Sayfalar

972 ) YÜZ YILLIK YALANIN MUCİDİ !..



Tarih : 15 Temmuz 1865.
Gerald Henry Fitzmaurice İrlanda'nın Dublin-Howth kasabasında doğdu. Ailesi Katolik'ti, anne tarafı zengindi..
Hiç evlenmedi. Fransız Koleji'nde okudu. Kraliyet Üniversitesi'ni bitirdi. Latince, Fransızca, İtalyanca ve Yunanca öğrendi. Dile yetenekliydi. Tercüman (dragoman) olmak için "Dışişleri Bakanlığı Doğu Akdeniz Konsolosluk Servisi"ne başvurdu. Yıl, 1888 idi..
O yıl, dört kişi sınavı kazandı ; dördüncü olan oydu.. Fakat, onu bir sınav daha bekliyordu ; İstanbul Ortaköy'deki dil okulunda da başarılı olması gerekiyordu.
Sıklıkla gittiği Türk kahvelerinde dilini ilerletti. 1890'da İngiltere'nin İstanbul büyükelçiliğindeki tercüme bürosunda göreve başladı..
Çalışkandı.. Becerikliydi.. Kıdemli diplomatların gölgesinde çakışmak, Osmanlı bürokrasisi içinde koşuşturmak ona göre değildi. Memur değil, sahada aktif olmak istiyordu. 
O dönemde gündemde Ermeni meselesi vardı ve bu konuyla ilgilenmek istedi. Van'a "konsolos yardımcısı"göreviyle 1891'de ataması yapıldı. Bir yıl sonra "Kürdistan Konsolos Vekili" olarak Erzurum'a gönderildi. Raporlarında bir noktaya dikkat çekti : "Bir yıldan uzun zamandır Kürt zulmünden çekmeyen bir Ermeni köyü bulmak mümkün değildir.."
Sonra, Trabzon'da görev yaptı. 
Bu arada İngiltere ; Ermeni meselesi konusunda II. Abdülhamid'e baskı yapması için Sir Philip Currie'yi İstanbul Büyükelçisi olarak gönderdi. Fitzmaurice kısa süre Currie ile İstanbul'da çalışsa da sıkıldı ; 1895 yılında İzmir'e konsolos yardımcısı olarak atandı..
Ermeni olayları büyüyordu ; sıklıkla terör olayları oluyordu. Muhafazakâr Başbakan Lord Salisbury'nin, "İslam, yeryüzündeki tüm dinler içinde en zalim sapkınlıklara ve yozlaşmaya müsaittir" sözü, İngilizler ile Osmanlı ilişkilerinin geldiği yeri olumsuz gösteriyordu !..
O günlerde, Ermenilerin iddialarını destekleyen "Mavi Kitap"ı çıkardılar. "Times" kitabı kapak yaptı. Kitapta yer alan İngiliz belgeleri, gözlerin Fitzmaurice'e çevrilmesine neden oldu. "Times" bunu saklamadı ; Fitzmaurice'in çalışmalarını açıkça övdü..
Fitzmaurice, Osmanlı yönetimi tarafından istenmeyen adam oldu. Ama İstanbul'a gelmesini engelleyemedi ! Aksine.. Nerede sorun varsa İngilizler Fitzmaurice'i oraya gönderdi. Örneğin 1902'de Arabistan'a gitti. İki yıl sekiz ay deve sırtında dolaştı.. 



Kısa süre İngiltere'de çalıştıktan sonra, 1906'da İstanbul'a baş tercüman olarak döndü (Altta, 1906'da bir Bektaşi ile). Gertrude Bell ile bu görevde iken, 1907'de İstanbul'da tanıştı. Fitzmaurice, Bell'i Sadrazam Ferit Paşa gibi isimlerle bir araya getirdi. 
Bell, babasına yazdığı mektupta şöyle diyecekti : "Bütün günümü Fitzmaurice ile geçirdim ; Türkiye hakkında çok insandan daha fazla şey biliyor.."
Nasıl bilmesin ? Örneğin, o dönem İstanbul'da kolera yaygındı ve Osmanlı yönetimi "ticari ilişkileri etkiler" diye bunu saklıyordu ! Fitzmaurice, Türk köylüsü kıyafetiyle mezarlık yakınında ev kiraladı ; kolera salgınından ölenlerin nasıl gizlice defnedildiğini rapor etti..



1916-1922 yılları arasında başbakanlık yapacak George Lloyd da, Fitzmaurice'in İstanbul'daki yakın dostlarından biriydi. Mektuplarını ; "yavru" ya da "tilkiciğim" diye başlayıp, "her zaman senin olan G.H.Fitzmaurice" diye bitirecek kadar yakındılar !.. 
George Lloyd, Bell'e yazdığı mektuplarda Saray nezdindeki tüm başarılarının mimarı olarak Fitzmaurice'i gösterdi..
Fitzmaurice'in başarılarından biri de, raporlarında "Saray'ın kölesidir" dediği Türk gazetelerdi ve onlara rüşvetle istediğini yazdırıyordu. Ve bu yazdırdığı yalanlardan birini günümüz Türkiye'sinde dinciler hâlâ yazıp söylemektedir :
"İttihatçılar Yahudidir !.."
Fitzmaurice, 1908 Temmuz Devrimi'ni hiç beklemiyordu. Yıllar içinde kurduğu tüm ilişkilerin yıkılmasından endişe duyuyordu. Gizli yazışmalarında devrimci İttihatçıların yıkılmasını kararlılıkla savundu. Yetmedi. İttihatçıların mason ve Yahudi dönmesi olduğu bilgilerini basına sızdırdı.. Büyükelçi Sir Gerard Lowther'in adıyla anılan ve İttihatçı devrimi, "Yahudi komplosu" olarak gösteren raporun asıl mimarı Fitzmaurice idi.. 



Ve... 31 Mart Olayı.. 13 Nisan 1909'da İstanbul'da gerici ayaklanma çıktı.. 
Ayaklanma bastırıldıktan sonra İngilizler arasında tartışma çıktı. Bazı diplomatlar, "abartılı fantezilerde" bulunan Fitzmaurice'i, İngiliz çıkarlarını tehlikeye attığı için eleştirdi. "Times" ve "Daily Mail" gibi yayın organları da bu eleştirilere katıldı.. Fakat.. Bu eleştirilere karşın Fitzmaurice, İstanbul'da bildiğini okumaya devam etti !.. 
İttihatçıların bastırması sonucu 1911'de İstanbul'dan gitmek zorunda kaldı. Ama Osmanlı'dan kopmadı ; Trablusgarp'a konsolos vekili olarak atandı. Buradan tekrar İstanbul'a geldi.. Ve ne tesadüf ki.. Kendilerine "Kurtarıcı Subaylar" diyen gerici askerler, Trablusgarp yenilgisini bahane edip, darbe yaparak İttihatçıları iktidardan düşürdü ! Fitzmaurice mektubunda şöyle diyecekti : "Yaşanan olaylar oldukça hoşuma gidiyor !.." 
Onu asıl sevindiren ; has adamı "İngilizci" Kamil Paşa'nın tekrar sadrazam olmasıydı.. Sevinci kursağında kaldı ; İttihatçılar iktidarı 1913'te tekrar ele geçirince Fitzmaurice, 1914'de Londra'ya gitmek zorunda kaldı..
I. Dünya Savaşı boyunca, Dışişleri Bakanlığı'nda istihbarat görevlisi olarak Sykes-Picot Antlaşması gibi projelerle, Osmanlı'nın parçalanması çalışmalarına yardım etti..
Fitzmaurice, yakın dostu Başbakan George LLoyd'un ani ölümünden sonra,  1921'de mesleği bıraktı ve 1939'da da öldü...



SONER YALÇIN'IN, 22 MAYIS 2016 TARİHLİ "SÖZCÜ" GAZETESİNDE ÇIKAN YAZISINDAN ALINTIDIR...   

971 ) OSMANLI'DA BİR DEMİRYOLU "PAŞA"SI !..

Edouard Huguenin ile ilgili görsel sonucu  

Haydarpaşa Çayırı’na 1869’da küçük bir istasyon binası yapıldıktan sonra 1872’de biraz daha büyütülen istasyon binası ile birlikte Pendik’e kadar demiryolu hattı yapılır. Haydarpaşa-Pendik arasında tren ulaşımı başlar. Hat daha sonra Gebze ve İzmit’e uzatılır. Demiryolu, 1880 yılında bir İngiliz şirketine kiralanır. Şirket, hattı Adapazarı ve Ankara’ya uzatmak ister. Anlaşma sağlanamaz. 1888’de bir Alman şirketiyle 99 yıllığına anlaşma imzalanır. 24 Mart 1889’da Anadolu-Osmanlı Demiryolu Şirketi kurularak, hat Ankara’ya kadar uzatılır.

haydarpaşa 1905 ile ilgili görsel sonucu

Demiryolu bölgeye hareketlilik getirince sahil tarafında dalgakıran ve liman yapılır. 14 Nisan 1903’te silo, gümrük, liman polisi, liman idaresi, pasaport idaresi, elektrik santralı, bekleme salonu binaları ile liman tesisleri açılır. Daha sonra muhacir misafirhanesi binası da bu binalara ilave edilir.  1906’da Padişah 2. Abdülhamit "Bunca kilometre demiryolu yaptım memlekete, çelik rayların ucu Haydarpaşa’da. Koca binalarıyla liman yaptım, yine belli değil. Bana, o rayların denize kavuştuğu yere öyle bir bina yapın ki, ümmetim baktığında ‘buradan bindin mi, hiç inmeden Mekke’ye kadar gidilir’ desin" dedikten sonra şimdiki Haydarpaşa Gar Binası 1906-1908 yıllarında yapılır. Garın ilk umum müdürü, 1890 yılında umum müdürlük özel sekreteri olarak idareye giren Alman uyruklu Bay Hügnen ya da gerçek adıyla, Edouard Huguenin’dir...
"Gazete Kadıköy"den aldığımız bu ön bilgiden sonra şimdi de usta kalem Refik Halid Karay'a kulak verelim... 

haydarpaşa 1905 ile ilgili görsel sonucu

Vaktiyle şimdiki Haydarpaşa Garı'nın olduğu yer denizdi. Vapur rıhtıma değil, koyun içindeki asıl sahile ve ahşap bir iskeleye yanaşırdı. İskeleye çıktınız mı bir müddet taşlı tozlu bir yoldan epeyce yürür, nihayet çayırın kenarında, iki katlı mütevazı bir binaya varırdınız. Gar orası idi, trene oradan binerdiniz. Binerdiniz de en son nereye kadar gidebilirdiniz ? Demiryolu bir taraftan Ankara'da, öbür taraftan Konya'da sona ererdi. Bunlar ayrı ayrı kalkan trenler miydi ? Ne gezer ? Günde bir tek katar yola çıkar, akşama Eskişehir'e varır, yolcular otellere ve hamamlara dağılır, sabahleyin iki trene ayrılırdı ; yani Ankara veya Konya'ya iki günde kavuşmak nasip olurdu..
Tabiidir ki, nafakasını da yanınızda götürürdünüz. Ne yataklı ne de lokantalı vagon vardı. İptidaî şekilde bir seyahatti bu !. Fakat hat müdürü Hügnen titiz ve yeniliğe meraklı, aslen İsviçreli bir Alman idi ; vagonları temiz tutturur, camları pırıl pırıl parlattırırdı ; açık sanıp da başını uzatanlar, alınlarından yaralananlar olurdu. Hele memurlar gayet disiplinli, terbiyeli idi. Boyuna konforlu banliyö vagonları getirtmek suretiyle o Hügnen, Anadolu yakasının bir mamureye çevrilmesini sağlamıştır. Hele yeni garı ve dalgakıranı kurduktan sonra..
Mösyö Hügnen gözümün önüne geldi. Ortadan aşağı boylu, bodur ve tıknaz, kara sakallı ve melon şapkalı, daima siyah ceket ve koyu renk çizgili pantolon giyen bir adamdı. Padişaha ve ricale iyice nüfuz etmişti. Hatta o devrin önemli ve etkin bir paşasına akıl hocalığı ederek borsa oyunlarında pek büyük bir servet kazandırmıştı ; kendisi de çok zengindi..
Akşam üzeri eski Lebon Pastahanesi'ne gelir, başkasının o saatlerde oturtulmadığı yerine, camın arkasındaki köşeye kurulur, şampanya içer, gelip geçen kadınları seyrederdi. Bu işte, çapkınlığı azıttıkça azıtmış, Müslüman aile kadınlarına göz, bazısına el atmış, o yüzden Sultan Abdülhamid'i gücendirmiş, Alman hükümetinin şefaatini de hiçe sayan padişahın ısrarıyla kısa bir müddet sınır dışı edilmişti. Dönüşte süngüsünün düştüğünü hepimiz görmüştük..
Meşrutiyet'ten sonra da düdüğünün öttürmesini ve Almancı olan hükümeti avucunun içine almasını bilmişti. 
Bir akşam pastahanedeki yerine yakın bir masada oturuyordum ; konuşmaya başladık ; hiç de münasebeti yokken birdenbire dedi ki
"Ömrümün iki safhası vardır ; âdi şarap bile içemediğim amelelik devrim, bir de gördüğünüz gibi ağzıma şampanyadan başka içki koymadığım şu devir !" 

Edouard Huguenin bostancı house ile ilgili görsel sonucu

Hügnen'in amelelikten yetiştiğini biliyorduk. Yaman bir iş adamı, teşkilatçı ve misli az görülmüş bir idareci idi. Bostancı'da (üstte) şahane bir yalı yaptırmıştı, yalısına trene binerek banliyö hattıyla gider gelirdi. İşte bu adamdır ki, denizi doldurdu, dalgakıranı, küçük limanı ve koca gar binasını yaptı, süratli ve temiz vapurlar getirtti ; Maltepe-Büyükada arasında bir vapur servisi kurarak ada yolculuğunun süresini kısalttı.. 
Anadolu yakasının mâmurluğunu ona borçluyuzdur ; Suadiye ve havalisi bilhassa onun düzenli bir şekilde işlettiği vapurlarla trenler sayesinde teşekkül etmiştir. Bunu da yeterli bulmadı ; Boğaziçi'ni de gözüne kestirdi, padişahtan bir imtiyaz kopardı : Rumeli yakasında dağla kıyı ortası, viyadükler üzerinden geçen bir demiryolu kuracaktı. Meşrutiyet'in ilanı, Boğaz'ı hayat verecek bir can damarından mahrum bıraktı..
Peki, Hügnen ne oldu ?.. 
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Anadolu hattına el koyan İngiliz zabitlerine nüfuz etmeye çalıştı, sünepe sünepe kapılarında bekledi, yüz bulamadı, kovuldu ve gaiplere karıştı..
Ne olursa olsun, Hügnen memleketimizin imar ve sanayileşmesi tarihinde yeri bulunan mühim ve acayip ecnebi simalardan biridir..

Anadolu-Osmanlı Demiryolu Şirketi 1905 ile ilgili görsel sonucu


REFİK HALİD KARAY'ın, "Memleket Yazıları-1- Hep İstanbul" (İnkılâp,2014) adlı kitabındaki ; "Yeni İstanbul" gazetesinin, 2 Mayıs 1958 tarihli sayısında yayımlanan, "Memleketin İmâr Tarihinde Yeri Olan Bir Ecnebi" başlıklı yazısından derlenmiştir.. 

970 ) BAVYERALI BOND !...

    

Kraliçenin soğuk, tepeden bakan ukala, her zaman kazanan vazgeçilmez kahramanı, İngiliz inceliğinin, kıvrak zekasının hayal mahsulü, Almanya Bavyeralı kaba bir köylü olur mu ? Elbette olmaz. Ama ya olsaydı !..
Siz şöyle geriye doğru yaslanın ve dünyada olmaz olmaz demeden kendinizi anlatacaklarıma bırakın...
Çünkü bu ilginç öyküde yan yana yazılmış üç rakam Almanların yaşayan bir savaş kahramanından size bir İngiliz hayal kahramanı çıkaracak..
Öykümüzün başlangıcı için Birinci Dünya Savaşı'nın yeni başladığı günlere gidiyoruz. Tankların daha yeni kullanılmaya başladığı, garip gülünç görüntüleriyle savaşta gürültülü yolculuklarında atlılara yenildiği, yollarda kaldığı günlere...
İşte o günlerde Bavyera Vogelthal'de çok çocuklu bir çiftçi ailesinin yoksul bir üyesi dünyaya gözlerini açıyordu. Zorluklarla geçen hayatındaki en büyük değişim, 19 yaşında er rütbesiyle orduya katılmasıyla başlıyordu. Nazilerin güçlendiği, faşizmin Alman toplumunu etkisi altına aldığı yıllardı. I. Dünya Savaşı'nın yenilgisinin acısını çıkardığı, faşizmin kitle ruhunu toplumun her kesimine yaymanın güçlendiği... 
Savaşa daha dört yıl vardı. Ama Almanlar özellikle tank teknolojisinde hızlı adımlar atıyorlar, Naziler yeteneklerine göre kilit noktalara genç isimleri tayin ediyorlardı. Almanlar daha sonra savaşın kaderini değiştirecek olan "Blitzkrieg" (Yıldırım Harekâtı) taktiğine ve bu nedenle tanklara çok önem veriyorlardı. Telsizler tank sevk ve idaresi konusunda artık vazgeçilmez olmuştu. MICHAEL WITTMANN da tank eğitimi alanlar arasında gözde isimlerden biriydi.. Yeni oluşturulan panzer kuvvetleri, "Panzer 3" ve "Panzer 4" tankları, savaşın geleceğini şekillendirecekti. Hızla yaklaşan savaş, Michael Wittmann'ın da kaderini belirliyecekti. Gerçekten de beklendiği gibi oldu. Genç Wittmann, savaşın başlamasıyla en hızla yükselen, en gözde askerlerden biri haline geldi. "Panzer 4"lerde başladığı kariyeri şimdi yeni nesil "Tiger 2" tankıyla devam ediyordu. "Tiger 2", olağanüstü bir savaş makinesiydi. 2.5 km mesafeden Amerikan yapımı "M4 Sherman", 1.5 km'den de Sovyet yapımı tankları yok edebiliyordu.. Ve Wittmann'ın ilk başarısı yanındaki efsane mürettebatla birlikte on adet Sherman tankını bir çatışmada yok etmesiyle doruğa ulaşıyordu..



Michael Wittmann artık her çatışmada dört-beş tank ortadan kaldırmaya başlamıştı. Yıllar geçiyor, Wittmann, düşman tankı yok etmede inanılmaz başarılar gösteriyor, ünü giderek yayılıyordu. Tabii Naziler de bunun yarattığı propaganda şansını asla kaçırmıyordu. Birinci Dünya Savaşı'nın gökleri müttefiklere dar eden "Kızıl Baron"u Almanya nasıl bağrına bastıysa şimdi de Wittmann tankların "Kara Baron"u olarak, Nazilerin savaş ruhunu yükseltirken Goebbels'in de iştahını kabartıyordu. Doğu Cephesi'nde Sovyetler'e ait 52 tankı imha etmişti Wittmann...
Rekordan rekora koşuyordu. Tamı tamına 138 tank, 132 zırhlı araç.. Sayı giderek artıyordu. Yüzbaşılık rütbesine ulaşmış, hatta 2 Şubat 1944'de Kurt İni'nde Şövalye Haçı'nın meşe yaprakları, Führer tarafından bizzat takılmıştı.
Hayatı boyunca en çok Sherman tankı o yok etmişti. Dünya savaş tarihine giren en önemli başarılarından biri de Milos Köyü yakınlarında tam yirmi Sherman tankından oluşan bir İngiliz birliğini iki Tiger tankıyla ağır kayıplar verdirerek durdurmayı başarmış olmasıydı. Yüzbaşı, efsane ekibiyle, harikalar yaratıyordu..

    soviet t 34 tank ile ilgili görsel sonucu

Rakipleri de boş durmuyordu. Rus T34'leri (üstte sağda) artık Tiger'lar gibi yeni ve daha güçlü tank tasarımlarına dönüşmüş ; Amerikan, İngiliz, Kanada, Polonya tank kuvvetleri M4 Sherman tanklarıyla savaşarak daha çok şey öğrenmişti..
1944 yılına gelindiğinde "Kara Baron"un bütün çabasına rağmen Almanlar inisiyatifi kaybetmeye başlıyordu. Savaş boyunca Polonya, Balkanlar, Rus Cephesi, Fransa demeden savaşmıştı ve yorulmuştu Kara Baron..
Tarih 8 Ağustos 1944...
Caen Çatışması'nın en kanlı anları.. Yine Tiger tankı içerisinde İngiliz tanklarına ölüm kusuyor, birbiri ardına vuruyordu Kara Baron. İşte o sırada Kanada Zırhlı Tümeni'nde uzaktan bir "Sherman Firefly" tankı (altta), tam gövdesini nişan alarak arka yan tarafından ateş açtı. "007 Tiger" tankı büyük bir gürültü ile havaya uçtu.. Artık "Kara Baron" efsanesi sona ermişti..
Saatler sonra gelen İngilizler, mürettebatıyla öldüğü yerde bulunan ceset parçalarını topluca gömüyor, Kara Baron'un öyküsü 1983 yılında bir yol yapım çalışmasında bulunan künye ve kemiklerden kimliği saptanana kadar karanlığa gömülüyordu. Hayatı boyunca, çoğunluğu Sherman tankı, 138 tank yok eden "Kara Baron", bu kez bir Sherman tankının kurbanı oluyordu..
İşte hayatın garip tecellisi..

sherman firefly tank 1944 ile ilgili görsel sonucu

İkinci Dünya Savaşı'nın Nazilerin savaş ruhunu parlatmak için kullandığı tank uzmanı Kara Baron, yine İngiliz yapımı bir tankla vurulmakla kalmıyor, İngiliz yazar Ian Fleming'in "James Bond" karakterine ilham veren 15 gizli ajanın arasına gözü pekliği, cesareti ve imkansızı başardığı son tankının üzerindeki "007" rakamının öyküsüyle de giriyordu. İngiliz asilliğinin, soğukkanlılığının, ince zekâsının perdede şişirilmiş haline dönüşen Roger Moore'lar, Sean Connery'ler, yoksul ama çok cesur, hızla öğrenen, yeniliklere açık bir Bavyeralı köylü çocuğunun yarı efsane öyküsünden de izler taşıyordu. "007 Kara Baron"un tankı olarak değil, İngiliz kurgu kahramanın kodu olarak hayal yaşantımızı süslüyordu..

    Ä°lgili resim

METİN UCA'NIN "KAFA" DERGİSİNİN 2019 OCAK SAYISINDA ÇIKAN "MY NAME IS BOND, MICHAEL WITTMANN BOND" BAŞLIKLI YAZISIDIR..    

death of michael wittmann ile ilgili görsel sonucu  death of michael wittmann ile ilgili görsel sonucu

969 ) OSMANLI İSTİHBARAT ÖRGÜTÜ NASIL KURULDU ?!..

   

Fransa Ulusal Kütüphanesi'nin (Bibliothéque Nationale de France) değerli ve nadir eserlerin bulunduğu bölümünde, Osmanlı istihbarat örgütünün nasıl kurulduğunu anlatan bir kitap var.
Kitabın basım tarihi, 1891. Yazarı, Spiridon Mavrogenis, namı diğer Mavroyani Paşa (üstte solda) ; saray doktoru ve Sultan II. Abdülhamid'in özel hekimi idi..
Bir hekimin istihbaratla-casuslukla ne ilgisi olabilirdi ? Osmanlı tarihi konusunda nitelikli eserleri bulunan Prof. Taner Timur'a göre, saray doktorlarının çoğu çift taraflı ajanlık yapıyordu ! Azınlık tebaasından olmaları, yabancı dil bilmeleri onları dış ülkeler için cazip kılıyordu..
Dr. Mavroyani ajan mıydı ? Tarihçilere göre, evet. Osmanlı istihbaratı hakkında yazdığı kitap, karanlık işler içinde olduğunun kanıtı olarak ileri sürülüyor. II. Abdülhamid gibi herkesten şüphelenen birinin en yakınındaki ajanı fark etmemesi de, tarihin cilvesi olsa gerek !..
Mavroyani Paşa'nın yazdığına göre, Osmanlı istihbarat örgütü İngiltere Büyükelçisi Stratford Canning'in (üstte sağda) çabalarıyla kuruldu. Elçi, gizli bir haber alma teşkilatı kurulması için Sadrazam Mustafa Reşid Paşa'yı ikna etmişti. İkna olan Sadrazam da, "Madem elçiye söz verdik, ayıp olmasın," diye Avrupa'da görev yapan Osmanlı elçilerini görevlendirdi : "Herkes bulunduğu ülkenin gizli polis teşkilatını inceleyip geniş bir rapor hazırlayacak !.."
İlk kapsamlı raporu Paris Elçiliği'ndeki Sefels Soldenhof Efendi hazırladı. Napoléon Bonaparte döneminde gizli emniyet teşkilatı kuran Vidocq'un örnek alınmasını önerdi..
Diğer elçiliklerden de benzer notlar, bilgiler geldi.. 
Elçiliklerden gelen tüm raporlar İstanbul'da kime teslim edildi dersiniz ? 
Rum Civinis Efendi'ye !.. Çünkü : İngiltere Elçisi Canning, istihbarat şefi olarak Civinis Efendi'yi uygun görmüştü ! Sadrazam Mustafa Reşid Paşa da, yakın dostu Canning'i kıramamıştı ! Öyle ya, İngilizlerden gizlimiz saklımız mı vardı ?!..
Peki, Osmanlı istihbaratının başına getirilen Rum Civinis Efendi kimdi ? Mavroyani Paşa'nın hemşerisiydi ; ikisi de Ege'nin en güzel adası Mikonosluydu. Bu nedenle Mavroyani Paşa, kitabında hemşerisi Civinis'i öve öve bitiremiyor..
Osmanlı'nın ilk istihbarat şefi hakkında bilgiler sınırlı. Mavroyanis Paşa, Civinis Efendi'nin biyografisini Rusya'dan başlatıyor. Civinis Efendi, yıllarca St. Petersburg'da yaşıyor, sarayda çariçenin özel hizmetlilerinden biri olmayı beceriyor. Bu arada önemli görevdeki bir subayın kızıyla da evleniyor.. 
Ancak, Civinis Efendi "şeytana uyup bir gün yoldan çıkıyor", çariçenin mücevherlerini alıp kayıplara karışıyor..
Civinis Efendi sonra Anadolu'da görülüyor ; sıkı durun, çünkü üzerinde imam kıyafeti var ! Üstelik cami cami dolaşıp vaaz veriyor.. 
Civinis Efendi daha sonra Ege Denizi'nde yatıyla gezen zengin bir İtalyan rolünde ortaya çıkıyor ; adı artık "Comte de Riveroso" !.. Ve yat bir gün İstanbul'a demir atıyor. Bu kez de adı, "Civinis Efendi" !..
Rum asıllı, Fransızca ve İngilizce konuşan, kibar ve zarif Civinis Efendi herkesin ilgisini çekiyor. İngiltere Elçisi Canning'in takdimiyle Sadrazam Mustafa Reşid Paşa'yla tanışıyor. Sadrazam Civinis'ten çok etkileniyor. Onu hemen "albay" yapıyor ve bir de görev veriyor ; Osmanlı istihbaratını kurma görevi !.. Neden olmasın, adamın işi bu !..
İstihbarat örgütünün başına geçen Civinis Efendi ne yapıyor ? İstanbul'un tanınmış tüccarlarının, paşalarının vb. özel hayatlarını izletiyor, toplattığı dedikoduları rapor haline getiriyor. Kim kiminle gibi, mahrem yaşamlar ilgilendiği yegâne konu oluyor.. 
Peki, Civinis Efendi'nin raporlarında siyaset, ekonomi, dış politika, yabancı ülkeler hakkında bilgiler var mıydı ? Tabii ki yoktu ! Osmanlı hızla çökerken, istihbarat örgütü sadece mahrem hayatla ilgileniyordu ! Almanya  ve İtalya yeni emperyal güç olarak tarih sahnesine çıkarken, İngiltere, Fransa ve Rusya dünyayı parsellerken, Civinis Efendi sadece dedikoduyla uğraşıyordu.. 
Karşı casusluk faaliyeti kontrespiyonaj için parmağını bile oynatmıyordu. Kuşkusuz tüm bunlar bir İngiliz entrikasıydı. 
Osmanlı sonunda dayanamadı, bu ilk "kurumsal" istihbarat birimini lağvetti. Hayır, dönen dolapları anladığından değil ; raporlarda ortaya çıkan mahrem hayatlardan rahatsız olduğu için kapattı. Yine eski yöntemine döndü ; kendi muhbirleriyle yetindi..
1863 yılında istihbarat teşkilatı bir kez daha kuruldu..
Başına bu kez Ermeni iş çevrelerinin baskısıyla "Baron C" getirildi. Yeni şef, Civinis Efendi'yi aratmadı. Hazırladığı bir raporu hem Osmanlı'ya, hem de el altından Viyana'ya verdiği ortaya çıkınca kovuldu..
Görünen o ki, tarih yazan Osmanlı çöküş günlerinde yabancı istihbarat ajanlarının elinde oyuncak olmuştu. Öyle ki, Yemen ayaklanmasında İtalya adına casusluk yapan Doktor Adriano Lanzoni'ye, "savaşta gösterdiği yararlardan" ötürü nişan taktı !..

İlgili resim   Ä°lgili resim

Uzatmayalım, Osmanlı'nın, milli bir istihbarat örgütü ancak 17 Kasım 1913'de, "Teşkilat-ı Mahsusa"nın kurulmasıyla gerçekleşti... Bundan önce Osmanlı birkaç istisna dışında genelde hep seyirciydi.. Ve İngilizler bu topraklarda istedikleri kadar "at oynattı" !.. Bunu kendi özel istihbarat raporlarından da görebilirsiniz.. 
İngiliz elçilik görevlisi G. Barclay'in 18 Ocak 1907'de yazdığı "43 No'lu Rapor"da bakalım neler var :

SADRAZAM KÂMİL PAŞA : Kıbrıs asıllı Yahudidir. Yetenekli ve namusludur. Rodos'a sürülmüştür ve burada İngiltere Konsolosluğu'na sığınmıştır.

SAİD PAŞA : Eski sadrazam. Küçük Said Paşa denir. Çok enerjik ve hırslıdır. Vatanını müthiş sever. Aşırı derecede zekidir. Çok sabırsızdır. Eskiden İngiliz dostuydu, sonra Rus taraftarı oldu.

HARİCİYE NÂZIRI AHMED TEVFİK PAŞA : Diplomatik yeteneği yoktur. Karısı Alman olmasına rağmen Almanlardan şüphelenir.

FERİD PAŞA : Sadrazam. Almanlar tarafından desteklenmektedir. Devamlı Almanya'yı destekler.

DAHİLİYE NÂZIRI MEMDUH PAŞA : Gayet dar kafalı ve Hıristiyan düşmanıdır. Muhtelif zamanlarda İngiliz çıkarları yanında hareket etmiştir. Utanmaz derecede rüşvet yemesiyle ünlüdür.

BAŞKÂTİP TAHSİN PAŞA : Şahane bir kâtip ve jurnalcidir. Evine su gibi akan para, gayet savurgan ev halkı tarafından etrafa saçılmaktadır.   

MABEYİNCİ RAGIP PAŞA : Sultana etki edecek kişilerin en önemlilerinden biridir. Saray etkisini kullanarak büyük servet kazanmıştır. İngiliz çıkarlarına yatkındır.

spiridon mavrogenis ile ilgili görsel sonucu

SONER YALÇIN'IN "SİZ KİMİ KANDIRIYORSUNUZ !" ADLI KİTABINDAN DERLENMİŞTİR..         

968) HEDEF : HANEDANIN DEVAMLILIĞINI SAĞLAMAK !...

harem bir okul muydu ile ilgili görsel sonucu

"Harem bir okul muydu ?"... Uzun tartışmalara yol açan bir soru. Cevabı da biraz karmaşık...
Öncelikle Harem'de herkese değil sadece güzel, yetenekli ve akıllı kızlara okuma yazma öğretildiğini söyleyelim. Zaten doğrudan bir eğitim-öğretim kurumu olarak ortaya çıkmamıştır. Amaç da bu değildir.. Harem'in esas hedefi hanedanın devamlılığını sağlamaktır... Bir cinsellik yuvası da değildir, sanıldığının aksine. Bir entelektüel kadın yaratma merkezi hiç değildir..
Harem'deki eğitim dikiş, nakış, müzik, dans ve din bilgisinden ibarettir. Cariyeler, kalfalar tarafından geleneklere göre terbiye edilirlerdi. Eğitim "entelektüel" anlamda bir gelişimden değil, bambaşka din, dil ve kültürden gelen kadınların Türk-İslam kültürüne adapte edilmesinden ibaretti. 



santuri ali ufki bey ile ilgili görsel sonucu

Sarayda uzun yıllar görev alan Polonya asıllı Bobovius (Santuri Ali Ufki Bey) (üstte) bu eğitimi şöyle özetler : "Onları, padişahta aşk uyandırıp cariye olabilmeleri, belki de aralarından birinin gözde ve sultanın en büyük oğlunun saygın annesi olabilmesi, ya da saray dışında nitelikli insanlarla evlendirilmeleri için ihtişamla giydirmeye ve öğrenebilecekleri her şeyi öğretmeye özen gösterir.."
Burada hiçbir kültürel faaliyet eklemiyor olması trajiktir. Cariyelere verilen eğitim doğrudan padişaha verecekleri hizmetle ilgilidir, bireysel değildir. Harem, adabı muaşeretin öğretildiği bir "saraylı kadın" eğitim kurumudur. Ayrıca unutmayalım ki herkese müzik ve dans da öğretilmez. Sadece bu konuda yeteneği olanların hakkıdır bu.. 17. yüzyılda ise seyirlik oyunlar için saraya alınan kızlar arasındaki kuklabaz, hayâlbaz (Karagözcü), lubetbaz (gösteri oyuncusu), taklabaz ve cambazlar olduğunu görüyoruz..  

osmanlı haremi ile ilgili görsel sonucu   Ä°lgili resim

Hiyerarşinin tepesindeki valide sultandan en alttaki anonim cariyelere kadar Harem'deki eğitim seviyesinin ne denli trajik olduğunu ancak durumu dönemin Avrupa saray kadınlarıyla kıyaslayarak görebiliriz. Kadınların entelektüel çevrelerin göbeğinde olduğu, kitaplar yayınlattığı, edebi eserlere hamilik yaptığı, kendilerine yazılan eserlerle ölümsüz olduğu bir Avrupa ! Saraydaki eğitim ve sanatın doğrudan hamileri olarak saraya tiyatro, daha geç dönemde opera ve bale, seyirlik oyunlar getiren, tablolar yaptıran, galeriler oluşturan hep kadınlardır.. Sultanın haremindeki kadın figürünün Batı'daki çağdaşı tarafından entelektüel olarak her açıdan ezilip geçildiğini iddia edersek abartmış olmayız. XIV. Louis'nin sarayında en önemli figür olan Madame de Maintenon (üstte sağda), "Latince, Almanca, İspanyolca, Fransızca, dans, resim ancak merhamet ve mantıkla birleşince hoş yetenekler haline gelirler," derken bu seviyeyi özetliyordu. Ne yazık ki, bize entelektüel olarak pek bir iz bırakmayan Harem kadınları arasında temel genel kültürün bu seviyede olduğunu ispat eden hiçbir örnek yok..

osmanlı haremi ile ilgili görsel sonucu

Bugün elimizde çok az sayıda bulunan, Harem'den çıkan mektuplar arasında ne yazık ki kitaba dair satırlar yok. Avrupalı saray kadınları ellerinde kalem, kralı bile eleştirip ona mektuplar yazarken ; en çok mektup bırakan valide sultanların özel zevklerine dair satırlar ısmarlanan mücevher ve kumaş ayrıntılarıyla dolu. Mesela Kösem'in mektuplarının büyük bir kısmı mücevherlerle ilgili ve bir kitaba dair tek satır yok !.. Nurbanu ve Safiye ise kozmetik ve egzotik nesneler peşinde koşarken bir tek kitap istememişler, Avrupa'ya gönderdikleri mektuplarında. Ama unutmayalım ki İstanbul'da ilk kütüphane kuran kadın da Nurbanu Sultan (altta). Kütüphanede ise bol bol Kur'an-ı Kerim var..
18. yüzyıldan itibaren Harem'de daha farklı bir kadın profilinin geliştiğine tanık oluyoruz... 19. yüzyılda hocalar kızlara Fransızca ve İngilizce öğretirler, ardından piyano, yağlıboya resim, güzel yazı gelir.. Harem daha hareketli bir hale bürünür, daha çok dışarı çıkılır. 19. yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başında yetişen bu kızların diplomatik tercümeler yaptıklarına da şahit oluyoruz. Kadınların kültürel ve sanatsal seviyeleri yüzyıllar içinde dev bir adım atmıştır. Ama unutmayalım ki hâlâ hepsi okuma yazma bilmediği için toplu okumalara devam ederler !..

İlgili resim

METİN UCA-ÖZLEM KUMRULAR'IN, "HER BOOK'A MAYDANOZ / KÜÇÜK ŞEYLERİN BÜYÜK TARİHİ" ADLI KİTABINDAN ALINTI BİR YAZIDIR..    

967 ) ORIENT EXPRESS !..

Georges Nagelmackers ile ilgili görsel sonucu    

Ekim 1883'te bir pazar akşamı, birkaç vagonluk bir tren Paris'in Doğu Garı'ndan hareket etti. Muazzam bir kalabalık garın her yanındaki elektrik lambalarının ışığında trenin gidişini izlemek üzere toplanmıştı. Güçlü bir buharlı lokomotifin çektiği tren, bir yük vagonuyla iki yataklı vagondan ve şıkır şıkır aydınlatılmış bir yemek vagonundan oluşuyordu ; en arkada, buharlı gemilere yüklenecek sandıkların ve diğer battal eşyanın yerleştirildiği ikinci bir yük vagonu vardı. Yolcular, Avrupa'yı baştan başa kat edecek neredeyse 3.000 km'lik bir yolculuğa hazırlanıyordu. "Orient Express" adı verilen trenin ilk yolculuğuydu bu..
Yolculuk Belçikalı mühendis Georges Nagelmackers'ın tanıtım organizasyonu idi.  Mühendisin ezeli düşmanı ve bir bakıma bu yolculuğun nedeni, George Pullman adında biriydi. Nagelmackers (üstte) trenle yolculuğu sevenler için Avrupa seyahat tarihinde tanınmış biri olsa da, Pullman'ın (altta) ünü dünyayı sarmıştı. Pullman, yataklı vagonu (ünlü  Pullmanlar) icat etmişti. Pullman'ın 1860'ların başında ABD'de açılışı yapılan yataklı vagon tasarımında, her vagonda altlı üstlü yirmi ranza vardı. Böylece yolcular uzun tren yolculuklarında gerçek bir yatağa benzeyen bir şeyde uyuyabiliyorlardı ; aslında vagon tekerlekler üzerinde giden ranzalı bir koğuştan başka bir şey değildi..

İlgili resim    george pullman ile ilgili görsel sonucu

Pullman'ın fikri belki hemen revaç bulmayacaktı ; ne de olsa, o zamanlarda yabancıların ortasında soyunup uyumak yepyeni bir şeydi, ama 1865'te deneme vagonu tesadüfen önemli bir olayda kullanıldı. John Wilkes Booth Başkan Abraham Lincoln'e suikast yaptığında, başkanın ölümünü anmanın en uygun yolu olarak büyük bir yolculuk düzenlendi. Lincoln'ün naaşını taşıyan siyah kumaşla örtülü tren Washington DC'den hareket edip ağır ağır Springfield, Illınois'ye doğru yol aldı ; böylece ardından ağlayanlar başkanı son yolculuğunda görme fırsatını bulmuş oldular (altta)
Pullman, ulusal bir trajedinin ortasında bile trende yolculuğa çıkmanın eziyet olmayabileceğini göstermişti. Bir demiryolu tarihçisinin yazdığı gibi, trenler, "tekerlekler üzerinde rahat bir hayatın örneği olarak anılarda kalan (dolayısıyla kârlı olan) bir yolculuk türü" olabilirdi..

İlgili resim

Birkaç yıl içinde Pullman vagonlar sadece Amerika değil Avrupa pazarını da ele geçirmişti. Nagelmackers ABD'ye 1870'te gitti ve Avrupa'ya Pullman'ın modelini pazardan çekilmeye zorlayıp Avrupa'daki önde gelen yataklı vagon imalatçısı olma kararıyla döndü. Yataklı vagonun kendi versiyonunun (wagon-lit) son derece kullanışlı olduğuna ikna etmek için demiryolu şirketlerinin ve hükümetlerin kapısını çaldı. Vagonlara koyduğu "boji" denen Alman tasarımı yeni bir süspansiyon sistemi daha sarsıntısız bir yolculuk, dolayısıyla daha rahat bir uyku sağlıyordu..

    

Nagelmackers Aralık 1876'da Brüksel merkezli şirketini resmen kurdu. Birkaç yıl sonra, kıtadaki lüks uzun mesafe seyahatleriyle eş anlamlı hale gelecek olan logosunu ilan etti : Şahlanmış aslanların üstünde yükselen iç içe geçmiş WL harfleri ve harflerin çevresinde halka oluşturan şirketin Fransızca ismi : "Compagnie Internationale des Wagon-Lits et des Grandes-Express Européens". O zamana kadar hiç kimse tek bir demiryolu şirketinin bütün kıtayı kat eden hatlar çalıştırabileceğini hayal bile etmemişti. Demiryolları ulusal itibar simgesi olmakla kalmıyor, Avrupa krallık ve imparatorluklarının ulusal güvenlik alt yapılarının hayati önemdeki bir parçasını da oluşturuyordu. Yabancı bir trenin, üstelik yabancılarla dolu bir trenin, pasaport ve gümrük memurlarınca hemen hiç rahatsız edilmeden kıtayı batıdan doğuya kadar kat etmesi gerçekten bir yenilikti. Belçika Kralı II. Leopold'ün himayesini elde eden Wagon-Lits şirketi 1880'lerin başında Paris ile Viyana'yı birleştirmeyi başardı. Bundan sonra Bulgaristan'a ulaşmayı planlayan Nagelmackers bir yenilik daha getirmişti : Yemek vagonu. Bu, tuhaf yerlerdeki istasyon şeflerinin eline düşmeden ya da yabancıların tuhaf yiyeceklerini yemek yemek zorunda kalmadan uzun yolculukların tamamlanabileceği anlamına geliyordu. Vagonlar birer sanat eseriydi ;pırıl pırıl parlatılmış pirinçler, ahşap kakmalar, berjer koltuklar ve deri oturma yerleri göz alıyordu ; katlanır masalar, dar mekân çözümlerine göre biçimlendirilmiş gizli bölmeler gemi mimarları tarafından tasarlanmıştı...
Orient Express'in 1883'te çıktığı ilk yolculuk Wagons-Lits şirketinin birkaç yıl içinde ne kadar geliştiğini göstermek üzere düzenlenmişti ; bundan sonraki hedef, hattı Avrupa'nın öteki ucuna, İstanbul'a kadar uzatmaktı. Nagelmackers Avrupa'nın ikinci derecede önde gelen şahsiyetlerinden bazılarını bu ilk yolculuğa davet etti : Seyahat yazarları, makale yazarları, Fransız ve Belçikalı bakanlar, Alman gazeteciler, Osmanlı elçiliği başkâtibi, Avusturyalılar, Romanyalılar, Londra "Times" gazetesinden bir muhabir.. Avusturya-Macaristan ile Romanya arasındaki sınırda, on bir kişilik bir müzik grubu yolculara katıldı ; yemek vagonuna yerleştiler ve tren Karadeniz'e doğru yol alırken valsler, şarkılar çaldılar..



Ne var ki ilk yolculuk yarı yola kadardı. Yolcular Varna limanında trenden inip İstanbul yolculuğunun geri kalanını gemiyle tamamladılar. Bütün yolculuk 81 saat 40 dakika sürdü ; buna Karadeniz'deki 15 saatlik buharlı gemi yolculuğu dahildi. Uzun sürmesinin nedeni Nagelmackers'in hırsının Osmanlı alt yapısının gerçekleriyle uyuşmamasıydı. 
1850 civarında Osmanlı İmparatorluğu'nda bir km'lik bile demiryolu yoktu ; oysa Avusturya-Macaristan'da bini aşkın, Britanya'da on bine yakın km'lik ray sistemi vardı. Yüzyılın sonuna doğru Osmanlılar hızla demiryolu döşemeye giriştiler, ama onlar için önemli olan payitahtı Avrupa merkezlerine bağlamak değil, imparatorluğun muazzam genişlikteki topraklarını birbirine bağlamaktı. Yine de, başlangıcı cesaret kırıcı olsa da, Nagelmackers'in projesi arzu edilen etkiyi göstermişti. Beş yıl içinde Osmanlı demiryolları İstanbul'a tam hizmet verir hale gelmiş, Avrupa'nın demiryolu ağıyla birleşmişti. Nagelmackers 1905'te öldüğünde, Paris'te trene binip, yatakta yatarak Osmanlı payitahtına ulaşmak mümkündü. Bir yıl sonra Alpler'de Simplon tüneli açılınca, demiryoluyla Hristiyanlığın kalbinden İslamın kalbine ulaşmak daha da kolaylaştı. Yolcular Avrupa'nın coğrafi sınırından birkaç adım ötede, şehrin belli başlı tarihi ve turistik yerlerine kısa bir yürüyüş mesafesinde, trenden iniyorlardı. Zamanın bir gözlemcisine göre, "Konstantinopl artık Batı dünyasıyla birleşmişti." Kıtada sık seyahat eden yolcular için bile, Fransa'daki bir istasyonda bu trene binme heyecanı hiç sönmüyordu. Agatha Christie sık sık çıktığı tren yolculuklarından birinde şöyle yazmıştı
"Ona biniyorum ! Bindim ! Gerçekten de o mavi vagondayım, üzerinde CALAIS-ISTANBUL yazıyor.."    



CHARLES KING'İN "PERA PALAS'TA GECE YARISI, Modern İstanbul'un Doğuşu" ADLI KİTABINDAN DERLENMİŞTİR..    





Hürriyet

KAYNAK OLARAK KULLANDIĞIM KİTAPLAR..
-------------------------------------------------------
1.DEVLET-İ ALİYYE.I...HALİL İNALCIK 2.OSMANLILAR..HALİL İNALCIK
3.İMP.'UN EN UZUN YÜZYILI..İLBER ORTAYLI
4.SON İMP. OSMANLI..İLBER ORTAYLI
5.TARİHİN IŞIĞINDA..İLBER ORTAYLI
6.OSM. TOPLUMUNDA AİLE..İLBER ORTAYLI
7.OSM.'YI YENİDEN KEŞFETMEK..İ.ORTAYLI
8.BATILILAŞMA YOLUNDA..İLBER ORTAYLI
9.OSMANLI TARİHİ..A.DE LAMARTINE
10.OSMANLI..CAROLİNE FİNKEL
11.OSM.İMP.TARİHİ..NICOLEA JORGA
12,BÜYÜK TÜRK..NICOLEA JORGA
13.YENİLMEZ TÜRK...NICOLEA JORGA
14.TÜRKİYE TARİHİ..ED.SİNA AKŞİN
15.OSM.DÜNYASI VE İNSANLARI..GÜLGÜN ÜÇEL
16.OSMANLI ORDUSU..GÜLGÜN ÜÇEL-AYBET
17,BU MÜLKÜN SULTANLARI..NECDET SAKAOĞLU 18.YENİÇERİLER..REŞAT EKREM KOÇU
19.SON PADİŞAH..YILMAZ ÇETİNER
20.SORULARLA OSM. ..ERHAN AFYONCU
21. SOKOLLU ...RADOVAN SAMARCIC
22. OSM.İMP.TARİHİ...A.CEVDET PAŞA
23. OSM.GERÇEĞİ..ERDOĞAN AYDIN
24. FATİH VE FETİH..ERDOĞAN AYDIN
25.KADINLAR SALTANATI..A.REFİK ALTINAY
26.DOĞU'YA BAKIŞ..GERALD MACLEAN
27.AT SIRTINDA ANADOLU..FREDERIC BURNABY
28.ABDÜLMECİD..HIFZI TOPUZ
29.ŞAH SULTAN ..İSKENDER PALA
30.FLORANSA BÜYÜCÜSÜ..S.RUSHDIE
31.TARİHİMİZLE YÜZLEŞMEK..EMRE KONGAR
32.PARİS'TE BİR OSM.SEFİRİ..ŞEVKET RADO
33.TARİHİN SAKLANAN YÜZÜ..ÇETİN ALTAN
34.OSM.İMP.'DA SON 300 YIL..ALAIN PALMER
35.KONSTANTİNİYYE..PHİLİP MANSELL
36.TÜRKİYE'NİN SİYASİ İNTİHARI..CENGİZ ÖZAKINCI
37.BU VATAN BÖYLE KURTULDU..EROL MÜTERCİMLER
38.16.YÜZYILDA İSTANBUL..METİN AND
39. ERKEN MODERN OSMANLILAR.. VIRGINIA H. AKSAN-DANIEL GOFFMAN
40."POPÜLER TARİH" VE "NTV TARİH " DERGİLERİ
41.İKİNCİ ADAM..Ş.SÜREYYA AYDEMİR
42.HAYAT..AYŞE KULİN
43.DEVRİM VE DEMOKRASİ..NUMAN ESİN
44.BİR NUMARALI TANIK..KURTUL ALTUĞ
45.İHTİLALİN MANTIĞI..Ş.S.AYDEMİR
46.KUTSAL İSYAN...HASAN İZZETTİN DİNAMO
47.KUTSAL BARIŞ...HASAN İZZETTİN DİNAMO
48.ÇÖL KRALİÇESİ...JANET WALLACH
49.YÖNETMENLER,FİLMLER,ÜLKELER..A.DORSAY
50.AY HIRSIZI...SUNAY AKIN
51.ONLAR HEP ORADAYDI...SUNAY AKIN
52.KULE CANBAZI...SUNAY AKIN
53.LÜZUMSUZ BİLGİLER ANSİKLOPEDİSİ..TAMER KORUGAN
54.PRENS..NİCCOLO MACHİAVELLİ
55.İSTANBUL'DA BİR ZÜRAFA..SUNAY AKIN
56.KIZ KULESİNDEKİ KIZILDERİLİ..S.AKIN
57.AH BEYOĞLU,VAH BEYOĞLU..SALAH BİRSEL
58.İSTANBUL-PARİS..SALAH BİRSEL
59.YAVUZ'UN KÜPESİ..ERHAN AFYONCU
60.OSMANLI PADİŞAHLARININ HAYAT HİKAYELERİ...YILMAZ ÖZTUNA
61.BİZİM DİPLOMATLAR..BİLAL N.ŞİMŞİR
62.KİM VAR İMİŞ BİZ BURADA YOĞ İKEN..CEMAL KAFADAR
63.RÜZGARIN GÖLGESİ..CARLOS RUIZ ZAFON
64.MELEĞİN OYUNU..CARLOS RUIZ ZAFON
65.ORTA DOĞU..TAYYAR ARI
66.ABD-ORTA DOĞU-TÜRKİYE..HALUK GERGER
67.ORTA DOĞU.. BERNARD LEWIS
68.ON BİR CUMHURBAŞKANI ON BİR ÖYKÜ.. CÜNEYT ARCAYÜREK
69.ÖFKELİ YILLAR...ALTAN ÖYMEN
70.ATATÜRK'TEN SONRA BUGÜNLERE NASIL GELDİK ?..CÜNEYT ARCAYÜREK
71.ÇANKAYA...CÜNEYT ARCAYÜREK
72.DEMOKRASİNİN İLK YILLARI..C.ARCAYÜREK
73.YENİ İKTİDAR,YENİ DÖNEM..C.ARCAYÜREK
74.BİR İKTİDAR,BİR İHTİLAL..C.ARCAYÜREK
75.NEREDEYSE BİR BALİNA..STEVE JONES
76.MOSSAD GİZLİ TARİHİ...GORDON THOMAS
77.BARIŞA SON VEREN BARIŞ...DAVID FROMKIN
78.SULARIN GETİRDİĞİ PADİŞAH..CAHİT ÜLKÜ
79.TANK SESİYLE UYANMAK..HASAN CEMAL
80.BİR MANİNİZ YOKSA.. ...AYFER TUNÇ
81.ALATURKAFRANKA..ERCAN ÇİTLİOĞLU
82.SUÇUMUZ MÜKEMMEL OLMAK..S.DUMAN
83.DARBE...STEPHEN KINZER
84.ÖZAL HİKAYESİ..HASAN CEMAL
85.TURGUT NEREDEN KOŞUYOR ? ..E.ÇÖLAŞAN
86.YEDİ TEPE ANADOLU...ALİ CANİP OLGUNLU
87."K", "DERBEDER BİR KAHİN"...CANSU YILMAZÇELİK
88.LATİFE HANIM...İPEK ÇALIŞLAR
89."K",YIKIK BİR SARAYDIR DÜNYA..PERİHAN ÖZCAN
90.BEYAZ PERDEDE KIRMIZI FİLMLER.. ATİLLA DORSAY
91.TEK ADAM..Ş.SÜREYYA AYDEMİR
92.DAHİLER VE AŞKLARI...ÖZCAN ERDOĞAN
93.HAYATIM KİTAP..YAŞAR AKSOY
94.BOĞAZİÇİ ŞINGIR MINGIR..SALAH BİRSEL
95.BİR EKONOMİK TETİKÇİNİN İTİRAFLARI...JOHN PERKİNS
96.CUMHURİYET TARİHİ YALANLARI 1. VE 2. CİLT...SİNAN MEYDAN
97. KOMPLO TEORİLERİ..EROL MÜTERCİMLER
98.ÖNCE KADINLAR VE ÇOCUKLAR..SUNAY AKIN
99.BİR ÇİFT AYAKKABI..SUNAY AKIN
100. BENİM CUMHURİYET'İM..EMİNE UŞAKLIGİL
101.DARAĞACINDA ÜÇ FİDAN..NİHAT BEHRAM
102.NEREYE..CAN DÜNDAR
103.İSTANBUL'DAN SAYFALAR..İLBER ORTAYLI
104.BİZİM İZMİRİMİZ..MELİH GÜRSOY
105.GİZLENEN TARİH..BRİAN HAUGHTON
106.BERGAMA DÜŞLERİMİN ŞEHRİ,İZMİR SEVDAM..SELAHATTİN TURAL
107.GÖLGEDEKİLER..CAN DÜNDAR
108.KIRMIZI BİSİKLET..CAN DÜNDAR
109.YAKAMDAKİ YÜZLER..CAN DÜNDAR
110.GEÇMİŞ AYRINTIDA SAKLIDIR..CEMİL KOÇAK