Cem Atabeyoğlu'nun deyişiyle, "Türk sporunun 1 numaralı stadyum uzmanı" Koço tarafından hazırlanan saha, ampuller tarafından aydınlanmasına aydınlanır ama, topun havaya atıldığı anda nasıl görüleceği sorusuna yanıt bulunamaz. Ama Koço'nun parlak zekası bu sorunu da çözer..
Saha kenarında sekiz top ve içi kireçli su dolu bir kova hazır bulundurulur. Oynanmakta olan topun üstündeki beyazlık zaman içerisinde silinmeye başladığında ilk fırsatta yenisiyle değiştirilir ve kovaya daldırılıp çıkarılarak sıranın en sonuna konulur !..
Hakemliğini Şazi Tezcan'ın yaptığı ilk gece maçı, Fenerbahçe ile Beyoğluspor arasında oynanır. İlk golü Fenerbahçe takımının sağaçığı Küçük Fikret'in (solda) attığı maçın sonunda, Beyoğluspor 4-2 yenilir..
Gözleri bir kartalınkiler kadar keskin olanların bile topu zorlukla seçebildiği maçta, Fenerbahçe'nin ileri derecede miyop olan üç futbolcusu da oynar. Gözlüklerini çıkarıp sahaya çıkan bu oyuncular Şevket Soley, Fikret Arıcan ve Orhan Menemencioğlu'dur.
Aşırı derecede miyop olan ve gözlüğünü çıkardığı zaman ileriyi göremeyen Fenerbahçeli Orhan Menemencioğlu'nun lakabı "Vallah"dır !.. Adanalı Vallah Orhan, ilk gece maçında sahaya çıkarken arkadaşlarını uyarır : "Topu bana atarken seslenin.." Kendisine pas atan arkadaşları "Orhaaan" diye bağırırken, sahada Adana şivesiyle bir ses duyulur : "Nirde ?.. Nirde ?.."
Evet, nerede o eski ama sempatik stadyumlar, nerede o eski amatör ruh ve nerede o, bugünküne göre çok efendi seyirci ?.. Bakın, 1980'li yıllardan eski bir futbolcu, Musa Tekin,futbolu bırakırken şairlik yönünü de nasıl konuşturmuş :
"Yoksulluğunu takım aşkıyla örtenler,
yenilgi sonrası karısını dövenler,
düzene değil de sahada bize sövenler,
futbol yoksulu, emek yoksulu olanlar,
hepinize elveda.."
Futbolcu şiir yazar da, şair futbolu yazmaz mı ? Can Yücel, bu konuda iki dizelik bir şiir yuvarlamış :
"Dünya bir meşin toparlaktır
Allah da gol.."
Futbol, bir tür hastalıktır.. Bu hastalığın en çok görüldüğü yer de, sanırım, Güney Amerika..
1916 yılında düzenlenen ilk Güney Amerika Şampiyonası'nı, Şili'yi 4-0 yenen Uruguay kazanır.. Hem de hemen her bireyi futbolcu olmayı isteyecek kadar fanatik bir ülke !.. Üç yıl sonra ise sevinme sırası Brezilya'dadır. Sambacılar, Uruguay'ı 1-0 yenerler. Bu maçta golü atan Friedenreich'ın (yukarıda) çamurlu ayakkabısı Rio'da bir kuyumcunun vitrininde sergilenir uzun süre !..
Güney Amerika'da, şehirlerin varoşlarında yaşayan çocukların bir tek düşü vardır : Futbolcu olmak !..
İki arkadaş, uzun bir yol kat ederek vardıkları Kolombiya'nın Leticia kentinde, on dört günde bir kalkan uçağı beklerken, bir futbol takımının antrenörlüğünü de üstlenirler. Ama takımdaki oyuncuların kötü olmaları nedeniyle, forma giyip sahaya çıkmak zorunda kalırlar... Gençlerden biri, annesine yazdığı mektupta şunlardan bahseder : "Biraz Pedemera'ya benzeyen Alberto milimetrik paslarıyla 'Pedemerita' lakabını aldı ; ben ise bir penaltı kurtararak Leticia'nın tarihine geçtim.." İmza yabancı değildir bize : Ernesto Guevara !..
Ernesto Ché Guevara, Bolivya'da öldürüldüğü zaman, efsanenin sona erdiğini halka ilan etmek için, diktatör Barrientos'un helikopterine bağlanarak Bolivya semalarında gezdirilmişti !.. Tarihin gördüğü en zalim ve en hırsız devlet başkanlarından biri olan Barrientos ABD'li Gulf Petrol şirketi tarafından hediye edilen bu helikopteriyle halkın üzerine hem para saçmıştır hem de binlerce futbol topu attırmıştır !..
Evet, bilhassa faşist yönetimlerce "halkın afyonu" olarak 3 F adı altında halka empoze edilenler arasında futbol da vardır.. Portekiz diktatörü Salazar tarafından ortaya çıkan, İspanya diktatörü Franco ve o dönemlerin hemen bütün Güney Amerika diktatörlerinin kullandığı bir "reçete" !..
Penaltı kurtarmakla ünlü kalecilerden biri de, Brezilyalı Walter'dır. 16 Haziran 1938 günü yapılan Dünya Kupası yarı final maçında (üstte ) İtalya bir penaltı kazanır.. Tribünler Walter'ın penaltıyı kurtaracağından adeta emindir. İtalyan Meazza, hakemin düdüğüyle birlikte topa doğru koşarken şortunun lastiği kopar ve aşağı düşer !.. Birden gülme krizine yakalanan Walter, İtalyan oyuncunun bir eliyle şortunu tutarak yaptığı vuruşa engel olamaz. Bu golle Brezilya'yı 2-1 yenerek final oynama hakkı kazanan İtalya, finalde de Macaristan'ı 4-2 yenerek üst üste ikinci kez kupayı kazanır..
Tabii buna sevinenlerin başında yine bir diktatör vardır : Il Duçe !..
Futbol, kimilerini sevindirirken, kimilerini de üzer.. Bunlardan birisi, 1994 yılında ABD'de oynanacak dünya kupası seçmelerine katılan Brezilyalı oyunculara moral vermek için takımın kaldığı otele gider, fakat içeriye alınmaz !.. Çünkü o, Brezilya'da yapılan 1950 Dünya Kupası finalinde, Brezilya takımının kalecisi olan Barbosa'dır. Final maçında (yukarıda solda) Uruguaylı Ghiggia'nın attığı şuta uzandığında topu kornere attığından emin olan Barbosa, arkasına baktığında topu kalenin içinde görür.. Bu gol, iki yüz bin seyircinin tıka basa doldurduğu ünlü Maracana stadını ölüm sessizliğine boğar ve 2-1 Brezilya'nın yenilgisiyle kaçan şampiyonluğun faturası kaleciye çıkarılır..
1994 yılında, otele giremeyen eski kaleci Barbosa (yukarıda sağda) şöyle isyan eder : "Brezilya'da en büyük suç için verilen ceza otuz yıldır. Ben ise tam kırk üç yıldır, işlememiş olduğum bir suçun cezasını çekiyorum.."
Halbuki, yine 1994 yılındaki Dünya Kupası elemelerinde yediği bir hatalı golle Kolombiya takımının elenmesine neden olan kaleci Andrés Escobar'ın ülkesine döndükten on gün sonra öldürülmesine tanık olduktan sonra, Barbosa, acaba yine aynı şikayette bulunur muydu ?!..
Görüldüğü üzere, yeşil sahalar her zaman spor karşılaşmalarına değil, bazen vahşete de sahne oluyor.. Belki de bu yüzden, stadyumlara, artık "arena" adı verilmekte !...
SUNAY AKIN'ın çeşitli kitaplarından yararlanılmıştır..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder