

Bir gece Kuşadası'nda ve o esrarlı Ege Denizinin, masallardaki akşamları andıran esmerliğine karşı bir sahil gazinosunda dinlediğim sözleri daima hatırlarım. Konuşan, Menderes'in, hem hemşehrisi, hem de arkadaşıdır. Konuşulan, Menderes'in 1950 seçimlerini kazandığı gecedir. Seçimler güç ve yorucu geçmiştir. Hükumet elbette ki tarafsızdır. Ama bu tarafsızlık, her zaman ve her yerde, ne de olsa biraz iktidar lehine işler...
Anlatılanlara göre, Aydın Valisi Etem Yetkiner (Sonradan D.P. İstanbul Valisi), Aydın'da Menderes'i epey yormuştur. Jandarma, hatta telgraf, telefon dairelerinden bile garip engellemelerle karşılaşılmıştır. Köyler, kasabalar arasında gidiş-geliş, araç temini, bunların serbest hareketleri üstünde de zorluk çıkarılmıştır. Menderes'e gelince, o Aydın'dan aday bile değildir. Çünkü bir insanın, kendi doğduğu ve yetiştiği yerde kahraman olabilmesi, az görülmüş bir şeydir. Zira o yer kendi çocuğunu olduğu gibi ve günlük yaşayışıyla tanır. Halbuki kahramana, bazı olağanüstü vasıfların mal edilmesi lazımdır. Bunu da, ancak, onu uzaktan tanıyan insanların muhayyilesi yaratabilir. Onun için Menderes, bu seçimde talihini başka yerden dener. Menderes, İstanbul'dan adaydır...
Neyse, seçimler sona ermiştir. Şimdi seçimin sonuçlarının derlenme safhası başlamıştır. Hatta radyo, bazı ilk ve önemsiz neticeleri vermeye başlamıştır. Ama bunlar pek bir şey ifade etmez. Fakat sonra radyonun dili biraz kekelemeye başlar. Kuşadası'ndaki sahil gazinosunda, o geceyi anlatan Şevki Hasırcı, hikayenin buralarına geldikçe, artan bir heyecana kapılıyordu. Menderes ve Hasırcı, sonuçları Şevki Bey'in Aydın'daki evinde dinlemektedirler. Hasırcı da ilk defa milletvekili adayıdır. Menderes kadar değilse de, o da sonuçları heyecanla izler. Menderes'e gelince, o sanki kendinde değildir. Mümkün olsa, radyoyu parçalayacak ve bu duygusuz habercinin içinde ve ardında ne varsa, hepsini avuç avuç kucaklayıp ortalığa dökecek ve bakacaktır !..

"Kazandık mı ?.."
Halbuki radyo ne kadar nazlı konuşur. Araya, Menderes'i öfkeden çıldırtan müzik parçaları, göbek havaları katar. Çünkü, radyonun hiç acelesi yoktur. Ama Aydın'da bu radyonun başındakiler ?.. Hele Menderes ?.. O sanki kendinde değildir. Bazen odanın içinde bir aşağı, bir yukarı dolaşır. Bazen pencerelere koşar. Hiç görmeyen gözlerle gecenin karanlığına bakar. Ama her an bir şey beklemektedir. Bu göbek havalarıyla, dans parçaları ardında, onun her şeyi, yenilgisi veya zaferi gizlidir. Bazen ikram edilenlerden hiçbir şey almaz. Bazen ortadakileri, hiç farkına varmadan avuç avuç avuçlar, ağzına doldurur. Bu, zaten onun adetlerinden biridir. Menderes'te, hele kendi başına veya nazı geçen yerlerde, yemek disiplini yoktur. Yemek mi yer, yoksa yemeklerle boğuşur mu, bilinmez. Bir defasında, örneğin Fevzi Lütfi'nin evinde, bütün misafirler için hazırlanıp mutfak önündeki bir büfeye soğusun diye konulan bütün ve kocaman bir tabak yassı kadayıfın başına geçmiştir. Olduğu gibi de bitirmiştir !. Ama salona, hiçbir şey olmamış gibi döner. Aşçıbaşı ev sahibine : "Beyefendi bütün tatlıları yiyip bitirdi.." diye haber verince de, ev halkından kimse şaşmaz. Yalnız gülerler. Çünkü böyle şeyler onun huyudur. Hatta o sırada sorsan, belki yaptığı o vakit hatırına gelecektir. Yaptığına kendisi de şaşacaktır.

Neyse, Hasırcı'nın evinde olanlar da buna benzer. Ama radyonun haberleri gittikçe değişmektedir. CHP adı gittikçe seyrekleşir. "Demir Kırat" gittikçe önde koşmaya başlar. Ve özetle anlaşılır ki, DP çok öndedir.. Ama Menderes'in telaşı hala üstündedir. İşte tam o sırada telefon çalacaktır. Bu telefonda haber verilenleri, İstanbul'dan ve o telefonu açandan dinledim. Menderes, elbette telefona kendi koşmuştur. Haber hem güzel, hem de şakacıdır :
"Ağam ! Olanlar oldu, dik şapkanı başının üstüne ! Çık sokağa ilan et !
Seçildin ! Artık İstanbul mebususun.."
Haber güzeldir ama yetersizdir. Ya Parti ? Fakat telefonu kapayıp daha ağzına bir şeyler doldurmaya koşarken, telefonun zili tekrar çalar. Bu defa arayan, Ankara'dır. Telefonun başında Fuat Köprülü vardır. Haberi müjdeler :
"Adnan Bey, daha şimdiden sayılan sonuçlarla, memlekette oyların yüzde 64'ünü kazandık. Bu oran hızla artıyor. Arkadaşlar hep burada. Tebrik ederiz. Hemen bir araçla hareket et.."
Beklenen haber işte budur. Fakat Hasırcı'ya göre, Adnan Bey'de bir durgunluk hali gözlemlenir. Gözleri bir noktaya dalar. Bu bir sükunet midir ? Hayır, heyecanın zirvesi.. Artık doruğa ulaşılmış ve dağın ardındaki yol görünmüştür..

DP, kahredici bir çoğunlukla, iktidarı ele geçirmiştir :
Demokrat Parti : 408
Cumhuriyet Halk Partisi : 69
Köylü Millet Partisi : 1
Menderes, o gece son telefon haberini alınca, daha o dakikada Ankara'ya hareket hazırlığına girişir. Sabırsızdır. Saatler bir türlü ilerlemez gibidir. Erkenden hareket edecektir. Ama artık haline bir sükunet gelmiştir. Radyo haberleri geliştikçe, bu sükunet artar. Hatta artık onları önemsizce dinleyen bir hal bile gelmiştir üstüne.. Şevki Hasırcı'ya gelince, o da seçimlerde adaydı. Ve radyo haberinde anlaşılır ki, o da kazanmıştır. Artık Aydın mebusudur. Menderes, işte bu haber üzerine konuşmaya başlar. Ve konuştukları bence, birtakım sağlam manalar taşır :
"Bak kardeş, artık mebussun. Aydın mebusu. Tebrik ederim. Partimiz de kazandı. Artık iktidardayız. 27 yıllık Halk Partisi iktidarı devrildi. İsmet Paşa düştü. Hem de yıkılırcasına.. Ama unutma, bu hem bir son, hem bir başlangıçtır. Muhalefetin sonunda ve iktidar yolunun başındayız. Bu yol, kolay bir yol değildir. Eğer yürüyüşümüzü ayarlayamazsak, halka hayal kırıklığı vermek de var..
"Sana gelince, artık bir mebussun. Ama bir tavsiyem var. Tecrübelerimden gelen bir tavsiye : Kendini hazırla !... Kendini hazırlamadan Meclis kürsüsüne çıkayım deme ! Çünkü hazırlıksız olanlar için Meclis kürsüsü, bir katildir. Hazırlıksız olarak oraya çıkanları, daha ilk çıkışta yener, siler, süpürür, öldürür, gider.."
Menderes'in bir hatip, bir kürsü adamı olduğunda şüphe yoktur. Daha o akşamdan bellidir ki o, bu kürsüde ve bu sefer hem de önde gelen bir söz sahibi olarak bir şeyler yapacaktır. Bunlar bu sayfalarda ana gelişmeleriyle izlenecektir. Ama biz burada gene, o gecenin hikayesine devam edelim. Menderes konuşmaya devam eder :
"Mesela beni düşün ! Ben sana kendimi anlatayım : Ben, 20 yıldır ki bu Meclisin çatısı altındayım.Beni oraya gerçi millet seçmiş oldu. Ama Parti getirdi. Parti içinde ben, bir meçhulüm. Ama beni tavsiye eden Atatürk'tü. Beni oraya Atatürk uygun gördü. Ama daha ilk günden kararım ve kaygım, hem bu Meclise, hem bu güvene layık olmak için kendimi hazırlamaktı. Çünkü görüyordum ki, oraya henüz hazır değildim. Düşün ki, Meclise geldiğim zaman, bir yüksek okul diplomam bile yoktu.."
Menderes'in dedikleri doğruydu. Öyle anlaşılıyor ki, Menderes, ilk Meclise geldiği zaman, yalnız bir milletvekili değil, sınav kapısında bir öğrenci gibiydi. Ne yaptığını da şöyle anlatır :
"20 yıldır kendimi, bugün için hazırladım demiyorum. Partime sadıktım ve muhalefetim yenidir. Sebeplidir. Ama şu doğrudur ki, kendimi 20 yıldır hazırladım. Öğrenimimi milletvekiliyken yaptım. Param vardı, safahata
heves etmedim. Dil biliyordum, yabancı ülkelere gitmedim. Parlamentolarda milletvekillerinin avantajlarından hiçbir zaman yararlanmak istemedim. Halkevleri müfettişi idim. Halkevlerine, ne yaptığımı belki anlatamam. Ama halkevlerindeki teftiş seyahatlerinde ve o mütevazı Halkevleri odalarında kaldığım geceleri, geç saatlere kadar kitap okumakla geçirdim. Bu zahmetli ve çoğu rahatsız geçen gecelerden pişman değilim. Ve bugün, yahut yarın, daha doğrusu yarından itibaren..."

Kuşadası'ndaki sahil gazinosunda dinlediklerim buralara geldiği zaman, gece artık derinleşmişti. Ay, o gerçekten esrarlı Ege Denizinin bağrına dalmak, kaybolmak üzereydi. Konuşmalarımız devam ediyordu. Ama benim kafamda artık sadece şu soru şekilleniyordu :
"Evet, yarından itibaren ?.."
Ve bu yarından itibaren ne olacağı, yarının ve sonrasının neler getireceği, DP'nin iktidarı kazandığı gece, hem Parti hem Menderes için, meçhuldü, muammaydı..

ŞEVKET SÜREYYA AYDEMİR'in "Menderes'in Dramı ?" adlı kitabından derlenmiştir..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder