Yirmisekiz Mehmet Çelebi'nin "Fransa Sefaretnamesi", ülkemizde tarih meraklıları arasında tanındığı kadar, Türk ve yabancı araştırmacıların da ilgisini çekmiştir. Çelebi'nin Fransızca, Osmanlıca ve Türkçe olarak çeşitli baskıları yapılan eseri, pek çok araştırmaya da konu olmuştur ve olmaktadır. Sefaretnamesi bu kadar iyi tanınan Çelebi'nin hayatı da, en az verdiği eser kadar ilgi çekicidir..
Çelebi Edirne'de doğmuştur, ancak doğum tarihi belli değildir ; sadece Paris'e gittiğinde ellili yaşlarını sürdüğü bilindiğinden, 1660'ların sonunda doğduğu söylenebilir.. Çelebi'nin babası Yeniçerilerin 71. Ortasının katar ağalarından seksoncubaşı Gürcü Süleyman Ağa idi. Seksoncubaşı, Saksonya'dan getirtilen av köpeklerinden sorumlu birliklerin komutanıydı ve Padişah ava çıktığında birliğiyle ona eşlik etmekle görevliydi.
Genç Mehmet Faiz de babasının izinden gitti. Zamanın gereklerine göre Enderun'da eğitim aldıktan sonra Yeniçerilerin 28. Ortasına katıldı. Hala adıyla birlikte anılan lakabı da, görevli olduğu ortadan kalmadır.. Ortasında çorbacılığa ve
muhzır ağalığına ( mahkemeye işi düşenlerden ve hukuk işlerinden sorumlu idareci) yükseldi..
Ayrıca aldığı medrese eğitimi sayesinde hem yüksek düzeylerde görevler aldı, hem de "çelebi" unvanını kazandı, hem de sefaretnamesine eşlik eden beyitleri yazacak düzeyde Farsça öğrendi. Orduda tophane nazırlığına dek yükseldi. Başarılı yöneticiliği sayesinde devlet çevrelerinde tanındı. Sivil görevlere atandı. Önce darphane nazırı, ardından da şıkk-ı salis defterdarı oldu. Yani bugünün deyimiyle, önce darphane genel müdürü, sonra da maliye bakanı ikinci yardımcısı idi..
Üçüncü Ahmet 1718'de, Çelebi şıkk-ı salis defterdarı olduğu dönemde, onu Pasarofça Anlaşması müzakere heyetinde görevlendirdi. Çelebi'nin diplomasi kariyeri böylece başladı. 1716-24 arasında Fransa'nın İstanbul'daki büyükelçisi olan Marquis de Bonnac, 1884'de Paris'te yayımlanan anılarında, onun Pasarofça'daki diplomatik becerilerinden bahseder. Müzakerelere katılan Avrupalı soylular arasında büyük itibar kazandığını vurgular..
Pasarofça'daki başarıları onun sadece başmuhasebeciliğe (yani günümüzün sayıştay başkanlığına denk bir göreve) terfisine değil, Paris'e daimi büyükelçi olarak yollanmasının da kapılarını açmıştır. 7 Ekim 1720'de 400 kişilik bir heyetle Fransa'ya hareket eden Mehmet Çelebi 16 Mart 1720'de Fransa'ya ulaşmıştı. 1721'e dek süren bu görevinden geriye kalan sefaretnamesi, Osmanlı tarihindeki kırkı aşkın sefaretnamenin ilki olmasa da en çok tanınanı olmuştur..
Çelebi'nin Fransa seyahati, batılılaşmanın dönüm noktalarından biri olarak kabul edilir. Gezip gördüğü eğitim ve bilim kurumları ile saraylar, parklar ve bahçeler hakkındaki izlenimlerinin Osmanlılar için bir model olduğu vurgulanır. Hatta Sadabad'da bugün sadece adı kalan mermer "çağlayan" ile ardındaki Cedvel-i Sim havuzunun, onun Paris'ten getirttiği Versailles ve Fontainbleu planlarından ilham alınarak tasarlandığı vurgulanır.. Sefaretnamede sözü geçmediği halde, Paris'te gördüğü örneklerden etkilenen oğlu Said Efendi'nin çabalarıyla 1727'de kurulan matbaa, kültür tarihimizin önemli bir parçası olmuştur..
Öte yandan Çelebi'nin Paris'teki ikameti, Avrupa'da da yukarıda anlatılanlara paralel bir etki yaratmıştı. Yirmisekiz Mehmet Çelebi, Avrupalıların sadece savaş alanlarındaki izlenimlerinden oluşan o zamanki Osmanlı imajının kültür, ilim, edebiyat, yaşama tarzı gibi eksik kalan taraflarının tamamlanmasında önemli rol oynamıştır. Çelebi'nin "Turquerie" denen ve giyim modasından resme, mimarlıktan müziğe pek çok alanda etkili olan "Türk modası"nın doğuşunda önemli rolü olduğu kabul edilir. Mozart'ın, Çelebi'nin Paris'i ziyaretinden neredeyse yarım yüzyıl sonra bestelediği "Saraydan Kız Kaçırma", "Türk Marşı" ve başka "ala turca" eserleri, bu modadan beslenen sanat eserlerinin en meşhurlarındandır..
Üçüncü Ahmed'in 1730'da Patrona Halil İsyanı ile tahttan indirilmesinin ardından Yirmisekiz Mehmet Çelebi de gözden düştü. Mısır'daki görevinden alındı. Son diplomatik görevi, Birinci Mahmud'un tahta çıkışını bildiren mektubu Lehistan'a sunmaktı. Daha sonra, öncekilerle kıyaslanmayacak kadar sıradan bir makama, Kıbrıs valiliğine atandı ve 1732'de orada vefat etti. Mezarı Magosa'da, Sinan Paşa Camisi olarak da anılan Buğday Camisi'nin bitişiğindedir..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder