
Almanlar açısından çok coşkulu bir dönem yaşanıyordu. Yeni Düzen, "can çekişen çağın koruyucularına" karşı üstün gelmişti. Kendilerini, eskisinden çok daha fazla, "tarihi bir dönemde" yaşıyormuş gibi hissediyorlardı. Prag'a girişten sonra Hitler, "Bin yıllık tarihi boyunca Alman Devleti, Orta Avrupa'da düzenin yeniden oluşturulması sorununu çözmenin tek başına kaderi olduğunu kanıtlamıştır" diyor ; Batı seferinden bir gece önce ise, "Şimdi başlayan mücadele, Alman ulusunun gelecek bin yıldaki kaderini tayin edecektir" açıklamasını yapıyordu.. Goebbels, Führer'in "tarihi dehası"nın "yeni bir Avrupa" kurulmasına yardımcı olduğu, "daha önce benzeri yaşanmamış bir dönemi" selamlıyordu. Wehrmacht (Silahlı Kuvvetler) doğuya, Moskova'ya doğru ilerlerken, Führer "Bir otoban aracılığıyla Almanlar tarafından ulaşılabilecek hale getireceğimiz ve bizim Riviera'mız olacak olan Kırım'ın güzellikleri" hakkında büyük hayaller kuruyordu.. "Girit çok sıcak ve kuru. Kıbrıs çok güzel olurdu, ama Kırım'a karayoluyla ulaşabiliriz. O yol üzerinde Kiev var ! Ve bizim için bir turizm cenneti olan Hırvatistan da..Savaştan sonra büyük bir kutlama yaşanacağını sanıyorum.. Yeni Avrupa yolunda ne büyük bir ilerleme !.."
Ekim 1941'de, belki de en büyük heyecan noktasında, İtalya Dışişleri Bakanı Ciano ile sohbet eden Alman Dışişleri Bakanı Ribbentrop, Hitler'in Avrupa'daki Yeni Düzeni'nin "bin yıl boyunca barışı garanti altına alacağı" tahmininde bulunmuştu. Alaycı İtalyan bunun geçiştirilmesine izin veremezdi. Günlüğüne şöyle yazmıştı : "Bin yılın çok uzun bir süre olduğu yorumunda bulundum. Birkaç nesli, dahi olsa bile bir adamın başarısına bağlamak kolay değil. Ribbentrop konuşmanın sonunda şöyle bir ödün verdi : 'Hadi bir yüzyılda anlaşalım' dedi. Ama eski şampanya satıcısı pazarlık etmekten kendini alamadıysa da Führer'in bu tür kuşkuları yoktu. 'Nasyonal Sosyalizm yeteri kadar uzun süre iktidarda kaldığı zaman,' diye açıkladı bir gece yemekten sonra, 'bizimkinden farklı bir yaşam biçimi hayal etmek mümkün olmayacak'.."
O dönemde Berlin'de hiç kimse, Nazi Almanya'sına tarihi bir fırsat verildiğinden kuşku duymuyordu. Ancak, bundan en iyi şekilde nasıl yararlanılacağı konusu hala cevapsızdı. Askerlerin kazandığını politikacıların yönetmesi gerekiyordu. Ama 1941 sonunda Almanların yönetiminde bulunan toprak kitlesi inanılmaz derecede büyüktü. Kuzey Buz Denizi'nden Sahra Çölü'ne, Atlantik ve Pireneler'den Ukrayna'ya uzanıyordu. Ardı ardına gelen "Blitzkrieg" (Yıldırım Savaşı) saldırıları Hitler'i bir anda, fethetmeyi asla düşünmediği büyük bir imparatorluğun sahibi yapmıştı..
"Mein Kampf / Kavgam"dan itibaren, gelecekteki Büyük Alman İmparatorluğu'nun önerilen mekanı belliydi ; Doğu'daydı ve kabaca, Almanya'nın 1918'de Brest-Litovsk Anlaşması'ndan sonra kısa bir süre egemen olduğu bölgeyi kapsıyordu. "Almanların Avrupa'nın güneyine ve batısına sürekli ilerlemesine son veriyoruz," diye yazmıştı Hitler kitabında, "ve yüzümüzü doğudaki topraklara dönüyoruz." Alman kolonileştirmesi sayesinde Ukrayna "dünyanın en güzel bahçelerinden biri" haline dönüştürülecekti. Bir SS broşürüne göre, "kötü kullanılmış, bir cennet haline, Avrupa'nın Kaliforniya'sı haline getirilebilecek bereketli bir kara topraktı.."
Polonya, Doğu'ya bağlantıyı sağlayacak ve işçi kaynağı ; Hitler'in işgalden kısa bir sonra söylediği gibi, "Herrenvolk" (Ana ırk) için bir "Arbeitsreich" (işçi devleti) olacaktı. 1939 Eylül'ünden sonra ülkenin parçalanması ve halka yapılan vahşi muamele, bu amaçla hangi yöntemlerin kullanılacağını gösteriyordu..

Peki ama ya İskandinavya, Hollanda ve Belçika, Balkanlar ve Fransa ?..
Bu bölgeler Hitler'in zihninde daha az önem taşıyordu. Bütün işaretler, 1939'un sonunda daha fazla askeri taahhüt altına girmek istemediğini gösteriyordu. İttifaka ve boyun eğmeye zorlanabilen ülkeleri işgal etme zahmetine neden girilecekti ki ?..Diplomatik baskı, Romanya, Macaristan ve İsveç'teki hayati kaynakların kontrolünün Almanya'ya geçmesini başarıyla sağlamıştı. 1940'ın başında Hitler, Norveç'in işgaline, İskandinavya'daki madenlerin Almanya'ya sevkiyatında İngiliz planlarının tehdit oluşturduğuna ikna oluncaya kadar, elinden geldiğince direnmişti.. Tabii bu arada Fransa'nın savaşın dışına çıkartılması gerekiyordu, ama Yeni Düzen içindeki rolü belirsizdi. Yunanistan muhtemelen tarafsız kalabilirdi ama beceriksiz İtalyan işgali İngilizlerin dahil olmasına neden olmuş ve Almanya'nın tepkisini gerektirmişti. Yugoslavya'yı işgal etme planlarının aceleyle yapılması gerekmişti çünkü Belgrad'dan gelen haberlere göre, Mihver yanlısı hükumet, askeri darbeyle yıkılmıştı..
Almanların yenilen ülkelerin birçoğuna karşı tavrı başlangıçta, kasıtlı olarak iğretiydi : Savaş bitene kadar kaderleri hakkında karar verilmeyecekti. Mayıs 1940'da, Fransa saldırısının arifesinde Goebbels, savaş hedefleri konusunda hiçbir basın toplantısı olmamasında ısrar etti ; savaş sırasında bunlar yalnızca, basit bir şekilde, "Alman halkı için adil ve sürekli bir barış ve Lebensraum / Yaşam Alanı" olarak düzenlenecekti. Bu politika Nazi liderliğinin dileklerini yansıtıyordu. Hitler, savaş hedefleri konusundaki açıklamaların konuyla ilgisi olmadığında ısrar ediyordu : "Gücümüz yettiği kadarıyla, istediğimizi yapabiliriz ve gücümüzün yetmediğini de zaten yapamayız.."
Barış anlaşmaları sorunu belirsiz bir süreyle gündemden uzaklaştırılmış, Nazi Almanya'sı Yeni Avrupa'yı geçici sayılabilecek işgal rejimleriyle kaplamıştı. Bir uçta, belirli ülkeler parçalanmış ve ulusal kimlikleri tamamen bastırılmıştı. Polonya, Yugoslavya ve Çekoslovakya bu yaklaşıma katlanmıştı ; adları bile haritadan silinmişti. "Gelecekte," diyordu Goebbels 1940 yazında, "artık işgal edilmiş Polonya topraklarının genel valiliğinden bahsetmeyeceğiz, sadece Genel Valilik diyeceğiz.. O topraklardaki nüfusun tek görevi, bizim işimizi kolaylaştırmak."
Lüksemburg da tamamen Alman devletine ilhak edilmişti ve Lüksemburg ile ilgili "Büyük Dükalık" ve "ülke" referansları yasaklanmıştı. Bu tür ülkelerin hukuki statüsü muğlak bırakılmıştı ama nihai gelecekleri konusunda durum öyle değildi. Olağan Alman prosedürü, mevcut yerli kamu görevlileri aracılığıyla yöneten askeri veya sivil komutanlar atamaktı. Savaş içinde bir savaş olan Nazi Almanya'sının bürokratik karmaşasında bu topraklar, farklı bakanlıklardan gelen rakip iddialar nedeniyle birçok nüfuz bölgesine bölünmüş ve değişen derecelerde başarıyla yönetilmişti. Kamu düzenini korumada en başarılı hükumet belki de Danimarka Hükumeti olmuştu çünkü işgalden en az zararı görmüştü. Kralın ve parlamentonun çalışmasına izin verilmişti ve başlangıçta (en azından sözde) önemli ölçüde bağımsızlık yaşamıştı : Çünkü tüm ülkeyi kontrol altında tutan toplam Alman personeli sayısı yüzün altındaydı. Fransa'da, Yunanistan'da, Bohemya-Moravya Protektorası'nda, Sırbistan'da ve Norveç'te kukla hükumetler, fatihlerle kamu hizmeti arasında bir saygı kılıfı oluşturuyordu. Hollanda'da sivil bir Reich Komiseri, bürokrasinin Genel Sekreterleri aracılığıyla idareyi yürütürken, Belçika'da Genel Sekreterler askeri yetkililere karşı sorumluydu. Hırvatistan ve Slovakya'daki sözde bağımsız hükumetler aslında, Alman isteklerine bağlıydı ; Finlandiya, Romanya, Bulgaristan ve Macaristan gibi Mihver ortaklarında, biraz daha fazla manevra alanı vardı..
"Yeni Avrupa Düzeni"nin en önemli özelliği, Alman Düzeni olmasıydı. Her ne kadar çok sayıda Nazi düşünürü Avrupalılık ideolojisi üzerinde durdularsa da, Hitler'in kendisi için önemli olan yalnızca Almanya, daha doğrusu "Deutschtum" idi.

Sovyetler Birliği'nin işgalinden sonra Berlin propagandası, bunun "Avrupa için bir haçlı seferi" olduğu görüşünü halka yaydı : Yeni bir "Avrupa Şarkısı" radyoda yayınlandı. "Bolşevizm'e Karşı Birleşik Avrupa Cephesi" sloganını taşıyan pullar çıkarıldı ve basın bile Kasım 1941 sonunda "uyumsuzluk, mücadele ve sefaletten doğan Avrupa Birleşik Devletleri sonunda gerçek oldu" iddiasında bulundu. Yine de bu tür sloganlar, sıradan insanların yaşadığı işgal yönetimi gerçeğiyle çakışıyordu ve bu Avrupalılık kavramının, Almanya dışında da Führer'den daha ciddiye alanlar olduğuna dair bir işaret yoktu..
Stalingrad'dan sonra, Almanlar daha ciddi bir şekilde dost ve müttefik aramaya başladığında, zaten çok geç olmuştu.
Nazi hukuk sistemindeki "Anti-emperyalizm" deklarasyonlarına yol açan U-dönüşü, özellikle de bunların politika üzerinde belirgin bir etkisi olmadığından, kimseyi ikna edememişti. Kızıl Ordu'nun ilerlemesinin, komünizm karşıtlığını bereketli bir politik savaş tarzı haline getirdiği Doğu Avrupa'da, Nazi ırkçılığı, halkı Goebbels'in erişemeyeceği kadar yabancılaştırmıştı. Sovyet etkisinin ötesindeki Batı'da, komünizm karşıtlığı fazla bir önem taşımıyordu. Ortamı iç savaşa neden olacak kadar zehirlemek sadece Yunanistan'da ve daha az miktarda olmak üzere Yugoslavya ve Kuzey İtalya'da mümkün olabilmişti. Alman ordusu geri çekilirken, arkalarında buruk, ülke içinde kanlı çatışmalara yol açan bir miras bırakmıştı. 1944 yılına gelindiğinde "Soğuk Savaş" çoktan Avrupa'yı gölgelemeye başlamıştı ama bu, Hitler'in imparatorluğunu kurtarmaya yetmemişti..
MARK MAZOWER'ın "Karanlık Kıta : Avrupa'nın Yirminci Yüzyılı" adlı kitabından derlenmiş bir yazıdır..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder