Alçalmakta olan güneşin ışıkları filonun perişan manzarasını aydınlatmakta iken, Türk komutanları bir tepenin üzerinden, uzaklaşan düşman gemilerinin dumanlarını seyretmekteydi. Kayıplarından dolayı üzüntülü, başardıkları iş dolayısıyla da gurur doluydular.. Gözleri buğulu Cevat Paşa, "Gittiler.." diye söylendi. "Geçemediler.. Geçemeyecekler.."
Akşam beş buçuk sularında Müttefik filosundan bazı gemiler, kendilerini son anda bile taciz etmiş bulunan bu yaman bataryayı susturabilmek için, Rumeli Mecidiyesi'ni yeniden ve çok şiddetli bir ateş altına almışlardı. Yakınlarına mermiler düşmeye başladığında numara erleri, takım subayı Fehmi Bey'in emriyle sığınağa koştular. Ancak geride kalanların birkaçı, istihkamın içinde patlayan bir mermi nedeniyle cephaneliğin havaya uçmasıyla meydana gelen sarsıntı sonucu sağa sola savruldular. Bazıları şehit olan bu erler arasında, Edremit'in Çamlık köyünden Mehmet oğlu Seyit de bulunuyordu. Ancak Seyit ölmemiş, hatta yaralanmamış, sadece kendinden geçmişti. Aklı başına geldiği sırada karşısında takım arkadaşı Ali'yi gördü. Başka kimse yoktu etrafta..
Seyit kalkıp denize doğru baktı ; düşman gemileri karaya iyice sokulmuş, taretlerinden alev ve duman püskürtüyorlardı. Tabyanın içinde ise üçüncü topun dışındakiler yine toprağa gömülmüştü. Seyit önce gemilere, sonra topa ve nihayet yerde duran 215 okkalık mermiye baktı. Kendi deyimiyle mermi ona, "beni namluya sür" diyordu.
Arkadaşına, "Gel Ali," dedi, "yardım et de şu gülleyi sırtıma alayım."
Ali önce topun, eğilip yan yatmış metaforasına (top vinci), sonra şaşkın şaşkın arkadaşının yüzüne baktı.
"Kaldıramazsın Seyit.."
"Bir deneyelim hele.."
Gres yağına bulanmış mermi önce ellerinden kaydı. Parmaklarını toprağa bulayıp bir daha tarttılar. Koca Seyit mermiyi sırtına vurdu ve sendeleyerek topa doğru yürüdü, merdiven basamaklarına ayağını attı.. Çok zorlanarak mermiyi namluya sürüp kamasını kapadılar... Her ikisi de numara eri oldukları için nişangah ve yön tayininde pek usta değildiler. Namluyu gemilere doğru çevirip mesafeyi bildiği kadar ayarlayan Seyit bir de besmele çektikten sonra topu ateşledi.
İlk mermi uzun düştü. Bir tane daha getirip namluya sürdü. İkincisi de kısa düşmüştü.. Fakat üçüncü mermi en öndeki geminin kıç tarafında ve su kesiminde patladı. Ocean'dı bu gemi ve dümen tertibatı bozulduğu için derhal orasını harmanlamaya başlamıştı. Etrafındaki gemiler kaçıştılar..
Seyit dördüncü mermiyi almaya giderken, etraf sakinleştiği için sığınaktan çıkan Batarya Komutanı Hilmi Bey, yanında iki Alman subayıyla oraya gelmişti.
"Sen miydin Seyit," dedi, "vurdun gemiyi.."
Dördüncü mermi boşa gitti. Aşağıda bir tek mermi kalmıştı. Seyit onu da getirdi. Almanlar onun, koskoca mermiyi sırtında taşıyışını ve topa sürüşünü hayretle seyrediyorlardı. Savaştan sonra Harp Mecmuası'nda yayımlamak amacıyla aynı sahneleri bir kez de fotoğrafla ölümsüzleştirmek istediler, ama olmadı !. Seyit mermileri yerinden bile kıpırdatamadı.. Ancak, gemiyi batırdığı sırada, mermileri taşımasına tanık olanlar bulunduğu için, olayın inkar edilir bir yanı yoktu. Bu nedenle, mermilerin tahta maketleri yapılarak fotoğraflandı. Muharebenin o anında ne olmuşsa olmuş, Seyit, o mermileri hem de birkaç kez vinç olmadan kaldırmıştı.. Kimileri buna mucize, kimileri de "Çanakkale ruhu" diyor... Burada kullanılan mermiler 140, 190 ve 215 okkalık mermilerdi. "Harp Mecmuası"nda 215 okka olduğu yazılıdır ama bunu kaldırmanın olanaksızlığı da göz önünde bulundurulmalı. Yalnız bilinen bir gerçek, bu üç ağırlıktan birisinin kaldırıldığıdır.
Mustafa Kemal daha sonra Conk Bayırı'nı ziyaretinde Seyit'i yanına getirtmiş, uzun uzun konuşmuş, Kurtuluş Savaşı'nda yaralandığında da yakından ilgilenmiştir. Bunlar da gösteriyor ki Seyit Onbaşı sıradan olmayan bir asker..
EROL MÜTERCİMLER'in "Gelibolu 1915" adlı kitabından alınmıştır..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder