Varlığı büyük bir coğrafi alana ve zamana yayılan; "Amel-i Üstad Muhammed", "Amel-i Üstad Muhammed Siyah Kalem", "Meşk-i Üstad Muhammed Siyah Kalem", "Kar-ı Üstad Muhammed Siyah Kalem", "Kar-ı Üstad Muhammed", "Kar-ı Siyah Kalem" isimleriyle anılan ve tarihe ağır çizgisini çekmiş olan bu gizemli kalem üstadına dair birçok şey söylendi. Mekâna ve zamana sığdırılamayan bu çizerle ilgili ortak karara varılan tek netice de onun "İnsanlar ve Cinlerin Ustası" olduğuna dairdir.
Yaşadığı yer olarak İpek Yolu üzerinde İran, Türkistan, Maveraünnehir arasına konumlandırılabilen, yaşadığı zaman dilimi de 13-16. yüzyıl arasına kondurulabilen "Siyah Kalem"le ilgili var olan tek somut belge de Topkapı Sarayı Müzesi Hazine envanterine 2152, 2153, 2154, 2160 numaralarla kayıtlı olan dört albümde bulunan çizimleridir. Fatih ve Yavuz Selim zamanında İran'dan iki bölüm halinde saraya getirilen bu çizimler, rulo üzerinde çizgi roman gibi kare kare ilerleyerek bir hikâyeyi aktarıyordu..
Sarayın hazine dairesinde yüzyıllarca unutulan çizimler, bu ruloyu en son gören kişi tarafından kesilerek resim dizgesi darmadağın edildi ve şu anda içinde bulundukları albümlere aktardığı hikâye kaybolacak şekilde serpiştirildi. Aynı zamanda da öykünün akışındaki kırılma noktalarını oluşturan en önemli sahneler ve özellikle de final karesi kaybedildi..
Siyah Kalem, uzun süre durduğu hazine dairesinin karanlığından 1910 yılında Max van Berchem (altta solda) isimli tarihçinin girişimiyle gün ışığına çıktı ve Münih Sergisi'nde varlığı dünyaya gösterildi. Sanat tarihçileri karşılarına çıkan bu gizemli ve kaotik çizerin kim olduğunu çözmek için mevcut olan dört minyatür albümü üzerinde uzun bir çalışmaya girdiler, lakin tutarlı bir neticeye varamadılar. Üstüne üstlük II. Dünya Savaşı'ndan sonra dönemin müze müdürü, albümde bulunan iki adet Fatih Sultan Mehmet minyatürüne dayanarak bu derlemeyi "Fatih Albümü" olarak adlandırdı ve uzun müddet devam eden bir yanlışa yol açtı. Bu yanlış, Fetih'in 500. yıldönümü nedeniyle (1953) "Fatih Albümü" üzerinde yoğun araştırmalar yapan Zeki Velidi Togan tarafından düzeltildi ve Ali Şir Nevai'ye atfen "Siyah Kalem"in 16. yüzyıl başlarında Herat'ta yaşamış olan ve "Heratlı Muhammed Nakkaş" adıyla bilinen kişi olduğunu söyledi. Ama bu, kesin bir bilgi değildi, çünkü aynı zamanda yerli ve yabancı tarihçiler de uzun araştırmalar neticesinde Zeki Velidi Togan'ın vardığı sonuçtan çok farklı görüşler ve kimlikler ortaya çıkardılar. Hiçbiri ne doğruydu ne de yanlıştı ve yapılan bu insanüstü çalışmalar da ne yazık ki "Siyah Kalem" üzerindeki muammayı artırmaktan öteye gidemedi. Ama "Siyah Kalem"in kimliğinden öte sorulması gereken mühim bir soru daha vardı ki, soruyu sormak cevabını düşünmekten de zordu: Kim, neden bu resimlerin sırasını değiştirdi? Örtmek, gizlemek, anlaşılmaz hale getirmek istediği şey neydi?..
Bu sorunun cevabına dair tek kayıt, geçen yüzyılın başında Dijon'da bulunmaktaydı. 1910 yılında Münih Sergisi'nin kitabı kendisine ulaşan ve o dönemde sanat tarihi doktorası yapan Andre Barres, tezi için girdiği Dijon Sosyal Bilimler Akademisi Kütüphanesi'nde araştırma yaparken gördüğü bir defteri anımsar. Kütüphaneye gidip el yazmaları bölümünde defteri bulur ve elindeki sergi kitabıyla karşılaştırarak tekrar inceler..
Defterin sahibi, II. Abdülhamid'in Haliç'e ve Boğaziçi'ne yaptırmayı düşündüğü köprü projesi için (altta) 1898'de İstanbul'a gelen Fernidan Arnoden isimli bir Fransız mimardı. Aynı zamanda Abdülhamid gibi ahşap oymacılığına meraklı olan Arnoden, minyatürlerde çizilen mobilya desenleri üzerinde araştırma yapmak için hazine dairesine girmek üzere Sultan'dan özel izin almıştı. Araştırma yaparken karşılaştığı Siyah Kalem'in çizimleri karşısında çok şaşıran Arnoden, rulodaki bütün çizimleri sırasına göre defterine aktarmaya başlar..
Şimdiye kadar hiçbir minyatürde, resimde görmediği; insanın karanlık yüzünde çürüyen değerlerin bedenlendirdiği demonlar, insan ve hayvan karışımı siyah, kırmızı, sarı derili ve çirkin, buruşuk yüzlü, boyunsuz devler bilmediği bir dünyayı karşısına getirmiştir. Resimlerde demonlar büyü yapıyorlar, birbirleriyle ya da bir dragonla dövüşüyorlar, at ve insan kaçırıyorlar ve bilinmeyen bir tanrıya onları kurban ediyorlardı. Boyunlarında, kollarında ve bacaklarında altın halkalar bulunan bu ürkütücü varlıklar, ruhları büyülemek için maden çubuklar, zincir ve ziller, ince uzun bezler, ip, çıkrık ve ucuna bir ip bağlanmış hayvan ayakları gibi araçlar kullanıyorlardı.. İpek Yolu üzerinde seyahat eden Maniheistler, Budistler, Şamanlar, Müslümanlar, Hristiyanlar, Kalenderiler, Batıniler, Yeseviler, Nasturiler, Göçerler, Dervişler, Keşişler hep bu doğa ötesi varlıkların arasından geçip gidiyorlar, onları görmüyorlardı..
Arnoden ilk başlarda birbirinden bağımsız olarak düşündüğü resimleri defterine çizerken her birinin aslında anlatılan bir hikâyenin sahneleri olduğunu görür. Hatta belirli bir zamana hapsolan değil, her yeni karede zamanı da ilerleten, geleceğe doğru hareket eden bir öykü olduğunu keşfettiği zaman şaşkınlığı daha da artar. Defterine aktardığı her çizimin altına notlar düşmeye başlayınca da anlatılanın bir işgal hikâyesi olduğunu fark eder:İpek Yolu'nun doğu ucundan başlayıp İstanbul'da sona eren, kendi zamanından çıkıp 21. yüzyıla ulaşan bir kehanetti gördüğü.. Demonlar yol boyunca aralarına katılan lanetli insanlarla çoğalarak batıya doğru ilerliyorlar ve finale her yaklaşma anında da şekil değiştiriyorlardı.
Arnoden defterine Nostradamus'la Siyah kalem'i özdeşleştirerek şu notu da alır: "Bu çizer de, Nostradamus gibi kâhindir, tek farkı yazmak yerine gördüğünü çizmiş olmasıdır" der ve devam eder: "Bu şeyler dehşet verici. Bir şehrin başına gelebilecek en büyük felaketi gördüm bu çizimlerde."
Fransız mimarın defterine aktardığı rulonun son çiziminde, şehir surlarının etrafını mezar taşları gibi binaların sardığını ve dev bir gözün şehrin tepesinde durduğunu resmetmiştir. Şehirden dumanlar çıkmakta, insanlar kaçmakta, üniformalı demonlar onları kovalamakta, ucundan bir sıvı püskürten dev cihazlar insanların üstüne gitmektedir..
Gördüklerinden Abdülhamid'e de bahseden Arnoden, defterine Sultan'ın defterleri incelemesinin ardından çok tedirgin olduğunu, hikâyedeki demonların İstanbul'a ulaşmasını engellemek için ülke sınırları içinde artık insanların gidip gelmediği ama demonların kullandığı eski İpek Yolu üzerine koruyucu efsunlar yerleştirmeleri için ulemaya emir verdiğini yazar..
"Ama daha ziyade kendisine karşı bir ayaklanmadan korkan ve bu gördüklerini ona yorumlayan Abdülhamid, şehir içindeki mevcut hafiye ordusunu daha da güçlendirdi," diye de bir dip not düşer.
Arnoden'in "Siyah Kalem"i keşfinden sonra bilinmeyen bir el, çizimleri rulodan kesip rastgele albümlere dizdi ve çoğu çizimi de ortadan kaybetti. Bu yapılanı öğrendiği zaman öfkeden deliye dönen Abdülhamid'in zehir hafiyeleri bile ruloları kimin kestiğini bulamadı..
Andre Barres karşılaştığı durumla ilgili hemen mektup yazarak "Siyah Kalem" çizimlerinin eksiksiz reprodüksiyonlarının bulunduğu defterin varlığını hem İstanbul'a Saray'a hem de Münih Sergisi'ni düzenleyen Max van Berchem'e bildirir. İki yerden de cevap gelmez, ama bir süre sonra Dijon'daki kütüphaneden Arnoden'in defteri kaybolur.Makas eller yine iş başındadır...
Andre Barres 1963'de öldüğü zaman bu sefer kendi tuttuğu günlüklerde bir dönem öne çıkar. O da, I. Dünya Savaşı sırasında aynı cephede Almanlara karşı birlikte savaştığı bir İngiliz asker olan John Ronald Reuel Tolkien'le ilgili olan bölümdür. Bir dil bilimci olan Tolkien, çocukluğunda ona zengin bir hayal gücü sunan coğrafyayı, kendi kendine uydurduğu Elf dilini bu cana yakın sanat tarihçisine anlatırken Barres de ona Arnoden'in defterinde gördüğü gizemli çizer "Siyah Kalem"den bahseder ve çizimlerini anlatır. Tolkien anlatılanlardan çok etkilenmiştir, özellikle de son sayfadan, her şeyi gören, gözetleyen dev gözden.. Daha sonra bu ikonu fantastik bir âlemi anlattığı kitap serisinde en büyük düşman olarak kullandı..
(TURGUT YÜKSEL, "Kent Rehberi / Geçmişten Gelen Kehanetler")
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder