
Ermenilerin, altın ve gümüş madenlerinden gelen zenginlikleri, başta Gürcü eşkıyaları olmak üzere Pers, Rum ve Pontus çetelerinin de iştahlarını kabartıyordu. Aralarında Bizans'ın başıbozuklarının da yer aldığı bu zorba sürülerine karşı Ermeni beylerinin başvurabilecekleri tek seçenek vardı : Ciddi biçimde yerleşik düzene geçmemiş, yeni yeni Müslümanlığa geçtikleri için henüz taassubu tanımayan, genellikle Şaman inançlarını muhafaza eden, bozkır insanı olduğu için servet ve para hırsı bulunmayan ; mert, sadık, saf, dürüst ve cengaver Türk savaşçıları...
Türk savaşçılara o sıralarda Diyarbakır, Urfa ve Mardin yörelerindeki tüccarlar ile Abbasi Emirleri de ihtiyaç duyuyorlardı.. Abbasi Emirleri 700 yılından itibaren Türkleri nasıl saraylarında paralı asker ve koruyucu olarak bulundurdularsa, Ermeni ve Musevi varlıklı beyler de 800'lü yıllarda aynı yola başvurdular. Önce sınırlı, sonra da yaygın bir şekilde, kişisel düzeyde kapılarını Türk cengaverlere açtılar...
900'lü yıllardan itibaren bölgedeki Arap etkisi zayıflayınca ; o yörelerde bağımsız Ermeni Prenslikleri ortaya çıktı. Fakat bu Prenslikler, Bizans'ın merkezi ve ezici gücü karşısında tutunamadı, 970'li yıllardan sonra onların açık saldırılarına maruz kaldı..
Böylece, gerek yerleşik ekonomik hayatı ve gerekse Asya-Avrupa ticaretini ellerinde tutan kavimler ile Türkler arasında bir yakınlaşma oldu..


Müslüman Araplar savaş olgusunu genellikle dinsel zemine oturturken, hiçbir tutuculuğu olmayan bozkır kavimlerine mensup cengaverler salt dostluk, yiğitlik ve hüner amacıyla dövüşe girişiyordu.. "Selçukoğulları" diye adlandırılacak olan bu Türk öncüler, Anadolu'nun kapılarını bu yerel kavimler sayesinde açtılar. Bu yerel kavimlerin başında da güneydoğu Anadolu'daki Musevi tacirler geliyordu..
Museviler, Bizans'ın sadece yağmacı saldırılarından değil, Doğu Roma Kilisesinin desteği ile, imparatorun kendilerine karşı uyguladığı ayrımcı politikalardan da bunalmış durumdaydılar..
Bu politikaların en açık örneğini ise Bizans'ın Yahudilere uyguladığı "Musevilik vergisi" oluşturuyordu. Arap dünyasında meydana gelen olumsuz siyasal ve dinsel çatışmalardan da etkilenen Musevi tacirler, mal ve din taassubu bulunmayan Türkleri koruyucu ve kurtarıcı gibi gördüler..
Bu arada Selçukoğullarının da Anadolu'da yerleşmek için önemli bahaneleri vardı. Öncelikle doğularında kendilerinden çok daha güçlü savaşçılar olan Moğollar bulunuyordu. Kuzeylerinde zaten onları cezbedecek bir zenginlik ve arazi yapısı yoktu. Güneydoğularında, eski bir kültürün zengin mirasçıları olan Gazneliler bulunuyordu. Gazneliler Hintliler üzerine sık sık yaptıkları yağmacı akınlarla zenginleşerek, başta Selçukoğulları olmak üzere komşularını kontrol altında bulunduruyorlardı. Selçukoğulları için bir başka tehlike de Müslüman Araplar idi. Daha şamanlık dönemlerinde, Türk kavimlere karşı çok acımasız davranan Araplar..
Böylece, Anadolu'da bulunmak isteyen Türklerin savaşçı yeteneği ile güneydoğudaki Museviler ve kuzeydeki Ermenilerin zengin ama korunmaya muhtaç yapıları ortak bir düzeyde kesişti..
Üstelik hiçbir akde ve kayda dayanmayan bu siyasal ortaklık 1071 yılında Selçukoğlu Alparslan'ın Diyojen kumandasındaki 120 bin kişilik Bizans ordusunu yenmesiyle, bir bakıma tescil edildi, kesinlik kazandı.. Bu savaş sonrasında Selçukoğullarının oluşturduğu yeni siyasal güç ; Yakın Doğu, Mezopotamya ve Orta Doğu'daki Müslüman Araplarve İranlılar ile Ortodoks Bizans'ın arasına girmiş oldu. Selçukoğulları dinsel taassuptan çok uzaktı. Bireyler arası ilişkiler gayet yalın ve dürüst bir yapı yansıtıyordu. Onların bu yalın davranışı, inançlarına da yansımıştı. Müslümanlaşmalarına rağmen, şaman adetlerini de koruyorlardı. Alparslan Malazgirt'de savaşacağı günü sadece Müslüman ulemaya danışmamış, beraberinde dolaştırdığı şaman müneccimlerin de fikrini almıştı..
Orta Doğu'da Müslümanların, Anadolu'da ise Selçukoğullarının güçlenerek yayılması, İslam dünyasının giderek ticaret yollarında ve özellikle de ticarette söz sahibi olmasına yol açtı..
Siyasal bakımdan, Selçukoğulları yerel ekonomik gücü değil, yerel ekonomik güç Selçukoğullarını yönlendiriyordu !. Bu yönlendirmenin hedefi bir askeri, bürokratik ve merkeziyetçi siyasal yönetim oluşturmaktı..
Roma Katolik Kilisesi, öncelikle bu yeni oluşumdan rahatsızlık duydu. Ama en önemlisi ; Bizans kiliselerine ait zengin hazineler Müslümanların eline geçmemeliydi !
Sonuçta, çok büyük bir Hristiyan Katolik askeri gücü hazırlayıp doğuya göndermek kararı alındı..
Böylece ilk Haçlı orduları 1095 yılında, toplanma yeri olan Worms, Paris ve Clermont'dan yola çıktı. Fransa'dan yola çıkan ve Filistin'e varmak üzere yürüyüşe geçen binlerce barbar Hristiyan 300-400 kilometre yürüdükten sonra yorgun bir halde Cermen topraklarına girdiler. Buralardaki Musevilerin zenginliğini gören Haçlılar "Filistin'dekiler de kafir, buradaki de kafir.. O zaman kafirleri kesmeye buradan başlayalım.." diyerek Musevileri katledip varlıklarını yağmalamaya giriştiler. Bu saldırılara kısa zamanda yerli Cermenler de bulaştı..
Önceleri derebeyler para karşılığında zengin Musevileri malikanelerinde korudular ve gizlediler. Ancak saldırılar yoğunlaşınca, onlar da korumaktan vazgeçmek zorunda kaldılar.. Çeşitli söylenti ve iftiralarla alabildiğine kışkırtılan Musevi aleyhtarlığı sonucu, katliam dayanılmaz boyutlara ulaştı.
Bütün bu olaylar sonucunda Museviler, kitleler halinde, bulundukları toprakları terk ettiler ve doğuya ; önce Lehistan'a, sonraki yüzyıllarda da Rusya ve Osmanlı topraklarına göç ediyorlardı..

MURAT ÇULCU'nun "Marjinal Tarih Tezleri" adlı kitabından derlenmiştir..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder