
Söylenceye göre Hz. Süleyman, kahveyi ilk kullanan kişidir. Buna göre Hazreti Süleyman, yolculuğu sırasında bir kasabaya uğrar ve kasaba sakinlerinin bilinmeyen bir hastalığa yakalandığını görür. Cebrail'in buyruğu üzerine "Yemen'den gelen" kahve çekirdeklerini kavurur ve bundan bir içecek hazırlayarak içerdiği hastaları kurtarır.
Yazar Zeyneddin Abdülkadir ibn Muhammed el-Ensari el Ceziri el-Hanbeli'ye göre Yemen'e kahveyi getiren kişi, Muhammed el-Zebhani adıyla bilinen Cemaleddin Ebu Abdullah Muhammed ibn Said'dir. El-Zebhani, bir olay yüzünden Aden'i terk ederek Etiyopya'ya gitmek zorunda kalmış ve bir süre orada yaşamıştır. Bu arada özellikleri hakkında hiçbir şey bilmediği kahveyi içen insanlarla karşılaşmış, Aden'e döndükten sonra hastalanınca aklına kahve gelmiş, bunu içince iyileşmiş, böylece kahvenin yorgunluk ve uyuşukluğu giderme, vücuda canlılık ve dinçlik kazandırma gibi özellikler taşıdığını belirlemiştir. Ardından tarikat mensupları ile birlikte, kahveden yapılan içeceği kullanmaya başlamış, daha sonra da kahve alışkanlığı, gitgide diğer çevrelere de yayılmıştır.


Zikir ayinlerinin çoğunlukla geceleri yapılması nedeniyle, onları manevi heyecana sürükleyecek ve uykularını giderecek her şeyde, ibadete yardımcı bir yön görülmekteydi. Başka çevreler ise kahvede sohbet ve dostluğa dönük, keyifli bir uyarıcı özellik bulmuştur..
Kahvenin Kahire'de ilk kullanılışı, 16. yüzyıl başlarında El-Ezher Medresesi'ndeki Yemenli öğrenciler tarafından olmuştur. İmam ve dervişler minnettarlıklarını göstermek için bu içeceğe iki anlamlı bir ad vererek ona "kahveh", yani "uyaran, dinçleştiren" demişler..


18. yüzyıl yazarlarından Mouradgea d'Ohsson, kahvenin ilk kullanımını, Kızıldeniz kıyısında Babü'l-Mendeb Boğazı yakınlarındaki Moha (Moka/Al-Mukha) kentinden bir sufiye dayandırmaktadır. Buna göre, Arusi tarikatının kurucusu Fas'lı mutasavvıf Şeyh Ebu'l-Hasan Şazeli, çölde bir süre kahve dışında bir şey yiyip içmeden hayatta kalmayı başarmıştır. Katip Çelebi'nin "Cihannüma"sına göre ise Şazeli adlı derviş, 1258 yılında hacca giderken, Zümrüt Dağı'na altı konak uzaklıkta bir yerde rastladığı müridi Şeyh Ömer'le uzun uzun sohbet ederken kendine bir ağacın meyveleri verilmiş ve bunlar kaynatılıp içilince çekirdeklerinin niteliği anlaşılmıştır. Kahvenin bir tür uyuz hastalığını iyileştirdiğinin ortaya çıkması üzerine, Şeyh Şazeli'nin kimi müritleri, Moha'ya dönerek kahvenin bu yararını bildirmişler ve böylece kısa sürede kahve yaygınlaşmıştır. Söylendiğine göre Şeyh Şazeli, Fas'tan yola çıkıp Kuzey Afrika boyunca gezerek mistik propagandasını yaparken, hem tarikat üyelerine hem de onları ziyarete gelen insanlara kahve içme alışkanlığını kazandırmıştır. Batılıların Arabistan kahvesi için eşanlamlı olarak kullandıkları "Mokka" sözcüğü, Moha'dan gelmedir..
Bugün, yabani yetişen kahve bitkisinin vatanının Kuzeydoğu Afrika (bugünkü Etiyopya) olduğu kesinleşmiş gibidir. Bu yabani tür, Etiyopya yaylalarından Kızıldeniz üzerinden Yemen'e getirilip orada kültüre alınmıştır. Bu olay 11.-14. yüzyıllar arasında gerçekleşmiş olmalıdır.
Arapça "kahwa" sözcüğü, Güney Habeşistan'ın yüksek yaylalarından Kaffa'ya bağlanmakta ve 1000 yılı dolaylarında oralarda yetiştiği bilinmektedir. O dönemde kahve, hamura karıştırılarak kullanılmıştır. Önceleri dövülüp toz haline getiriliyor, böylece bir tür ezmesi yapılarak ekmek üstüne sürülüp yeniyormuş..


Kahve bitkisi, insan müdahalesi olmaksızın 10 metreye kadar büyür. Kahve çekirdeği hasadını kolaylaştırmak için bitkinin büyümesi 2,5 metre ile sınırlandırılır. Çekirdekler bitkinin tohumları olup yumuşak bir kabukla kaplıdır. Meyvesi olgunlaştığında kiraza benzer kırmızı bir renk alır.
16. yüzyılın ünlü hekimi Davud el-Antaki kahvenin basura ve müzmin baş ağrılarına yol açtığını söyler ; ayrıca cüzama yakalanma korkusundan dolayı kahvenin sütle birlikte içilmemesi gerektiğini belirtir.
16. yüzyıl sonlarına doğru kahve, Orta Doğu'da yalnızca geceleri içilirdi. Kimi sofular, bu siyah suyun içilmemesi gerektiğini, Afrikalıların ve Habeşlerin bu kahve yüzünden renklerinin kara olduğunu, kahve içenlerin kararacağını söylüyorlardı !..


Louis Lémery, "A Treatise on Foods" (Gıdalar Kitabı) adlı, 1704 basımı kitabında, mizahi bir İran öyküsü anlatır. Öyküye göre, kahve alışkanlığı edinen bir hükümdar, eşiyle cinsel ilişkiye girme arzusunu yitirir. Bunun üzerine hükümdarın eşi, bir gün bir aygırı iğdiş etmeye çalışan adamlar görünce, sinirli bir ifadeyle onlara seslenerek, hayvana kahve içirme yoluyla da aynı amaca ulaşabileceklerini söyler..
Fransız gezgin Jean de Thévenot, Doğu'da standart kahve hazırlama yöntemini şöyle anlatır : "Kahve içmek istediklerinde ibrik denen özel yapılmış bir kap alıp suyla doldurduktan sonra kaynatmak üzere ateşe koyuyorlar ; her üç fincan su için tepeleme dolu bir kaşık kahve kullanıyorlar. Su yeniden kaynadığında kabın ateşten çarçabuk çekilmesi gerekir, yoksa kabın içinde hızla yükselen kahve taşar. Bu şekilde on ya da on iki kez kaynamaya bırakıldıktan sonra, kahve porselen fincanlara boşaltılıyor.."

Alkol içermeyen ve uyuşturmayan, aksine insanı uyarıp zihnini açan bir içecek olan kahve, sanki alkol kullanımını yasaklayan İslam kültürü için yaratılmıştır. Bu bağlamda kahve, Batılılarca "İslam dünyasının şarabı" diye de nitelenmiştir...
Kahve 16. yüzyıl başında Yemen'den gelen hacılar vasıtasıyla Mekke'ye geçmiş, bir süre sonra orada yasaklanmış, daha sonra Kahire'ye, Şam'a, Halep'e ve 1554'de ilk kahvehanenin açıldığı İstanbul'a yayılmıştır. 16. yüzyılın ikinci yarısından sonra, özellikle Venedikli tüccarların girişimleriyle Avrupa'ya ulaşmış ve Avrupa'da kahvehaneler 17. yüzyıl ortalarında açılmaya başlamıştır.


Osmanlılar 1536 yılında Yemen'i işgal ettiler ve kahve ticaretini denetim altına aldılar. Kahve kenti Moha, Arabistan'ın en önemli ihraç limanlarından biri haline geldi. Buradan gemi üzerinde taşınan kahve ağaççıkları yoluyla Hollandalılar Amsterdam'da kahve tohumu yetiştirdiler. Osmanlı İmparatorluğu 17. yüzyılda kahve üretim tekelini elinde bulundurmuştur. Kahve bitkisi 17. yüzyıl sonlarında Seylan ve Hindistan'da, Hollandalılar aracılığıyla da 1707 yılından itibaren Cava'da yetiştirildi. Ardından Fransızlar 1715'de Ile de Bourbon'da ve 1722'den sonra Antil Adaları'nda ve Karayipler'de aynı şeyi gerçekleştirdiler. Kahve bitkisi oradan da Brezilya'ya geçti.. Bunlar kısa süre içinde Yemen'in kahve tekelini kırdı. 19. yüzyıl ortasında Yemen'in dünya kahve üretimindeki payı % 1'e düştü. Aden'in 1839'da İngilizler tarafından işgalinden sonra Kızıldeniz'deki Yemen liman kentleri önemlerini yitirdiler ve kahve ticareti İngilizlerin eline geçti...

KAYNAKÇA :
MURAT BELGE, "Tarih Boyunca Yemek Kültürü" ; R.S. HATTOX, "Kahve ve Kahvehaneler-Bir Toplumsal İçeceğin Yakındoğu'daki Kökenleri" ; M. MONTARANİ, "Avrupa'da Yemeğin Tarifi" ; W. SCHİVELBUSCH, "Keyif Verici Maddelerin Tarihi" ; A. BERRY, "Bilimin Arka Yüzü" ; T.TOROS, "Kahvenin Öyküsü" ; S. TÜRKOĞLU, "Geleneksel Türk kahvesi" ; ZEKİ TEZ, "Lezzetin Tarihi"

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder