelerinin elde edilmesine yarayabilecek bilgi ve teknik yardımı" sağlayacağı da ifade edilmekteydi.
2. maddenin ikinci paragrafında, Türkiye'nin kendisine verilen bu yardımı "amaçları dışında" kullanamayacağı ve yardımın kullanımının ABD'li görevlilerin denetimine açık olduğu da hükme bağlanmaktaydı !..
Yardımın "veriliş amacı", anlaşmanın giriş bölümünde şöyle belirtilmişti :
"Türkiye'nin hürriyetini ve bağımsızlığını korumak için ihtiyacı olan güvenlik güçlerinin takviyesini sağlamak ve ekonomisinin istikrarını korumak.."
Anlaşmanın 4. maddesi, iki ülke yetkililerinin "yorum farkı" nedeniyle önem taşımaktaydı : "Türkiye hükumeti, ABD hükumetinin izin ve onayı olmadan, yardım olarak aldığı hiçbir malzeme ve bilginin mülkiyet ve zilyetliğini devredemez, bu malzeme ve bilgiyi verildikleri amaçlar dışında kullanamaz.."
Böylece, Türkiye'nin ABD'den aldığı silahları, kendi topraklarına yönelik bir saldırı durumu dışında kullanabilme olanağı ortadan kalkmış oluyordu !. O dönemde önemsenmeyen bu konu, 1964'deki Kıbrıs Olayları sırasında epey can sıkacaktı.
Eski Savunma Bakanı McNamara'nın tanımına göre, "ABD'nin kendi savunmasının bir devamı" olan askeri yardımdan, 1950-1966 arasında Türkiye'nin payına düşen, "bakım" ve "nakliye" dahil, 2 milyar 270 milyon 306 bin dolardır. Yılda ortalama 140-150 milyon dolar tutmaktadır bu yardım..
Önce "yardım"dan ne anlaşıldığına bakalım.. Yardım toplamına dahil edilen "nakliye", kesin rakamı açıklanmamakla birlikte, önemli yekun tutmaktadır ve Amerikan nakliyecilerine ödenmiştir. "Bakım" ise, zaten zaten kullanılmış aldığımız, II.Dünya ve Kore savaşları artığı, sık sık arızalanan askeri malzemelerin yedek parça gereği, Türkiye'deki NATO personelinin ihtiyaçları gibi masrafların karşılanması için verilen paradır !..

Sonra neler mi olur ?.. Kıbrıs'a çıkmak üzere olan Türkiye'nin Başbakanı İsmet İnönü'ye, ABD Başkanı Johnson'dan bir mektup gelir.. 5 Haziran 1964 tarihli mektubun bilhassa son bölümü çok onur kırıcıdır :
"Aynı zamanda, yardım alanında Türkiye ve Birleşik Devletler arasındaki iki taraflı anlaşmaya dikkatinizi çekmek isterim. Türkiye ile aramızda mevcut Temmuz 1947 anlaşmasının 4. maddesi uyarınca askeri yardımın, veriliş amaçlarından başka gayelerde kullanılması için hükumetinizin Birleşik Devletler'in onayını alması gerekmektedir. Hükumetiniz, bu şartı tamamen anlamış bulunduğunu muhtelif vesilelerle Birleşik Devletler'e bildirmiştir. Mevcut şartlar altında Türkiye'nin Kıbrıs'a yapacağı müdahalede Amerika tarafından sağlanan askeri malzemenin kullanılmasına Birleşik Amerika'nın onay vermeyeceğini size bütün samimiyetimle ifade etmek isterim.."

KAYNAKÇA :
William Hale, "Türk Dış Politikası" ; Doğan Avcıoğlu, "Türkiye'nin Düzeni" ; Haluk Gerger, "Türk Dış Politikasının Ekonomi Politiği, Soğuk Savaştan Yeni Dünya Düzenine" ; Oral Sander, "Türk-Amerikan İlişkileri 1947-64" ; Baskın Oran, "Türk Dış Politikası, C.I" ; Haluk Ülman, "Türk Amerikan Diplomatik Münasebetleri" ; Mehmet Gönlübol, "Türkiye ve İkili Anlaşmalar" ; İsmail Cem, "Türkiye'de Geri Kalmışlığın Tarihi"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder