
Timur'la Yıldırım Bayezid'in karşı karşıya geldiği Ankara Savaşı (1402), Osmanlı'nın Anadolu'dan çok Balkanlar'da tutunduğunu gösterir. Çünkü, bu savaş sürecinde ve sırasında Menteşoğulları, Germiyanoğulları, Saruhanoğulları gibi Anadolu beyleri Osmanlı'nın değil, Timur'un yanında yer almıştır. Osmanlı örgütlenmesi içindeki mevkileri yerine eski, fetih öncesi beyliklerini ihya etmek istemişlerdir.
Yıldırım sonrası şehzade kavgaları döneminde Bizans, Balkan despotları ve Anadolu beyleri, kardeşler arasında zaman içinde taraf değiştirerek siyasal mücadeleye katılmışlardır. Sonunda Osmanlı birliğinin tekrar kurulması, Osmanlı'nın en azından Balkan ittifakları desteğiyle, bir düzenin mayasını tutturduğunu göstermektedir. Unutulmamalıdır ki, Ankara Savaşı sırasında Sırplar taraf değiştirmemiş, Yıldırım'ın yanından ayrılmamışlardı..
Anadolu beylerinin Osmanlı'yı terk etmesinin, Osmanlı adına halledilmesi sürecinde ortaya çıkan daha derin ve bugüne uzanan sorun (Alevilik), Osmanlı'nın göçebe Türkmen aşiretleriyle ilişkisinde yaşanmıştır.. Osmanlı sistemine dahil olarak çeşitli görevlere getirilmiş beyler, sonuçta "devletlü bey" sınıfından iken ve siyasi oyuna katılırken, aşiretlerin Osmanlı'ya karşı kimliklerini korumaları, sistem açısından oyunbozanlıktır. Osmanlı, Balkanlar ve Anadolu'daki beylikleri fethettiğinde, yönetici sınıf üyelerini beylik vererek kendi sistemine katar ve zaman içinde de bir başka yere atayabilir, fakat aşiret beyini aşiretinden koparıp atayamaz. Osmanlı bunun çözümünü, göçebeleri köylüleştirmekte aramıştır..
Vergilerini at olarak ödedikleri için kendilerine "Atçekenler" (yukarıda) denilen Karaman bölgesi Türkmenleri, özellikle atçılık yaparak Osmanlı ordusuna sağladıkları destek nedeniyle önemlidir. Türkmenler, kendilerini kendileri gibi göçebe ve aynı soydan gelen Osmanlı ile bir tutmakla da, kurumsal ve statü olarak tehlikelidir. Atçekenler içinde Kuştimur oymağı, soy olarak, Osmanlı'nın dedesi Süleyman Şah Cabir'de öldüğünde yanında bulunan beyden geldiği iddiasındaydı. Atçekenler'in ünlü "Turgut" atları da, Orta Asya'da atların köken efsanesinin Anadolu'ya uyarlanmış biçimiydi.
Bugün Doğanhisar'ın, eski Tekke, bugünkü adıyla Beykonak köyünde türbesi bulunan Dediği / Didiği Sultan (yukarıda) rivayetine göre, Horasan'da doğan Dediği Sultan, Ahmed-i Yesevi soyundan ve Hacı Bektaş'ın yeğeniydi ; dostları Turgud ve Bayburd'un 40 çadırı ile Horasan'dan göç ederek Beyşehir'e yerleşti ve dağda inzivaya çekildi. Yollara düşen Turgud ve Bayburd, onun izini bulamadılar. Turgud Aladağ'da aygır arayan kısraklarından birisinin peşinden giderken, Dediği Sultan'la karşılaştı. Dediği Sultan kısrağı yelesinden kuyruğuna kadar sıvazladı ve Turgud'un ünlü atları bu soyundan türedi...
Osmanlı'ya karşı Karamanoğulları Beyliği'ne verdikleri destekle Anadolu Türkmenlerinin en direngen yapısını oluşturan Atçekenler, Cem Sultan-Bayezid kavgasında Cem Sultan'ı destekleyerek Konya'yı kuşattıkları gibi, Osmanlı'ya karşı 1487-89'da Memluklere de yardım etmişlerdi..
Atçekenler'den, verginin at olarak değil, nakit olarak alınmaya başlaması, atlı göçebe aşiret yapısının Osmanlı sistemi içinde statüsünü yitirmeye başladığının ilk göstergesidir.
Koyun vergisi, Osmanlıların ilk döneminde Moğol yöntemiyle, 100'den az hayvanın vergi dışı tutularak, 100'den fazlasına % 1 vergi alınması kuralına göre düzenlenmişti. Zamanla koyun vergisi yükseltildi, on koyuna bir koyun oldu, sonra vergi akçeye çevrildi ve Fatih zamanında üç koyuna 1 akçe, sonra da iki koyuna 1 akçe haline geldi. Göçebe ekonomisinin ayakta durabilmesi için koyun üreme hızıyla vergi oranları arasında denge gözetmeyen ve göçebeleri para ekonomisine zorlayan bu sistem, kabul ettiği 24 koyun sınırını da, daha azı için sabit vergi getirerek ve bu büyüklükte sürü için de gerçekte 24 koyunluk sürüye eşit olan 12 akçe vergi getirmesiyle, göçebeliği dar boğaza sokuyordu..
Vergi zamanının sürülerin en büyük olduğu kuzulama mevsimine getirilmesinden, yaylak ve kışlak vergi ve cezalarının uygulanma yöntemlerine kadar birçok araçla, Osmanlı sistemi, göçebeliği mali bakımdan olanaksızlaştırarak göçebeleri iskana yeğlemeye zorlamak amacıyla işletildi..
Osmanlıların Anadolu'daki en önemli rakipleriyle yürüttükleri mücadele sonunda, Karamanoğullarının ve ona bağlı Turgutlu Atçekenlerinin statü kaybı ve fakirleşmesi, Aşıkpaşaoğlu'nun anlatımıyla, daha 1389'daki Kosova Savaşı sırasında, Karamanoğlu'dan gelen askerlerin küçük düşürülmesiyle de belgelenir.
Osmanlı sınırı Macaristan'a dayandığında, Osmanlı'nın savaşçı ve at yetiştiricisi olarak Türkmen aşiretlere ihtiyacı kalmadı. Bundan sonra belirgin biçimde aşiret ekonomisini çökertmeye yönelerek artırılan vergiler ve her anlamda itibarsızlaştırma yoluyla göçebeler yerleşikliğe ve köylülüğe zorlandı. Böylece aşiretlerin tımarlılığa ve siyasete açılan kapısı da kapatılmış oldu..
Padişahın "ordunun maskarası", Aşıkpaşaoğlu'nun "boğazından asılacak at uğruları" olarak nitelediği Atçekenler, bu siyasal, ekonomik ve ideolojik saldırılara cevap vermeye çalışmışlardır. Teke Türkmenlerinin başı çektiği, 1511'deki "Şah Kulu İsyanı" (aşağıda) hızla büyümüş, Şah İsmail'in babası Şeyh Cüneyd'in halifelerinden Hasan Halife'nin oğlu Şahkulu, on bin yandaşıyla Antalya, Burdur, Keçiborlu'yu ele geçirmiş, Karagöz Paşa'yı yendikten sonra Kütahya'yı kuşatmıştır. Bundan sonra Türkmen-Osmanlı çatışması Alevi-Osmanlı savaşına dönmüştür..

Osmanlı tahriri defterlerinden incelendiğinde, Atçekenlerin 1518'deki göç alanının 1501'den küçük olduğu ve 1591 defterinde de artık çoğunun köylü olduğu, tarım yaptığı ve daha küçük yedi bölgeye yerleşmiş oldukları görülür. Bu durum, 1514'deki Çaldıran Savaşı'nda Şah İsmail'in ağır bir yenilgiye uğramasından sonra, göçebelerin eski yaşam tarzlarını terk etmekten başka yol kalmadığını kabul ettiklerini de gösterir. Atçeken beyleri 1591 tahrir yazımında Osmanlı veziriyle vergi pazarlığı yaparlar, ancak artık vergileri iltizama verildiğinden bu pazarlığın pratikte çok fazla anlamı da kalmamıştır..
1595 yılında Davutlar oymağından birinin, meşruiyetini Selçuklu hükümdarı Alaaddin'in soyundan geldiği iddiasına dayandırarak, zulüm yoluna sapan Osmanlı hakimiyetine son vererek adalet sağlayacağı çağrısıyla ayaklanması da yeni düzenin yarattığı bunalımın sonuçlarındandır..
Göçebe Türkmen yapılanması ne onları siyaseten kullanmak isteyen Karamanoğulları ne de devleştirmek isteyen Şah İsmail tarafından da bu biçimiyle korunabilirdi. Sonuçta Anadolu'da bu savaştan Osmanlı, yerleşik ve devlet olarak galip çıktı. Osmanlı bu ilişkide kendisini imparatorluk yapısı ve dünya siyaseti içinde görerek Sünnileşirken, Türkmenler Alevileşti..
Osmanlı'nın kuruluş döneminde, din dünyasının, o zamanın "Kalendirilik" başlığı altında toplanan, Sünnilik dışı bir anlayışa dahil olduğu görülüyor. Osmanlı aşiret dünyasından devlet ve imparatorluk dünyasına geçiş sürecinde kurumsal olarak öncelikle hukuk ve eğitimde yeni işlev ve tabakaları benimseyip geliştirmek durumunda kalırken, coğrafi ve demografik olarak özellikle İstanbul ile Hicaz'a kadar uzanan yeni Müslüman toprakları fethederken, bu Sünnilik dışı, Anadolu'da oluşmuş ve Osmanlı'nın kuruluş ortamına ve doğrudan kuruluşuna omuz vermiş din yapısından uzaklaşmıştır.
Bu yapıyı kuruluş döneminde Osmanlı ile paylaşmış olan göçebe hayvancı aşiret yapısı, Osmanlı'dan ayrılan üretim biçimi yanında, savaş teknolojisi ve diğer kategoriler açısından da kopuşa uğrayınca ve Osmanlı'nın kendisine ihtiyacı kalmayınca, Osmanlı'nın aşiret inanç dünyasını din dışı ilan ederek düşmanlaştırdığı gibi, aşiret dünyası da gerçek Müslümanların kendileri (Aleviler) olduğu inancını geliştirerek, Sünnileşen yeni rakip yapıyı "Yezit" olarak tanımlamıştır..
Osmanlı Beyliği, Sünni Selçuklu siyaseti rejimi karşısında Türkmen heterodoks (kabul edilmiş din kurallarına aykırı) yapıyı temsil ediyordu. Osmanlı aşiret beyliği olmaktan çıkıp devlet ve imparatorluğa dönüştükçe, daha önce aynı inancı paylaştığı Türkmen yapılara yabancılaştı. Dolayısıyla kuruluş döneminin ortak inanç dünyasından, birbirini reddeden Anadolu Aleviliği ve Osmanlı Sünniliği doğdu..
Üretim biçimi olarak Yörüklük, onunla özdeşleştirildiği için etnik kimlik olarak Türkmenlik değersizleşirken, Aleviler Osmanlı Devletinin takibatına uğrayan ve yakın yıllara kadar kimliklerini gizlemek zorunda bırakılan "tek" kitle olarak bırakılmışlardır.
Osmanlı'nın kendisini Alevilikle birlikte Türklükten de ayrı tutması, Türk-İslam Sentezi'nin Osmanlılığı kendisine temel kabul etmesi nedeniyle bu yaklaşım için sorun yaratmıştır ve bu nedenle Osmanlı'nın Türklük kavramını reddi, reddedilmeye çalışılmıştır. Osmanlı'nın kendisini din temelli olarak da Türklükten ayırt edişine şu Osmanlı şiiri örnek olarak verilebilir :
"Nedir bildin mi sen şu alemde Türkü
Ola eğninde kürkü başında börkü
Ne mezhep bile ne din ü diyanet
Yumaz yüzün ne abdest ü taharet.."
KUDRET EMİROĞLU'nun "Kısa Osmanlı-Türkiye Tarihi" adlı kitabından derlenmiştir..
1 yorum:
osmanlı devletinin kurucusu ertuğrul gazi bir Türkmen beyidir ve alevidir.şehzadelerin yeniçeri ocağına katılma törenlerinde hü çekilmesi ve yemin metni başlangıçta osmanlının alevi inancına yakın olduğunu gösteriyor.bu tespitlerim doğru ise padişahlığın babadan oğula geçtiği osmanlı'da sünnileşme ne zaman ve niçin başlamıştır?hiçbir osmanlı padişahının (biri hariç galiba)hacca gitmemesi özel yaşantılarında katı sünni geleneğe uygun davranmamalarını nasıl açıklıyoruz?sanırım merak ettiğim konuyu açıklayabildim?mailime cevap yazarak aydınlatırsanız memnun olurum .teşekkürler.
Yorum Gönder