14. Yüzyıla girerken, gerek Haçlı Seferleri, gerekse İkinci Friedrich'in diplomatik gücü sayesinde, Yakındoğu hac ve ticaret yolu güvenceye kavuşmuş bulunuyordu.
Papa'nın bu dönemde başını en fazla ağrıtan sorun Orta ve Kuzey Avrupa'ya girmeye başlayan Aristocu fikirlerdi..
Aristoteles mantıkçı, deneysel ve doğayla bütün bir öğreti yaratıyordu. Bu öğreti ile Platonculuğun ayaklarını yerden iyice kesip, onun yerine akıl ve laboratuvarı koyuyordu..
Hristiyan taassubunun önemli bir sembolü olan Roma Kilisesi 12. Yüzyıla kadar Avrupa'nın kapılarını tüm öğretilere kapıyordu. Ancak Endülüs'teki Müslüman/Musevi devletin ekonomik gücünün Malaga - San Sebastian ticaret güzergahlarıyla Orta ve Kuzey Avrupa'ya uzanması, Roma Kilisesi'nin işini bozuyordu. Zira Endülüs Devleti sadece ekonomik ve siyasal bakımdan değil, kültürel ve bilimsel bakımdan da devrinin ölçülerini zorlayıp aşıyordu..
Nitekim buradaki kültürel potansiyelin arkasında, Müslüman bilginlerin yanında Musevi kültür adamları da yer alıyordu. Bu iki semavi dinden gelen Endülüslü bilim adamlarının en önemlileri Müslüman düşünür İbni Rüşt ile Musevi düşünür Moses Maimonides idiler.. İkisi de Cordoba kentinde doğan bu iki düşünürün ortak düşüncelerinde yer alan filozof ise Aristoteles idi..
İbni Rüşt (yukarıda solda) İslam fıkıh'ı, Maimonides (yukarıda sağda) ise Musevilik felsefesi üzerine çalışıyordu. Her ikisi de aynı zamanda tıp doktoru olan bu filozof ve düşünürlerden İbni Rüşt, tıp ve astronomi konularında Aristotelesci bir yol izliyor, dünyayı madde, biçim hareket gibi fizik kavramlarla açıklıyordu.
İbni Rüşt ve Maimonides'in Aristoculuk yaptıkları bu çalışmalar, felsefeyi ön plana çıkarıyor, böylece Orta Avrupa'da Aristo ve felsefe rüzgarları estiriyordu. Nitekim Endülüs'teki Musevi tercümanlar, Yunanca'dan Arapça'ya çevrilmiş olan Aristo'nun eserlerini Avrupa dillerine aktarıyorlardı. Aristoteles'in, İbni Rüşt'ün açılımıyla ele alına eserleri, 13. Yüzyılın başında Paris'e ulaşıyor, böylece Platonculuğun etkisi altındaki Hristiyan Ortaçağı'na giriyordu.. Bu eserler Orta Avrupa'da ilk kez 1240'larda Roger Bacon ve Albertus Magnus tarafından ele alınarak inceleniyordu. Daha sonra da Yunanca dersler vermeye başlayan Magnus, Aristoteles'i, Latinler için anlaşılabilir bir duruma getirmeye çalışıyordu..
Böylece Endülüslü İbni Rüşt ve Maimonides'in Aristocu fikirleri, Papa'nın ticari ve siyasi çıkarları için kullandığı Hristiyan taassubunun dayanağı olan düşsel uhreviyatı sarsmaya başlıyor, bu da Latin Kilisesi'ni rahatsız ediyordu.
Endülüs'te başgösteren laboratuvar, kimya ve fizik çalışmalarının Orta Avrupa'ya sıçraması, deneysel bilimin Hristiyan imanını zayıflatacağı bu nedenle de kilisenin otoritesinin sarsılacağı endişesiyle Roma Kilisesi'ni harekete geçiriyordu. Papa'ya ve diğer din adamlarına göre deneysel bilime yönelen herkes büyücü idi. Onların kışkırtmalarının ötesinde, tüm melanetlerin başı Yahudiler idi. Bu nedenle de Museviler sorgusuz sualsiz hemen oracıkta katlediliyor, Simyacılığa özenenler ise Kilise mahkemelerinde işkenceden geçirilip yargılandıktan sonra, genellikle yakılarak, öldürülüyorlardı.
Hristiyan dininin karanlık ve şiddetinin kol gezdiği bu terör döneminde bilimin ışığı yine de sızacak gedikler buluyor, Endülüs'ten gelen ticaret kervanları bir yandan baharat, diğer yandan Aristoteles'in İbni Rüşt ve Maimonides tarafından yapılan tercümelerini taşıyordu. Napoli ve Paris Üniversitelerinde Aristoteles öğretileri yaygınlaşıyordu..
Roma, giderek dikkatini bu "sapık fikirlerin" kaynağına, yani Endülüs'e çeviriyordu. Papa, ayaklarının altından kaymakta olan Hristiyan zemini kontrole alabilmesi için öncelikle Endülüs'teki bu tehdit odağını dağıtması gerektiğini görüyordu. Ancak bu iş nasıl olacaktı ?.. Ortodoks Bizans üzerine düzenlenen Haçlı Seferleri ile gerekeni yapmışlardı. Fakat Avrupa'nın ortasında düzenlenecek bir Haçlı seferinde askerlerin, aradığı servet ve yağmayı bulamaması halinde, Katolik Kilise'sinin kendi varlığını yağmayabilir, Hristiyanlığı kendi beyninden vurabilirdi.. Papa bu nedenle Vizigotları harekete geçirerek önce Malaga ile Orta Avrupa arasındaki ticaret yollarını kontrole almaya yöneliyordu. Bunun sonucunda fakirleşecek olan Endülüs'ün de yıkılışını hazırlayacaktı..
Gerçi 1200 lü yıllardan itibaren Endülüs Emevi Devleti'ni oluşturan emirler arasındaki sürtüşmeler çöküşün alt yapısını oluşturmaya başlıyor, Kilise de bu sürtüşmeleri kızıştırma yöntemleri uyguluyordu. Ama asıl fırsat 1400'lerin ortasında eline geçecek ve İspanya'da Yeniden Hristiyanlaştırma siyasetlerini uygulatma olanağı bulacaktı.
Endülüs'teki Museviler Emevi Devleti'nin sonunun geldiğini farkediyorlardı. Bunun en önemli göstergesi ise İslami düşünürler arasındaki tartışmayı felsefecilerin kaybetmesi, tutucuların kazanmasıydı.. Böylece, Aristocu fikirleri İslamiyet'e aktaran başta İbni Rüşt olmak üzere talebelerinin, İmam Gazali'nin fikirleri karşısında siyasal bakımdan güçlerini yitirip Marakeş'e sürülmeleriyle, Emevi Devleti'nde bir taassup devri başlıyor, Arap kavminin kültürel uzantısı olan İslamiyet, Gazali ve arkadaşları tarafından felsefeye ve felsefecilere karşı korunuyordu. Gerçi İslamiyet felsefe ve felsefecilerden kurtuluyordu ama, siyasal iktidarların taassuba yönelmesi iç kargaşa ve hesaplaşmaların nedeni oluyor, bu da ülkenin ticari güvenliğini yok ediyordu.
Endülüs Devleti'nde ticaret ve ekonomiyi Museviler, siyaset ve askerliği ise Araplar yönetiyordu. Başgösteren taassup, ülkenin savunması için Kuzey Afrika'dan barbar Arapların Endülüs'e getirilmesine neden oluyordu. Bu barbar Araplar düşmanla savaşmak yerine, İslamiyet'ten saptıkları gerekçesiyle Endülüslü Müslümanları ve Musevileri yağmalıyorlardı. Diğer taraftan Endülüslü Musevi düşünürler de güçlü pozisyonlarını yitiriyor, Orta Avrupa'da Katolik taassubunun kırılması yönündeki çabaları sonuçsuz kalmaya başlıyordu..
İşte bu ortamda doğuda, Katolik Kilisesi'nin taassubunu kıracak yeni bir güç, Osmanlı Devleti ortaya çıkıyordu. Endülüs'ten umudunu kesen Müslüman Musevi aydınlar bu kez doğudaki gelişmeleri dikkatle izlemeye başlıyorlardı.. İzlemekle de kalmıyor, onların doğudaki soydaşları ekonomik bakımdan bu oluşumda etkin bir rol oynuyorlardı.. Kaldı ki 15. Yüzyılın ortalarında bu yeni oluşum hayli yol almış, Roma İmparatorluğu'nun doğudaki en önemli mirası Constantinopolis'i nefes alamayacak bir biçimde kuşatmış bulunuyordu..
MURAT ÇULCU'NUN "MARJİNAL TARİH TEZLERİ" ADLI KİTABINDAN DERLENMİŞTİR..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder