

Eski Sümerlilerin inanışına göre, dünya iki nehir ve aynı zamanda da iki gök arasındaki bir toprak parçasıydı.
Yukarıdaki gökte hükmeden tanrılar yaşıyorlardı, aşağıdaki gökte ise çalışan tanrılar. Aşağıdaki tanrılar çalışmaktan bıkana kadar düzen böyle devam etti ve sonra bir gün evrensel tarihin "ilk grev'i patlak verdi !..
Bir panik yaşandı.. Yukarıdaki tanrılar, açlıktan ölmemek için, çamurdan kadınlar ve erkekler yoğurup onları kendileri için çalıştırmaya başladılar. Kadınlar ve erkekler Fırat ve Dicle'nin kıyılarındaki çamurdan doğdular.
Birkaç bin yıl önce Çinli tanrıçalar tanrıça olmayı bıraktılar. Yeryüzünde çoktandır hakim olan "maço" kudreti gökyüzüne de çeki düzen vermeye koyulmuştu. Tanrıça Shi Hi iki tanrıya bölünmüş, Tanrıça Nu Gua ise kadın kategorisine indirgenmişti.
Shi Hi eskiden güneşlerin ve ayların anasıydı. Gece gündüz süren zorlu yolculuklarını ardından oğullarına ve kızlarına tavsiyelerde bulunur ve onların yemeklerini verirdi. Shi ve Hi adında erkek tanrılar olarak ikiye bölününce, artık kendisi olmayı bıraktı ve ortadan kayboldu !..
Nu Gua ortadan kaybolmadı, ama sadece kadına indirgendi. Oysa ki geçmiş zamanlarda, yaşayan her şeyin yaratıcısı olmuştu : dünyayı ve gökyüzünü taşıyan sütunlar yapmak için büyük kozmik kaplumbağanın bacaklarını kesmişti, dünyayı ateşin ve suyun felaketlerinden kurtarmıştı, aşkı icat etmiş ve erkek kardeşiyle birlikte otlardan büyük bir yelpazenin ardında kaybolmuştu, ve yukarıdakileri sarı kille, aşağıdakileri ise nehir çamuruyla yoğurarak soyluları ve plebleri yaratmıştı !..
Yunanistan'dan gelen Heredot, hiçbir nehrin ve hiçbir gökyüzünün Mısır'daki nehir ve gökyüzüne benzemediğini kanıtladı ; aynı şey bu diyarın gelenekleri için de söylenebilirdi. Mısırlılar tuhaf insanlar ; unu ayaklarıyla, çamuru ise elleriyle yoğuruyor ve ölen kedilerini mumyalayıp kutsal odalarda saklıyorlardı..
Ama en dikkat çekici olanı, kadınların erkekler dünyasındaki konumuydu. İster soylu olsun, ister pleb, bütün kadınlar isimlerini ya da mallarını kaybetmek zorunda kalmadan özgürce evleniyorlardı. Eğitim, mülkiyet, iş ve miras sadece erkeklerin değil onların da hakkıydı ve erkekler evde sepet örerken pazara gidip alışverişi yapanlar kadınlardı.
Eski Ahit'e göre Havva'nın kızları ilahi suçun cezasını çekmeye devam ediyorlardı. Zina yapanlar, büyücüler ve evlenene kadar bekaretini korumayanlar taşlanarak öldürülebiliyordu ; din adamlarının kızı olup da fahişelik yapanlar odun ateşini boyluyordu...
Erkek bir çocuk doğuran kadın kırk gün boyunca kirli kabul ediliyordu. Eğer doğan bebek kızsa bu süre seksen güne çıkıyordu.
Regl olan kadın yedi gün, yedi gece boyunca kirli kabul ediliyor ve bu kirlilik, ona ya da onun oturduğu iskemleye ya da onun uyuduğu yatağa dokunan herkese geçiyordu !..
Güneşin, suyun ve tüm yaşam kaynaklarının anası olan Mitra (yukarıda), doğumundan itibaren hep tanrıçaydı. Ancak, Babil'den ya da Pers ülkesinden Hindistan'a gelince, tanrıçalıktan tanrılığa dönüşmek zorunda kaldı..
Mitra Hindistan'a geleli kaç yıl oldu ve orada kadınlar hala pek hoş karşılanmıyorlar. Erkeklere göre daha az sayıda kadın var. Bazı bölgelerde on erkeğe karşılık sekiz kadın var. Dünyaya yaptıkları yolculuğu tamamlayamadan annelerinin karnında ya da doğum esnasında boğularak ölenlerin sayısı çok fazla.
Bu durumu düzeltmekten ziyade bazı uyarılarda bulunmakla yetiniliyor ; zira Hint geleneğinin kutsal birinin ikazına göre bu kadınlardan bazıları çok tehlikeli olabilirmiş : "Şehvetli bir kadın zehirdir, yılandır, ölümdür ve aynı zamanda bunların hepsidir.."
Güzel gelenekler kaybolmaya yüz tutmuş olsalar da, gayet iffetli kadınlara da rastlanmıyor değil. Gelenekler dul kadının da, kocasının ölü bedeninin yakıldığı ateşe kendisini atmasını emrediyor. Bunu yerine getirenlerin sayısı günümüzde çok az, ama uygulayan birileri hala var..
Asırlarca ya da binlerce yıl boyunca bunu yapan çok sayıda kadın oldu. Ama bütün Hindistan tarihi boyunca, ölen karısının bedeninin yakıldığı ateşe kendini atan tek bir erkeğe bile rastlanmadı !..
Çiçero, "akıl düzeylerinin düşüklüğünden ötürü" kadınların mutlaka erkek bir koruyucunun tahakkümü altında olmaları gerektiğini buyurmuştu..
Romalı kadınlar bir erkeğin elinden başka bir erkeğin eline geçiyorlardı. Kızını evlendiren baba onu damada belli bir mal ya da bir borç karşılığında verirdi. Zaten önemli olan çeyiz, servet ve mirastı ; işin zevk kısmı kölelerle hallediliyordu..
Aristoteles gibi diğer Romalı hekimler de, soylu, pleb ya da köle, istisnasız bütün kadınların erkeklerden daha az dişleri ve daha küçük beyinleri olduğuna inanıyorlardı ve regl dönemlerinde aynaların üzerine kırmızımtırak bir tül örterlerdi..
İmparatorluğun en üst bilimsel otoritesi Yaşlı Plinius, regl dönemindeki kadının yeni şarabı ekşittiğini, hasadı bozduğunu, tohumları ve meyveleri kuruttuğunu, aşılanmış bitkileri ve erkek arıları öldürdüğünü, bronzu paslandırdığı ve köpekleri delirttiğini kanıtladı !..
Bir baş ağrısından bir tanrıça doğabilir. Örneğin Athena, babası Zeus'un baş ağrısından tomurcuklanmış, sonra da bu tomurcuk açılınca doğum tamamlanmıştı. Athena bir annesi olmadan dünyaya gelmişti..
Bir süre sonra, Olimpos'ta çok zor bir karar almak için toplanan tanrılar mahkemesinde Athena'nın oyu belirleyici olacaktı. Elektra ve Orestes, babalarının öcünü almak için annelerinin boynunu bir baltayla kesmişlerdi.
Furialar savcılık görevini yapıyorlardı. Bir kraliçenin yaşamının kutsal olduğunu ve anasını öldüren kişinin affedilmesinin mümkün olmadığını ileri sürerek, katillerin taşlanarak öldürülmesini talep ediyorlardı..
Savunma işini Apollon üstlendi. Suçlanan kişilerin değersiz bir ananın çocukları olduklarını ve anneliğin en küçük bir önemi olmadığını ileri sürdü. Apollon'a göre bir anne, erkeğin tohumunu attığı tarladan başka bir şey değildi !..
Jüride yer alan on üç tanrıdan altısı, iki kardeşin suçlu olduğu yönünde fikir beyan ederken altı tanrı suçsuz olduklarına karar verdi. Athena'nın oyu eşitliği bozacaktı. O, bir anneye hiç sahip olmadığı için, annenin aleyhinde oy kullandı ve Atina'da "maço" kudretine ebedi bir yaşam verdi..
Korku saçan kadınlar olan "Amazonlar", adı henüz Herakles iken Herkül'e karşı ve Truva Savaşında da Akhilleus'a karşı savaşmışlardır. Erkeklerden nefret ederlerdi ve daha isabetli ok atabilmek için sağ göğüslerini keserlerdi.
Amerika kıtasını boydan boya geçen büyük nehre "Amazon" adını veren kişi İspanyol fatih Francisco de Orellana'dır. Doğduğu noktadan denize döküldüğü yere kadar bu nehirde seyahat eden ilk Avrupalıdır. İspanya'ya eksik bir gözle döndü ve emrindeki askerlerin, çıplak bir halde saldıran, vahşi hayvanlar gibi kükreyen ve canları sevişmek istediğinde bir erkeği kaçırıp bütün gece onu öpücüklere boğduktan sonra şafak vakti onu öldüren savaşçı kadınların oklarıyla delik deşik edildiğini anlattı.
Ve hikayesine belli bir Yunan saygınlığı katmak isteyen Orellana, onların Tanrıça Diana'nın hayranlığını kazanmış olan Amazonlar olduklarını söyledi ve yurtlarının bulunduğu nehre onların ismini koydu..

Huastek gecesinin tanrıçası, Meksika Ay'ı Tlazolteotl, Azteklerin maço tapınağının içinde kendisine küçük bir yer edinebilmiştir !.. O, anaların anasıydı ; lohusaları ve ebeleri koruyor, tohumların bitki olmaya giden sürecini yönetiyordu. Aşk ve aynı zamanda da çöp tanrıçasıydı ; dışkı yemeye mahkum edilmişti. Doğurganlığı ve şehveti cisimleştiriyordu.
Havva gibi, Pandora gibi Tlazolteotl'ın suçu da erkekleri yıkıma sürüklemekti. O'nun gününde doğan kadınlar da, zevke mahkum bir halde yaşarlardı.
Toprak hafif sarsıntılarla ya da yıkıcı bir depremle sallandığında da, hiç kimse şüphe duymazdı : "Bu, o" derlerdi...
EDUARDO GALEANO'NUN "AYNALAR / NEREDEYSE EVRENSEL BİR TARİH" ADLI KİTABINDAN DERLENMİŞTİR..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder