
Tarih boyunca kimi zaman "beyaz altın" diye nitelenen tuz konusunda Antikçağ'da mitolojik gelenekler oluşmuş ve Hristiyanlarda tıpkı ekmek ve şarap gibi tuza da bir kutsallık yakıştırılmıştır. İlk tuz pazarları bu dönemde oluşmuş ve tuz üretimi ile tüketimi arasındaki ekonomik aşamaların her adımında devlet denetimi konmuştur. Her halkın kendi özel tuz kaynakları bulunduğu için hiçbir halk, tuz konusunda komşusu ile savaşmamış ve Eskiçağ'da tuz, stratejik bir malzeme olmamıştır..
Ekmek ve tuz, Eskiçağ insanının vazgeçilmez iki temel gıdası idi. Almanca'da "Tuz ve ekmek, yanakları kırmızı yapar, açlığı sona erdirir" şeklinde bir deyiş vardır. Bizdeki, "birinin ekmeğini yemek" deyişine benzer şekilde Batı'da, "birinin tuzunu yemek" deyişi de vardır ve birisine karşı minnet borcunu ifade eder..
Halk inancında tuzun büyüyü bozma ya da kovma rolüne inanılıyordu. Yemek sonunda son ekmek lokmasına tuz serpilip yenmesi bununla bağlantılı olup, ayrıca sindirim kolaylaştırıcı etkisi de vardır. Ortaçağ Avrupa'sında Şeytan'ın yanaşmaması için kadınlar kulaklarının içine, erkekler ise şapkalarının kenarlığına tuz koyarlardı. Tuz cadılara ve cadılığa karşı da koruma sağlardı. Ölüm yatağındaki bir hastayı ziyarette, ateşe tuz serpilir, böylece Şeytan'ın oraya uğraması önlenirdi. Meklenburg kentinin göre, ağır hastalıktan yatan bir hastanın ölüp ölmeyeceğini kestirmek üzere, hasta odasına giren kişi avucunun içine bir miktar tuz koyduktan sonra sessizce içeri girip bir süre beklerdi. Tuz nemlenirse hastanın öleceğine hükmedilir, kuru kalırsa hastanın iyileşeceğine inanılırdı..
Tuz, tanrılara adanır, ilaç olarak, konserve yapımında ve yiyecekleri çeşnilendirmede kullanılırdı.


Karadeniz kıyısında, İÖ 1000-500 yılları arası dönemin Kafkasya'sında ve İsviçre'deki Neugenburger Gölü yakınındaki bir sığlık yerden adını alan ve İÖ 450 ile Milat (Takvimdönümü) arası dönemi kapsayan "La-Téne dönemi" Avrupa' sında, tuzlu su ateşte kurutularak tuz elde edilmiş, alttan odun ateşi ile ısıtılan sandık biçimi kaplar kullanılmıştır. Ağrı Dağı yakınlarında Kulp yöresindeki verimli kayatuzu yatakları yüzyıllar boyu işletilmiştir..
Kimyasal açıdan sodyum klorür (NaCl) bileşiği olan adi tuz, çok eski bir dinsel inanç malzemesidir. Eski Mısır'da gıda koruma önlemleri arasında kurutma ve tuzlama yöntemleri en başta geliyordu. Eski Mısır'ı ziyaret eden Herodotos, Teb kentinden on günlük uzaklıkta çöl sınırına yakın bir yerde (bugünkü Libya Çölü Siwah Vahasında) oturduklarını belirttiği kutsal Ammon rahiplerinden söz eder. Bu kutsal kişiler Güneş Tanrısı Amon-Ra'nın rahipleri idi ve burada devasa genişlikte bir tuz yatağı vardı..
Eski Yunan'da, yaşamı ve konukseverliğin kutsallığını simgeler şekilde konuklara tuz ve ekmek ikram edilirdi.
Latince "salus" (selamet) ve "salubritas" (sağlık) sözcükleri, Latince "sal" (tuz) sözcüğünden türetilmiştir.. Avrupa'nın tuz üreten kentleri, adlarını tuzdan almışlardır : Salzburg, Salzgitter, Salzwedel vb. gibi..
İspanyolcada "salinas" (tuzla) ya da "saline" (tuz) adlı kent ya da bölgelerin pek çoğu da tuz ve tuzla ile ilgilidir..
Keltlerin (Galatlar) vatanları şimdiki Avusturya, Macaristan ve Bavyera olup buralarda tuz madenciliği yaptıklarından, Romalılar onlara, "hal" (tuz) sözcüğünden bozma "Galyalı" adını vermişlerdir.
Roma İmparatorluğu'nda askerlere günlük bir tuz tayını verilirdi. Tuz dağıtımı şeklinde yapılan bu ödemenin Latince adı "salarium" idi. Daha sonra tuz yerine tuz parası verilmeye başlandı. Batı dillerinde maaş, aylık ücret ya da ödenek anlamına gelen İngilizce "salary" ve Fransızca "salaire" gibi sözcükler Latince "salarium" (tuz parası) ya da "salarius" (tuza ilişkin) sözcüğünden türemiştir..


Türk mitolojisine göre ise Nuh Peygamber'in oğullarından Yafes'in Türk adında bir oğlu vardır ; Türk'ün oğlu Tutuk (ya da Tütek), tuzu ilk keşfeden kişi olup avladığı geyiği pişirip yerken eti yere düşürmüş ve onu yerden alıp yediğinde yerin tuzlu olması nedeniyle etin daha da lezzetlendiğini anlayarak tuzu keşfetmiştir..
Kimi yörelerde tuz, özel bir değer ve dinsel açıdan da bir önem kazanmıştır. Ermeniler ve Katolikler vaftizlerini tuz ile yaparlar.
Anadolu'da çocuk doğduğu zaman korkmasın diye koltuk altlarını tuzlama adeti vardır. Bu bağlamda birisinin fiyakasını bozmamak anlamında, "Tuzlayım da kokma !" şeklinde bir deyişimiz de bulunmaktadır.
16. ve 17. yüzyılda Avrupa'nın kimi tuz ocaklarında, Tunç Çağı (İÖ 3000-1200) ya da Demir Çağı (İÖ 1200-500) döneminden, ocakta ölen insanların tuz içinde mumyalanmış ; saç, sakal ve giysileriyle birlikte bozulmadan korunmuş halde günümüze ulaşmış cesetlerine rastlanmıştır.
Ortaçağ'da etin bozulması, kesinlikle tuz ile önleniyordu. Ayrıca Ortaçağ Avrupa' sında da bizde olduğu gibi, suçluların kesilmiş kelleleri ibret için teşhir edilirdi. Uzun süre durmaları ve çeşitli hayvanların saldırılarından korunmaları için kesilen kelleler, tuz ve kimyonla birlikte kaynatılırdı.
Avrupalı çiftçiler yük taşımacılığı ve damızlık üretiminde kullanılacaklar dışında kalan kesim hayvanlarının ve geyik, yaban domuzu gibi av hayvanlarının etlerini tütsüleyip tuzlayarak saklıyordu. Tuz denen mucizevi madde, günlük yaşam için son derece gerekliydi. Bu tuzlama sırasında büyük oranlarda karabibere de gereksinim duyuluyordu, çünkü karabiber, tuzun yakıcı ve keskin tadını önleyebilmenin tek yoluydu..

Çinliler, Romalılar, Franklar, Germenler ve Venedikliler, savaşlar için para bulmak üzere "tuz vergisi" koymuşlardı. 16. yüzyılda Avrupa'da doğrudan vergilerin yanı sıra köylüler, başta tuz, şarap ve tütün olmak üzere günlük ihtiyaç maddeleri için de dolaylı vergi ödemek zorundaydılar."Tuz vergisi", özellikle ağırdı. Halk, kişi başına belli bir miktar tuz satın almak zorundaydı ve aldığını da yalnızca yemeklerde kullanabilirdi. Et tuzlanmasına, aşırı sayılan bir kaşık kadar bile tuz harcayan kişi, büyük cezalara uğruyordu. Ulusal birliğin henüz tam olarak kurulmamış olması yüzünden, fiyatlar da bölgeden bölgeye değişiyor ve tuz kaçakçılığı sıkı bir biçimde kovuşturuluyordu..
16. ve 17. yüzyıllarda edebiyatta ve hicivsel-grafiksel betimlerde "Evli Çiftlerin Tuzlanması", oldukça yaygın bir moda idi. O zamanlar erkekler arasındaki konuşmalarda şaka yollu olarak, "karıları çok tatlı oldukları için onları tuzladıklarından" söz edilirdi. Ancak bu oyun, rollerin karşılıklı olarak değiştirilmiş şekliyle de sık sık dile getirilirdi !..

KAYNAKÇA :
MURAT BELGE, "Tarih Boyunca Yemek Kültürü" ; M. KURLANSKY, "Tuz : İnsanların Tuzlu Tarihi" ; W. SCHIVELBUSCH, "Keyif Verici Maddelerin Tarihi" ; D.J. BOORSTIN, "Keşifler ve Buluşlar" ; SERVER TANİLLİ, "Yüzyılların Gerçeği ve Mirası- İnsanlık Tarihine Giriş- III" ; PROF. DR. ZEKİ TEZ, "Lezzetin Tarihi"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder