

İstanbul Meclisi Reisi Celaleddin Arif Bey'in (yukarıda solda) Ankara'ya gelmesiyle beraber, ortalığı bir tartışma kapladı : Kurulacak Meclis, İstanbul Meclisinin bir devamı olmalıdır !.. Hukuk-u Esasi'ye göre !..
Mustafa Kemal bütün bu tartışmalara tahammül eder. Celaleddin Arif, yeni hükumet, yeni devlet diye bir şey anlamaz. Mademki Mebusan Meclisi Reisi kendisi idi ve şimdi Ankara'dadır ; o halde daha başka kuvvet ve müdahalelere ne gerek vardı ?..
Fakat hazırlıklar, devam eden isyanlara, çeşitli yerlerde seçimlere karşı gösterilen dayatmalara, Ankara'da devam eden, yukarıda bahsettiğimiz, tartışmalara ve çeşitli tahriklere rağmen, yürüdü..
İstanbul Meclisinden gelen son gelebilenler ile, vilayetlerden seçilen mebuslar Ankara'da toplandılar. Meclise toplantı yeri olmak üzere, Ankara'nın Taş Han Meydanına bakan eski bir kulüp binası seçildi. Mustafa Kemal Ankara'ya geldiği zaman, bu binanın üstünde Fransız bayrağı dalgalanıyordu. Bu binanın karşısındaki Şehir Bahçesinde Fransız işgal askerlerinin bayrakları bulunuyordu. Bu binanın hemen altında başlayan bataklığın alt yakasındaki istasyon binası, İngiliz askerlerinin işgalindeydi.
Fakat 23 Nisan 1920'den önceki günlerde Ankara artık başka bir Ankara oluyordu. Meclis için seçilen binadaki Fransız bayrağı ve karşısındaki askerler, çoktan kaybolmuştu. Ankara çarşı ve sokaklarının da görünüşü değişmişti. Fesli, kalpaklı, karışık bir kalabalık, memleketin dört yanından gelmiş, Ankara'yı dolduruyordu..

Halide Edip Adıvar, o günler ve Mustafa Kemal için "Türk'ün Ateşle İmtihanı" adlı kitabında şunları yazar :
"İnanıyorum ki, tarihin dramatik ve ani değişmeleri, çok zaman, dinamik fertlerin eseridir.. Tamamen Jean Jacques Rousseau gibi konuştuğunu iyi hatırlarım :
'Bütün kudret halkındır.. Kudret bölünmez.. Yasamalı ve yürütmeli diye birbirinden ayrılamaz..'
Bana o günlerde Mustafa Kemal Paşa, George Washington gibi bir kimse olarak görünüyordu.."
Halide Edip, o çileli günleri, Ankara'da Ziraat Mektebi'nde, Mustafa Kemal ile geçirmişti.. Mustafa Kemal, hemen hemen yalnızdır. İngilizlerin ve Padişah'ın örgütlediği isyan dalgaları Bolu, Gerede, Beypazarı, Ayaş üstünden Ankara ovasına sarkmak üzeredir.. Anzavur askerleri, Hilafet Ordusu, Kuva-yı Ahmediye yani Peygamber'in Kuvvetleri gibi isimler alan ve bayraklarının ucuna İstanbul Şeyhülislamının milliyetçilere ölüm fetvalarını takan azgın isyancılar, neredeyse Ankara'yı basacaklardır..
Bazen öyle olur ki,her şey bitmiş gibi görünür. Hatta Mustafa Kemal bile ümitsiz anlar yaşar. Halide Edip'in eşi Adnan Bey (mebus,vekil) isyancılar elinde boğazlanmaktansa kendi eliyle hayatına son vermek için cebinde bir zehir parçası taşır : "Halk tarafından parçalanmaktansa, zehir alır, ölürüm !.." diye tekrarlar..
Paşa'nın Özel Kalem Müdürü Üsteğmen Hayati Bey, geceleri ikide bir karargahın holünde görünür. Vaziyet alır ve sakince bildirir :
"Bütün teller kesilmiştir Paşam !.."
Etraftan silah sesleri gelir. Karargahın çevresinde doğru dürüst nöbetçi bile yoktur. Zaten Ankara, elindeki son askeri de, karargah pencerelerinden bile görünen Ayaş beli geçitlerindeki isyancıların üstüne göndermiştir..
Paşa sadece masasından kalkar, bir sigara yakar ve holde bir aşağı bir yukarı dolaşır.. Etrafındakiler tabancalarını, silahlarını hazırlarlar. Kimler merdiven başını tutacaktır, kimler pencerelerden ateş edeceklerdir..
Halide Edip şunları yazmaktadır : "Bu durum her gece şafak sökünceye kadar devam ederdi. Hepimiz yorgunluktan bitkin bir hale gelirdik. Mustafa Kemal Paşa'nın o günlerdeki kadar yorgun ve bazen de ümitsiz olduğunu görmüş değilim..
"Genellikle birkaç saat uyuyabilmek için, sabahın erken saatlerinde aşağıya inerdik. Fakat rahat uyumak mümkün olmazdı. Çünkü Hilafet Ordusu mensuplarının ne zaman bizim yerimizi de basıp, yatağımızda bizi boğazlayacaklarını tahmin edemiyorduk. O günlerde bu vatan hainleri,Bolu Hastanesinde yatan bazı subayları da yataklarından sürükleyip, hastanenin önünde kafalarını taşla ezmişlerdi.."
Halide Edip, karargahtan kendi yattıkları binalara geçerlerken, eşiyle beraber, üzerlerine acaba ne zaman kurşun yağacağını beklediklerini anlatır. Yattıkları binanın koruyucusu bir köpekten ibarettir !. Ama bir sabah görürler ki, meçhul katiller onu da, yavrularını da öldürmüşlerdir..
Mustafa Kemal hastadır da.. Fena bir böbrek rahatsızlığı onu devamlı bir şekilde sarsar.. Ateşi vardır.. Dr. Refik (Saydam) Bey etrafında, çaresizlik içinde çırpınır durur..
Mustafa Kemal'in çevresinde el atabileceği bir kuvvet kalmamıştır. Ali Fuat Paşa son kuvvetlerini Eskişehir'den isyancılara karşı Lefke Boğazına sürmüştür. Fakat bu kuvvetlerin de bir kısmı Hendek tarafında pusuya düşürülmüştür. Tümen Kumandanı ve XX. Kolordu Kumandan Vekili Yarbay Mahmut Bey şehit edilmiştir. 24. Tümen dağılmıştır yahut esir edilmiştir..
Ankara'dan Gerede'ye, asilere nasihat için Mustafa Kemal'in gönderdiği dört arkadaşını Gerede'de bir dama tıkmışlar, damın pencereleri önünde, ellerinde hançerleriyle, kan isteyenler kaynaşmaktadırlar.. Gerede meydanına darağaçları kurulmuştur !..
Mustafa Kemal, ele ne geçerse gönderilebilmesi için ta Antep'e, Denizli'ye rica telgrafları çeker. Denizli taraflarında Refet Bey'in Ankara'ya binbir zorlukla ulaştırabildiği yarı atlı, yarı yaya, yarı silahlı 120 kişilik, dağınık ve yorgun bir kafilenin kumandanı Üsteğmen Şerif'i (Emekli Albay Şerif Güralp), Ankara kapılarında karşılayan Ankara Vali Vekili Yahya Galip, müfreze kumandanının boynuna sarılarak, ellerini göklere açar : "Yarabbi, bu günleri de gördük. Sana şükürler olsun.."
Mustafa Kemal, çıktığı ve hak bildiği yoldan dönecek ya da çekilecek mizaçta bir adam değildi. Ama muhakkak ki bu yolda, çile, acı, hatta yalnızlık şarabını, son damlasına kadar içti.. Ama büyük önderlerin, büyük kurucu ve kurtarıcıların, mücadelelerindeki yüceltici sınavları zaten böyleydi.. O da bu şarabın büyülü lezzetini sonuna kadar tattı..

ŞEVKET SÜREYYA AYDEMİR'in "Tek Adam" adlı eserinin ikinci cildinden derlenmiştir..
1 yorum:
blog çok yararlı olmuş fakat 1.meclisin açılmasıyla ilgili hiç anekdot bulamadım.olsa güzel olurdu
Yorum Gönder