Birinci Dünya Savaşı'nın ilk evrelerinde, Alman kamplarındaki Müslüman savaş esirleri önemli bir propaganda değeri taşımaktaydı. Bunlardan özellikle Berlin- Wünsdorf'taki "Müslüman Savaş Esirleri Kampı", birçok İslami cenah tarafından üstünde özenle durulan bir yer haline gelmiştir.
Avrupa'nın büyük güçleri arasında İslami topraklar üzerinde sömürge sahibi olmayan nadir devletlerden biri olan Almanya, Müslümanların güçlü sempatisini kazanabilmek için çaba harcamaktadır. Kazanılacak böylesi bir sempati ; hem İngiltere, Fransa ve Rusya'nın moral kaybına, hem de Avrupa'da savaş meydanlarında orduları içinde savaşan Müslüman güçlerinden hiçbir zaman tam anlamıyla emin olamamalarını sağlayacaktır.. Bu girişimin somut göstergesi, başta özellikle Osmanlı İmparatorluğu'ndan gelenler olmak üzere birçok Müslüman savaş esirinin (ayrıcalıklı şekilde) Almanya'ya gelmesidir. Osmanlı yönetimi 1914 yılında oluşturduğu bir heyeti, kendi vekaleti altında bu kampların teftişi için Almanya'ya göndermiştir. Bunlar, aynı yıl Alman dostu olarak bilinen Harbiye Nazırı Enver Paşa kontrolü altında, savaş sırasında Müslüman olmayan unsurlar ve İtilaf Devletlerinin desteklediği İslami milliyetçi-ayrılıkçı hareketlere gözdağı verecek, yarı resmi istihbarat örgütü olan Teşkilat-ı Mahsusa'yı kurdular..
Hem Türk milliyetçiliği fikirlerini benimsediği bilinen, hem de İslami bir aydın olarak tanınan şair ve vaiz Mehmet Akif (1873-1936) ; Jön Türk hükumeti tarafından İslami birliği güçlendirme fikri çerçevesinde oluşturulan ve Almanya'ya gönderilen heyetin bir üyesi olarak Berlin'e gelir.
Mehmet Akif, kendi kişisel gezi izlenimlerini "Berlin Hatıraları" başlığıyla kaleme almıştır.

Memleketindeki pis, havalandırılmamış, bit ve tahtakurusu istilasındaki yataklarla dolu otellerden sonra ; Berlin'de kaldığı otel, onun gözlerine "adeta bir saray gibi" görünür :
"Adam girer de yaşarmış içinde, mest-i huzur (huzur içinde sarhoş).
Beş altı yüz odanın her birinde pufla yatak..
Nasib olursa eğer, hiç düşünme yatmana bak !
Sokakta kar yağadursun, odanda fasl-ı bahar,
Dışarıda leyle-i Yelda (en uzun gece), içerde nısf-ı nehar (öğle) !
Hıyat-ı nurunu temdit edip (sürdürüp) her avize,
Fezada nescediyor (dokuyor) bir sabah-ı Pakize (güzel bir sabahı),
Havayı kızdırarak hissolunmıyan bir ocak ;
Ilık ılık geziyor, her tarafta aynı sıcak.
Gürül gürül akıyor çeşmeler, temiz mi temiz ;
Soğuk da isteseniz var, sıcak da isteseniz.
Gıcır gıcır ötüyor ortalık titizlikten,
Sanırsınız ki zemininde olmamış gezinen.
Ne kehle var o mübarek döşekte hiç, ne pire ;
Kaşınma hissi muattal (terk edilmiş) bu i'tibara göre !..
Unuttum ismini.. Bir sırnaşık böcek vardı..
Çıkar duvarlara, yastık budur, der atlardı.
Ezince bir koku peyda olurdu çokça iti..
Bilirsiniz a canım.. Neydi ? Neydi ? Tahtabiti !
O hemşerim, sanırım, çoktan inmemiş buraya,
Bucak bucak aradım, olsa rast gelirdim ya !.."

Jena'da Napoléon'a karşı alınan mağlubiyeti bile, Almanların bir birlik yaratma zaferine dönüştürdüğünü söyleyen Mehmet Akif, Sedan'daki "müthiş başarı"yı buna bağlamaktadır. Buna karşın ; Almanlarda böylesi bir gelişme olurken, Türk milleti henüz "ortak vicdan"a sahip değildir. Bazıları bu milli yıkımdan fazlası ile mutlu olmaktadır. Mehmet Akif ; "Çalışmayanlar için yok cihanda hakk-ı hayat" dedikten sonra, çalışılsa bile Osmanlı için yeterli olmadığını, "Çalışmasak da, çalışsak da mevte (ölüme) mahkumuz !" diyerek belirtmektedir...
Mehmet Akif İngilizleri, yırtıcı bir hayvan olarak betimler ve İslam dünyasının son egemen gücü Osmanlı'nın, İngiliz pençesi altında olduğunu belirtir. Bu kötümser yorumda, İngilizlerin sonradan İstanbul'a bayrak çekmek için Çanakkale'ye dayandığını ;diyalog tarzında yazılmış olan manzumesinde, İngilizlerin ağzından şöyle aktarır :
"Birinci hamlede bayrak diker Çanakkale'ye
İkinci hamlede Dar'ül hilafe (İstanbul'a) ! "
Ama Çanakkale'deki eşi benzeri olmayan savunma, Mehmet Akif'e ;
"Ey boğaz ki, uzattın ahenin kolunu
Zavallı yurdumu tehdit eden deniz yolunu
Cihana karşı asırlarca bağladın durdun" mısralarını yazdıracak, böylece üzerindeki kötümserlik havası değişmeye başlayacaktır. Bu son derece siyah, umutsuz resimden sonra Çanakkale cephesi, ona büyük bir cesaret vermiştir. Mehmet Akif ; artık ateşe atılan askerler görmekte, ilk önce tam çıkaramasa da sonradan bunların muzaffer Türk askerleri olduğunu anlamaktadır. Artık onun için Türk askerleri ; "İslam için son istihkam"dırlar ve Osmanlı düşerse, İslam da düşecektir. Ve neticede kahraman Müslüman askerler, cepheyi tutmayı başarırlar :
"Cihan yıkılsa, emin ol, bu cephe sarsılmaz !
Nasıl ki yarmadan afakı pare pare düşer,
Hudayı boğmak için saldıran cünun-i beşer (çıldıran insanoğlu)
Nasıl ki nur-i hakikatle çağrışan evham ;
Olur şer'are-i gayretle akıbet güm-nam (unutulmuş),
Şu karşımızdaki mahşer de öyle haşrolacak (toplanacak).
Yakında kurtulacaktır bu cebhe (cephe)..
- Kurtulacak ?..
Demek ki yıkılmayacak kıble-gah-ı amalim (emellerimin kıblesi)..
Demek ki ölmüyoruz..
Haydi arkadaş gidelim !"


KAYNAKÇA :
Mithat Cemal (Kuntay), "Mehmet Akif Ersoy. Hayatı-Seciyesi-Sanatı" ;
Mehmet Akif Ersoy, "Berlin Hatıratı", "Safahat" ;
Gürsel Aytaç, "Mehmet Akif Ersoy'un Berlin Hatıraları" ;
Neriman Malkoç Öztürkmen, "Mehmet Akif ve Dünyası"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder