

Türkiye Cumhuriyeti'nin bilim ve eğitim politikası, Gazi Mustafa Kemal'in
27 Ekim 1922'de Bursa'da öğretmenlere söylediği nutukta ve 22 Eylül 1924'de Samsun'da gene öğretmenlere hitaben yaptığı konuşmasında özetlenmiştir.
Atatürk, bizzat kendisi, 1933'de söylediği Onuncu Yıl Nutku'nda Türkiye'nin bilim ve eğitim politikasının hedefini de saptamıştır : Çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkmak. Bu hedefe varış, hem bilimde hem de sanatta yücelmeyi gerektirirken, aynı zamanda halk kitlelerinin de bilgilendirilmesi, eleştirel düşünceyle tanıştırılması ve bağımsız bireyler olmalarının sağlanmasını zorunlu kılıyordu.
7 yıl, 7 ay ve 7 gün süren Milli Eğitim Bakanlığı döneminde Hasan Ali Yücel bu hedeflere varabilmek için, okulların müfredat programlarının ıslah edilmesini, yeni tür okulların açılmasını, halka dönük tercüme ve ansiklopedi yayını gibi işlerle halkın bilgi ve görgü düzeyinin yükseltilmesini hedeflemiştir. Büyük bir fikir ve icraat adamı olan Hasan Ali Yücel bu amaçlarına varamadan hem sağ hem de sol görüşlü kişiler ve politikacılar tarafından, bilerek veya bilmeyerek sabote edilmiş, onun bakanlıktan ayrılmasından sonra Türkiye'nin Atatürk ile başlayan aydınlanma hamlesi durmuştur. Türkiye 1946 yılından beri adım adım uygar dünyanın dışına yürümüştür ve yürümeye devam etmektedir..

Hasan Ali Yücel, üniversite öğrenimine önce Hukuk Mektebinde başlamış, oradaki hocalardan Celalettin Arif Bey'in hocaya öğrencinin soru sormasını saygısızlık addetmesi üzerine, hukuku terk ederek felsefeye geçmiş ve burayı bitirmiştir. Hasan Ali Yücel'in felsefe bölümündeki bitirme tezi, aynı zamanda Darülfünun Edebiyat Fakültesi'nin de bir numaralı tezidir..
Hasan Ali Yücel 1939 yılında bakan olduğu zaman, Atatürk'ün döneminde bilimsel eğitimi tüm ulusumuza ulaştırmak konusunda düşünsel çatı kurulmuş, pek çok önlemin de alınmasına başlanmıştı. Ancak Atatürk'ün düşüncelerinin Türkiye Cumhuriyeti'nin kendi olanaklarıyla çok da zorlanmadan gerçekleştirilebileceği realist bir proje olduğunun kanıtlanması, Hasan Ali Yücel'in eseri olmuştur. Bakanlığı, hiç tartışmasız Türk entelektüel tarihinin altın doruğu olmuştur. Onun akılcı, bilgili ve coşkun yönetiminde tüm yurt bir okula dönüşmüş, bir yandan okul binaları yapılırken diğer yandan dünya klasikleri dilimize kazandırılarak hem o okullarda çalışan ülke çocuklarının, hem de onların öğretmenlerinin, ebeveynlerinin, ailedeki diğer büyüklerinin, kısaca çocuğun içinde büyümekte olduğu ortamdakilerin ufku giderek genişletilmiş ; bir yanan yeni üniversiteler açılır, eskileri modernleştirilirken, diğer yandan o üniversitelere gidenlerin ve orada eğitim yaptıranların ruhsal ihtiyaçlarına cevap verecek konservatuvar açılmış, sergiler düzenlenmiştir ; bir yandan art arda bilimsel kongreler düzenlenerek bilim adamlarının bir araya toplanıp sorun ve önerilerini tartışacakları bir ortam yaratılmış, buradan bilim dernekleri doğmuş, diğer yandan ansiklopedi yayınları başlatılarak hem bilimcilerin bilgi ve buluşlarını halka sergileyebilecekleri bir platform oluşturulmuş, hem de yüzyıllardır akla ve bilgiye hasret kalmış ulusun ihtiyacına cevap verecek kaynaklar yaratılmaya çalışılmıştır.
Türkiye'nin ne mutlu bir şansıdır ki genç ve dinamik bakan, o zaman dikkat ve müdahalesine muhtaç hemen her konuda belli bir uzmanlık düzeyine ulaşmış bir bilgindi. Onun engin bilgisi ve üstün zekası belki o zamanlar tam anlaşılamadı. Ancak bugün tarih onu bir dahi olarak selamlamaktadır..

Hasan Ali Yücel adeta milli eğitim ve kültür bakanı olmak için doğmuş, bilmeden kendini bu yönde hazırlamıştı. Bu bakanlıkların gerektirdiği bilgi dallarının hepsinde yayın yapmış bir uzmandı. Fakat kanımca en önemlisi, Hasan Ali profesyonel bir felsefeci olarak bilimin ve uygarlığın niteliği hakkında söylenenleri öğrenmiş, bir filozof olarak da zamanının felsefesinin bilgi bilimi dalında bilimin özellikleri konusunda ortada dolaşan fikirleri doyurucu bulmayarak, bilimde son otoritenin bulunmadığına ve bulunamayacağına karar vermiş olmasıdır. Bu şekilde Hasan Ali Yücel, popülist değil, ama gerçek bir demokrat olmuştur. Bir demokratik yönetimin başıboşluk olmadığını, özgürlüğün de sınır ve kuralları olduğunu anlamıştır. Bu çerçeve içinde eğitim programlarına el atmış ve gençleri her şeyden evvel bilimsel düşünce tarzını gerçekten özümlemiş bireyler olarak yetiştirmemiz gerektiğini görmüştür.
Atatürk'ün hayalleri Onun da hayalleriydi. Her konuşmasında Türk milletinin büyüklüğünden, o millete olan görevlerimizden bahsetmek adetiydi. Her dahideki o önüne geçilemez aşk ve tutku Onda da vardı. Okuyarak, öğrenerek, deneyerek, tartışarak dünyanın en ileri ulusu olacağımızdan hiç kuşkusu yoktu. O yücelikle O, Atatürk'ün yalnız zirvesine belki de en çok yaklaşan insan oldu..


Prof. Dr. A. M. Celal Şengör'ün "Bilgiyle Sohbet" adlı kitabından
derlenmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder