
17 Eylül 1980, Çarşamba
Birkaç gündür yazamadım. Hem vaktim olmadı, hem de olaylar otursun istedim. Mekanizma en ufak bir çatlak ses çıkmaksızın işliyor. Bir kere, ordu tam bir uyum ve disiplin içinde. "6" numaralı bildiriyi daha ilk gün bunun için yayımladım. Kısa bildirinin tam üç yerinde, "üstün disiplin anlayış ve ruhu"ndan söz ederek, bunu övdüm. Düzen gelince her şey nasıl aslına rücu ediyor ! Tuzla Piyade Okulunda "Merhaba Arkadaşlar" diye verdiğim selama cevap vermedikleri günler bir daha asla geri gelmeyecektir.
İkincisi, işçi cenahında her şey sakin. Harekatın hemen üçüncü günü "15" nolu bildiriyle, avans mahiyetinde yüzde 70 zam vererek tüm grevleri durdurduk. İlk günkü konuşmamda da :
"Çalışkan ve vatanperver Türk işçisinin mevcut ekonomik koşullar çerçevesinde her türlü hakları korunacaktır," diye güvence verdikten sonra, sendikacıların arkasından gidip aldanmamaları için, "Ancak, temiz Türk işçisini sömüren, onları kendi ideolojik görüşleri istikametinde kullanmak için her türlü baskı oyunlarına baş vuran, işçinin hakkı yerine kendi menfaatlerini ön planda tutan bazı ağaların bu faaliyetlerine asla müsaade edilmeyecektir," diye abanın altından gösterdim..
Üçüncüsü, aydınlar var ya, harekattan önce her şeyi eleştiren ve hiçbir şeyi beğenmeyen aydınlar, onlar da gerekli uyum içindeler. Anayasa Mahkemesi, Uyuşmazlık Mahkemesi ve Danıştay başkanları bize başarı mesajları yolladılar. Diğerlerinin de eli kulağındadır. Böyledir bunlar ; sıkıyı görünce "salt hukukun üstünlüğü" diye fetva vermeyi unutuverirler. Koydunsa bul ! Diğerleri neyse de, bu Danıştay'ı iyi bir adam etmemiz gerekecek..

Gazeteler de uyum içinde. Hatta, solcu yazarlar, burada ismini vermeyeceğim, böyle böyle olursa "Silahlı Kuvvetlerin yönetime el koymasından doğal ne olabilir ki ? Sonuç şaşırtıcı değildir," diye yazıyor. Aldığımız istihbarata göre, harekattan önce TBMM'deki küfürleşmeleri anlatan bir de kitap hazırlıyormuş biri. Biz yaz desek, yazdıramazdık. Eline sağlık..
Bütün bunlar, "Efendim, günde 20 kişi ölüyor, mademki yapacağız, bir an önce yapalım da ölmesinler" diye acele eden arkadaşlarımızı dinlemeyip, sükunetle en uygun tarihi beklemekte ne kadar haklı olduğumuzu açık biçimde göstermiyor mu ?..

Bir de, tabii, siyasal partiler meselesi var. Aslında ordunun alt kademeleri ve işçi dışında herhangi bir tepki gelmesi zaten mümkün değildi ama, gene de bu adamların milyonlarca oy vereni var. İlk gün saat 13.00'de yayımlanan radyo-tv konuşmamda siyasal partilerin kapatılmadıklarını, sadece faaliyetlerinin durdurulduğunu, bunlara seçimlerden yeterince önce tekrar faaliyete geçme izni verileceğini söyledim. Oysa, sivil danışmanlarımızın hazırladıkları metinde bunların kapatılmış olduğu ifadesi yer almaktaydı. Bu adamların siyasi hayatlarının tamamen ölmüş olduğunu sindire sindire vermek uygun olacaktır..
Dün ayrıca ilk basın toplantımı yaptım. Söylediklerimi esas olarak şu tema üzerine inşa ettim : Bir faziletli vatandaş vardır, bir de rejimi yıkmak isteyen hain vardır. "12 Eylül'den önce Mecliste yasalar görüşülürken faziletli vatandaş düşünülmemiş, daima rejimi yıkmak isteyenlerin demokratik hakları düşünülmüştür." Biz bunu tersine çevirmek, bozulan demokrasiyi işletmek için geldik ; yoksa demokrasiyi kandırmaya değil. Vermek istediğim ana fikir buydu..
Tabii, kötü fikirliler hemen şöyle düşünmüştür : Kendisi her konuşmasında halkı şu veya bu şekilde bölmeye karşı çıkıyor, ama burada ikiye ayırdı, demişlerdir. Haksız mıyım, faziletli yurttaşların yanı sıra rejimi yıkmak isteyenlerin olduğu bir gerçek değil mi ?..

Konuşmam bitince soru cevaplara geçildi. Tabii, parti liderleri soruldu, partilerin kapatılmadığını tekrarladım. Devri sabık yaratacak mısınız, dendi. "O tabiri kullanmayalım da, adamsendecilikten memleketi kurtaracağız," dedim. Yabancı muhabirin biri Türk-Yunan ilişkilerini sordu, ittifaka dönmesi için her türlü gayreti göstereceğimizi söyledim. Yakında görecekler. Biri kalktı, Amerika biliyor muydu, dedi. "Sureti katiyede hayır ; eşlerimiz ve çocuklarımız bile bilmiyordu" dedim. Toplantıdan sonra danışmanlarım dediler ki, keşke söyleseydiniz Amerika'yla Türkiye arasındaki saat farkı meselesini, daha inandırıcı olurdu, dediler. Onu ihmal ettik gerçekten. Toplantıyı, "Biz zaten demokrasiyi ortadan kaldırmış değiliz ; işlemeyen demokrasiyi, bozulmuş demokrasiyi tekrar demokrasinin diğer kaideleriyle birlikte getirmek için bu harekatı yapmak zorunda kaldık," diye vurgulayarak kapadım. Çok iyi geçti. Bugün bütün gazeteler çok rahat olduğumu, tecrübeli bir devlet adamı gibi davrandığımı yazıyorlar..

NOT : Sadece tırnak içinde yer alan cümleler gerçektir..

BASKIN ORAN'ın, "KENAN EVREN'in Yazılmamış ANILARI" adlı kitabından derlenmiştir..

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder